Uncategorized

ihtiyaçlar, ‘sormak’, para, iş, ne ararsan…

3-4 saat önce Sinan’la, arada Burcu ve Hülya’yla, akşamüstü de Levent’le yaptığımız telefon görüşmeleri o kadar iyi geldi ki… Sinan’ın ve Levent’in, ihtiyacımın olup olmadığını, benim için yapacak bir şeyleri olup olmadığını  bir kaç kere sormaları o kadar değerli ki… Ayrıca Levent’in “Sana fon oluşturalım.” demesi, ki bunda çok ciddiydi. Geçenlerde Bülent de aynı şeyi önermişti. ((: Şimdilik fon ihtiyacım yok ama bunu düşünmeleri, teklif etmeleri, gidişatımı onaylamaları ve takdir etmeleri çok güçlü hissettiriyor.

Çoğunlukla en yakınımızdakilerin bile ihtiyaçlarından ve nasıl hissettiklerinden tam olarak haberdar olamıyoruz; onun için ne yapabileceğimizi sormuyoruz; ne verebileceğimizi düşünmüyoruz. Ne alabileceğimizi düşündüğümüzü de söyleyemeyiz pek. Hemen her şeyin alınıp satılan mal ve hizmete dönüştüğü ve ‘Ben kendime yeterim!’ anlayışının ve burnu büyüklüğünün hakim olduğu dünyamızda gitgide yalnızlaşıyoruz.

Paylaşımla ilgili yazdıklarım, almak ve vermek istediklerimi ulu orta ifade etmelerimle ilgili olarak, geçen gün Filiz (Telek değil) “Ama zaten böyle olması gerekmiyor mu?” diyerek şaşkınlığını ifade etti. Evet Filiz, zaten böyle olması gerekiyor ama böyle değil ki… Yani, genele baktığımızda dünya bir süredir böyle değil. Ama hızlı adımlarla o dünyaya dönüyoruz sanki…

Bir de şu var, ki birkaç ay önce bu konuyla ilgili kendimi sorgulamıştım. Filiz de sorguladı gibi oldu biraz. Yaptığım güzel bir şeyi blogda paylaşmıştım (http://icimdensohbetler.blogspot.com/2013/01/guzel-bir-aksamdan.html) ve sonrasında da sorular gelmişti… “Yaptığımız iyilikleri böyle bağıra bağıra anlatmalı mıyız?” gibi sorular sormuştum.

Bu soruları sorarken cevaptan emin değildim ama şu anda eminim. Emin olmam, büyük oranda Charles Eisenstein’ın konuşmalarına ve kitabına (Kutsal Ekonomi, Okuyanus Yayınevi, 2012) dayanıyor. Bize hep iyiliklerin gizli kalması, saklı tutulması öğretildi; bir elin verdiğini öbür el bilmesindi. Fakat olması gereken hiç de bu değil, sevgili dostlar. Cömertliğin ve iyiliğin bulaşıcı olduğu gerçeği var önümüzde, kabak gibi. Birilerinin güzel şeyler yapmasının hepimize ilham veriyor olması var.

Dünyaya ve çevresine karşı hassas ve cömert olan kişilerin böyle oldukları neden saklı kalsın? Neden bu kişiler, çoğunlukla herhangi bir karşılık beklemiyor olsalar da, bu yaptıklarından dolayı itibar kazanmasınlar? Neden tam da bu itibar sayesinde, onların bir ihtiyaçları olduğunda da, diğer insanlar bunu karşılamasınlar? Kaldı ki, bu bulaşıcılık sadece yapana karşı olmuyor çoğunlukla. Bir iyilik, güzellik, hoşluk yapıldığını gören bizler, bunu bambaşka kişilere de yöneltmeye eğilimli oluyoruz. (Şu günlerde hayatımda ilk kez, bir kitabın düzelti işiyle uğraşıyorum ve orada yayınlanan bir örnek, tam da buna çok uygun ama kitap piyasaya çıkmadan paylaşmak doğru olmayabilir.)

Velhasıl (bu kelimeyi ya ilk ya da ikinci kez kullanıyorum hayatımda), güzelliklerin yapan kişilere geri dönmesi, dahası yayılarak dalga dalga hepimizi sarması için, yaptığımız güzellikleri paylaşmaktan çekinmeyelim, diyorum ben.

İlk paragrafta yazdıklarımla, şimdi gelmiş olduğum noktayı bağlamak gibi bir amacım yoktu ama kendiliğinden öyle aktı. Madem öyle aktı, bununla bitireyim. Üniversite ve askerlik sonrası, çalışmıyor olduğum ve iş de aramıyor olduğum ilk dönem bu. Aynı zamanda hiç olmadığım kadar yaratıcı olduğum, hiç olmadığım kadar verici ve paylaşım sever olduğum, hayatımda ilk kez yazıp çizdiğim ve birilerine ilham verebildiğim, farklı düşüncelere kendimi açabildiğim dönem oldu. Şarkı bile yaptım yahu; son haline gelmesi için azıcık üstünde çalışmam lazım. (3-5 kişi biliyordu ben bunu yazana kadar.)

Tam da böyle bir dönemdeyken, ‘para kazanmak için’ çalışmak zorunda olmamak büyük şans. 8 ay boyunca almış olduğum ve bu ay biten işsizlik maaşım, son işimden ayrılırken almış olduğum tazminat, birkaç şeyimi satarak elde ettiğim bir miktar para ve en az bunlar kadar önemlisi, çok ama çok aza düşürdüğüm harcamalar sayesinde maddi bir zorluk çekmedim; bu şekilde bir süre daha idare edebilecek durumdayım. Ama öyle olmasaydı, açıkça istemekten çekinmezdim, hem kendiliğinden yardım teklif edenlerden, hem de ulu orta herkese duyurmaktan. Hatta şu anda çok merak ediyorum, ne kadar destek alabilirdim, kimler el atardı, diye… ((: Neredeyse, “keşke idare edecek param olmasa ve yaşayıp görsem…” diyecem. Gerçi bu kafayla o günler de gelecek. ((:

Yalnız paraya olan mahkumiyetimizin, hayatımızı idame ettirmek için çalışmak zorunda olduğumuzu düşündüğümüz ve çoğunlukla nefret ettiğimiz ‘iş’lerimize gömülme zorunluluğu hissetmelerimizin, hayatımızın çok ciddi bir kısmını ofiste masa başında geçirmek zorunda olduğumuzu sanmalarımızın ve sistemin bize dayattığı diğer bir sürü şeyin aslında öyle olmayabileceğini, ‘başka’ yolların, ‘başka’ hayatların da var olduğunu haykırmak, bağırmak istiyorum. Elimden geleni de yapıyorum ama daha fazlasını nasıl yapmalı ki…

Çoğunlukla okumadan yayınlıyorum yazıları, bu sefer okudum. (: Kompozisyon olarak kötü bi’ yazı olmuş, nereden girip nereden çıktığım belli değil; isim bile bulamadım; ama blogun adı da “içimden sohbetler” nasıl olsa. Öyle geldi; geldiği gibi yayınlıyorum. İçeriği önemsiyorum zira, kompozisyon bozuk oluversin. Sevgiler efenim…

2 Yorum

  • Adsız

    Varlığın ve şu anki yaşam tarzın, kapitalist düzene kendini kaptırmış bizlerin durup düşünmesi için güzel bir durak işlevi görüyor dostum. Kendimiz için de yaşamamız gerekliliğini hatırlatıyorsun. Teşekkürler. 🙂 Levent

emre için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir