bana dair

Dengeyi kaybedişim…

Bu blogda hemen her zaman olumlu şeyler paylaşırken, dengesiz zamanlarda genelde yazma isteğim olmadığı için o hallerimi paylaşamıyorum. Bu, nadir denemelerimden biri olacak şimdi. Eğer akarsa …

Bugünlerde kafam pek karışık. Dengede değilim; iniyorum, çıkıyorum…

Şöyle bir içime soruyorum tam da şimdi: “Ne(ler)dir beni dengede olmaktan alıkoyan?” diye… Aklıma geliş sırası ile de yazıyorum: Gıda üretme, iyi beslenme meselesi; ekolojik yıkım ve bunun farkında olmayan çoğunluk; yakın çevremde olup olan bitenin de az çok farkında olan ama yeterince çaba sarf etmediğini düşündüğüm eş, dost; bunca sevgi ve desteğe rağmen olanla yetinmekte zorlanan “ben”; -aslında olumlu bir şey ama- yapabileceğim çok fazla şey olması ve seçim yapmakta zorlanma hallerim…

Aynı sıra ile, yine gelişigüzel içimdekileri boşaltayım mı…

Gıda üretme, iyi beslenme meselesi: Aslında ters sırayla yazmam lazım; iyi beslenme, gıda üretme meselesi. İyi beslenmek istiyorum; bunu pazardan, manavdan alışverişle becermem mümkün olmadığı için (yoksa siz hala pazardaki köylülerden alınan sebze-meyveleri temiz, ilaçsız vs. mi sanıyorsunuz?) gıda üretimiyle de hemhal olmam gerektiğini düşünüyorum. Yani aslında gıda üretimi zaten keyifli ve sevdiğim bir süreç olmakla birlikte, temiz gıdaya kolayca ulaşabiliyor olsam, üretimini yapmak yine de benim için öncelikli olur muydu, bilmiyorum. (Bkz. son maddedeki seçenek bolluğu)

Ara ara yazdım çizdim zaten, bakliyat, un vs.yi zaten çoğunlukla eko-çiftliklerden alıyoruz bir süredir; et pek yemiyoruz, sebzeyi pazardan, kendimizce kötünün iyisi üreticilerden almaya çalışıyoruz; bal ve sütü köyden alıyor, yoğurdumuzu kendimiz yapıyoruz.

Bal, yoğurt demişken… Bir bu eksikti ama artık ben de hayvan ve hayvansal ürün yeme işini sorgulayanlar kervanına katıldım. Şimdilik sorgulama dönemindeyim ve ciddi bir girişimim yok ama daha önce düşünmediğim şeyleri düşünmeye başladım ve daha önce düşünmemiş olmama da şaşırıyorum bazen. Mesela bal yemek demek, bayağı bayağı ve çok aleni bir şekilde arıların balını çalmak demek. Çok acayip bir durum! Üreticiler, çaldığımız balın yerine glikoz şurubu, şeker, kek denen bir ürün vs. ile besliyorlar arıyı. Arı binbir emekle ürettiği balı bize kaptırırken kendisi sentetik gıdalara mahkum kalıyor. Elimde yeterli veri yok ama elbette ki bu, arıların genel sağlığını ve mutluluğunu da etkiliyor, hastalıklara ve hava sıcaklığı değişimlerine olan direncini de… Ama olsun, önemli olan bizim bal yememiz. Hem çok faydalı!

Sütte benzer bir durum var. Anladığım kadarıyla inekler zaten her daim süt veriyor da özellikle koyun, keçi sütü içebilmemiz için yavruları annelerinden ayırmamız gerekiyor. İnek yavrusu da hemen ayrılıyor gerçi annesinden. En son komşumuzdan duyduğumuz kadarıyla, yavrusu yanında olduğunda inek hep onla ilgileniyormuş, kendi yemeğini falan az yiyormuş. Eh, bu durumda az süt veriyor, bu da az kazanç demek, vs vs… Çünkü her şey meta! Ve inanın, komşumuz, ineğini ve diğer hayvanlarını gerçekten çok seven ve onlara yürekten bağlı bir insan. Köyün en iyi üreticilerinden belki. Ama bu, dip toplamdaki durumu değiştirmiyor. Hırsızlık, hayvanları kendi çıkarlarımız için kullanma vs…

Çok az bilgiyle yazıyorum bunları, yavaş yavaş eğileceğim artık bu konulara. Daha fazla kaçma şansım yok. Ama herhangi bir şeyi yanlış ya da eksik paylaşıyor olabilirim, affola. Bir de azıcık karamsarım bugünlerde ama hep umut dağıt hep umut dağıt, nereye kadar…

Et yeme mevzusuna girmiyorum şimdilik. Sadece -şu an için- prensip olarak hiçbir şekilde et yemememiz gerektiğini düşünmüyorum ama yaban hayvanlarını avladığımız veya evcil türleri de doğada, olmaları gereken yerde yetiştirdiğimiz takdirde, çok sık olmamakla birlikte yememizi etik açıdan çok yanlış bulmuyorum. Dediğim gibi, şu an için! Ancak korkunç hayatlar yaşayan hayvanları (ancak vücutlarının sığabildiği alanlarda, çoğunlukla karanlıkta yetiştirilen tavuklar, sığırlar ve diğerleri) yiyerek beslenmek çok acayip bir şey. Kısa bir sürede bunu yapamayacak duruma geleceğimi sanıyorum. Tavukta çoktan geldim zaten.

Hayvan ve hayvansal ürünleri tüketme konusuna genelde etik açıdan yaklaşıyorum şimdilik, işin bir de sağlık yönü var tabii. Ama ben daha o konulara gelmedim. Şu an, sağlıklı iseler bile yeme kısmını tartışmaya başladım. Bakalım nerelere gidecek bu iş.

Zaten bi’ bu eksikti. ((: Sistemi, parayı, ilişkileri ve diğer her şeyi sorguladığım ve kendi doğrumu aradığım yetmiyordu, bu çıktı bir de. Ama işte, her şey bir bütün ve beslenme de bu bütünün kocaman ve belki en önemli parçası. Şimdiye kadar “çıkmadığı”na şükür (!).

Ekolojik yıkım ve bunun farkında olmayan çoğunluk: Her ne kadar elimin, zihnimin erişemediği haberlerden uzak durmaya, etkileyemeyeceğim şeylerin beni etkilemesinden kendimi sakınmaya çalışsam da yeryüzünde epey korkutucu zamanlardan geçtiğimizin farkında olacak kadar su kaçıyor kulağıma. Küresel ısınma, mevsim anormallikleri, toprağın yok oluşu, seller, tayfunlar, tsunamiler, çölleşme, atmosferdeki karbon oranları ve daha neler neler… Ve durum böyleyken, ekolojistler, kimi çevre kuruluşları bas bas bağırırken hiçbir şey olmuyor gibi hayatına devam eden insanlar, liderler (!), ülkeler, kurumlar…

Tekrar tekrar, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmem gerektiğini hatırlatıyorum kendime ve dengeyi bozmamaya çalışıyorum. Ama arada beceremiyorum. Neyse, olur o kadar.

Olan bitenin az/çok farkında olan fakat bunun için yeterince çaba sarf etmediğini düşündüğüm azınlık; kimi eş, dost: Zorlandığım diğer bir konu bu. Bazen bir önceki maddeden daha fazla zorlanıyorum hatta. Mesela, bir fabrikanın bir gölü kirletmesi ve mahvetmesinden daha fazla takılabiliyorum arkadaşlarımın vızır vızır uçağa binmeye devam etmelerine veya her yere fütursuzca arabayla gitmelerine. Fabrika sahiplerinin, yöneticilerinin zaten gözü dönmüş, zaten para dışında hiçbir şeyi gözleri görmüyor oldukları için onlarla daha kolay empati yapabiliyorken “bizimkilerle” aynı empatiyi kurmakta zorlanabiliyorum. Dışıma fazla çıkarmamayı başarsam da içimden içimden yargılıyorum galiba çoğunu, çoğunuzu… Kendim de nasibimi alıyorum, merak etmeyin. Sütten çıkma ak kaşık olmadığımı her zaman söylüyorum. Ama gerçekten de yapabildiğimin en iyisini yapıyorum. Attığım her adıma sinmiş durumda doğayı gözetmek. Yeterince gözetemediğimde, gerçekten yapamadığım için oluyor bu. Ya da belki kendimi kandırıyor, aklıyorum, kim bilir…

Bunca sevgi ve desteğe rağmen olanla yetinmekte zorlanan “ben”: Bu da çok acayip mesela! Özellikle son üç yıldır aldığım maddi/manevi desteğin haddi hesabı yok. Tanıdığım/tanımadığım bir sürü insandan bitmek bilmeyen bir sevgi ve ilgi akışı… Tuhaftır, yetmiyor. Kendimi gözlemeye çalışıyorum, içimde neyin doymadığını anlamaya çalışıyorum. Cevap tabii ki ego. Ona kızmıyor, onu görmezden gelmiyorum; sadece bakıyorum ona. Bakmaya devam ediyorum… Bir süre sonra rahatlayacağını biliyorum. Ama kendisi gerçekten çok arsız ve sürekli dış kaynakla beslenmenin peşinde. Sürekli okuyuculardan mektup gelsin, sürekli birileri daha (kitap veya doğrudan benim geçimim için) destek olmak istesin, birileri için önemli olayım, aranır olayım, sorulur olayım… Bitmiyor!

Bakmaya devam ediyorum. Devam…

Yapabileceğim çok fazla şey olması ve seçim yapmakta zorlanma hallerim: Bu, uzun süredir gündemimde olmakla birlikte bir süredir bir miktar aştığım bir konu(ydu), şu günlerde yine sallamaya başladı beni. Hayatımı coşkuyla yaşıyorum ve bu coşkuyu sağlayan, beni -ve dolayısıyla bütünü- besleyen bir sürü şey var. Okuması, yazması başlı başına bir şey; bahçe işleri, yiyecek yetiştirme desen ayrı bir dünya; gezmek, göçebelik, yeni ve mevcut dostlarla takılmaca inanılmaz bir keyif; kendimi atölyelere vermek, dört bir yanda çemberler, armağan ve paylaşım ekonomisi atölyeleri, topluluk olmaya dair çalışmalar yapma ve bütüne bu şekilde hizmet etme isteği; oyun kavramı ve oynamak, bir de bu yaz karşıma çıkan doğaçlama tiyatroya veya bir süredir çok sevdiğim ama istediğimden çok daha seyrek yapabildiğim doğa yürüyüşleri, şu-bu…

Daha 20 gün önce bu konularda daha iyi ve rahatlamış, sadece içimden geldiği gibi devam ediyor bir haldeyken bugünlerde yine çalkalanmaya başladım. Çandır’daki çok keyifli hayatımızın artık bir konfor alanına dönüştüğünü hissetmeye başlamamla birlikte acaba yeniden hareketli bir hale mi geçsem düşünceleri fink atmaya başladı zihnimde. Harekete geçeceksem de ne yöne doğru acaba… Tarım-toprak işlerini iyi bilen birilerinin yanına uzun süreli bir yamanma mı, ufkumun daha da açılması için biraz da yurt dışındaki eko-oluşumları ziyaret mi, yollara düşüp atölyeler, çemberler mi, katılmış olduğum Vipassana’nın da ivmesiyle tam tersine iyice kendi içime girmece mi; hepsi mi, hiçbiri mi…

Seçenek çok, ne kadar bükmeye çalışsam da zaman nihayetinde sınırlı. Neyse ki hepsi coşku dolu seçenekler, doğru zamanda ihtiyacım olanları seçeceğimden çok da şüphem yok aslında.

***

Bunları paylaşmak iyi geldi. İçinde yargılamalarım ve diğer bazı karanlık yanlarım var ama bunlardan utanmıyorum. Daha ziyade, aklıma geldiği gibi ve eksiğiyle gediğiyle paylaştığım için biraz huzursuzum aslında. Muhtelif yanlış anlaşılmalara ve tetiklenmelere yol açmasa bari.

Bu arada biliyorum ki bu da böyle bir dönem ve geçip gidecek. Hatta şimdiden etkisini azalttı aslında ama ben yine de paylaşmak istedim. Bütüne baktığımda her şey olacağına varacak. Kurtarmamız gereken bir dünya falan da yok ayrıca. (Kim oluyoruz ki…) Bunu da kendime hatırlatmış olayım.

Sevgiyle,
Emre

Bugün harika bir yağmur var ve odamın penceresinden, oturduğum yerden manzaram bu. Şimdi ise güneş açtı. Hepsine şükür!

—————————————–

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz’undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda “çalışmak”tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında “para eden” şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi’takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki… 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman “doğrudan” getirmiyor. Hep bi’takım dolambaçlı yollar… Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

10 Yorum

  • BERNA SAĞUN

    Fazlaca dengede kalsa, daha sıkıcı olurdu sanırım hayat.
    Kendi adıma; yazıdaki eleştirilerden payıma düşeni aldım. Benim de çokça sorgulayıp, aksiyon alma noktasında tıkandığım konularda, başkalarının da benzer durumlar yaşayabildiğini görünce rahatladım. Yazının sonunda Begüm'ün sesini (Kim oluyoruz ki…) duyar gibi olup gülümsedim.
    Bir de, önce kendime sonra sana bir hatırlatma yapmak istedim: Zamana, (aldığımızı sandığımız) kararlara, hayatta varmak istediğimiz noktaya takıldığımızda bocalıyoruz. Keşke hep an'da, keşke hep yol'da tutabilsek kendimizi.

  • yarslanoglu1

    Merhaba ben de yazındaki kritiklerden payıma düşeni aldım.ben de yaşamımı sorguluyorum tam olarak yaşamak istediğim hayat bu mu diye?bir takım zorunluluklar,yapılması gerekenler v.s.senin de düşlerini süsleyenlerden bir kısmı benim de düşlerimi süslüyor.iyi,temiz ve adil olmaya çabalıyorum her nerede isem.bu beni mutlu ediyor.ve hayat bu diyorum.bakalım bizleri nereye götürecek zaten yaşamak yolda olmak demek değil mi?sevgiler��

  • emre

    Bir yandan katılırken bir yanım da itiraz ediyor, "o iş o kadar da 'sürekli' anda kalarak olmuyor" diye. Nihayetinde epey gelişkin bir zihnimiz var ve tamamen devreden çıkarmak bana göre olası da değil, gerekli de. Güzel bir denge sağlama yolunda ilerlemeyi tercih ediyorum galiba. "Sentipensante" dedikleri şeyi seviyorum mesela, hissederek düşünme…

  • Mustafa Egemen Çavuşoğlu

    Selam yine ben,
    Vegan olma potansiyeliniz var , ben bunu sezdim.
    Önce insanlar tabağından sorgulamaya başlamalı hayatı.
    Ben bir vegan olarak , yardımcı olmak isterim sizlere '' Herhangi bir sorunuz var ise ''
    Teşekkür ederim samimiyetiniz için.

  • emre

    eyvallah, çok çok teşekkürler benden de.
    bakalım… önümüzdeki süreç bu konuyu daha fazla irdelediğim bir dönem olacağa benziyor ve evet, yardıma ihtiyacım olacak.

  • Adsız

    Merhaba
    İçinizde neyin doymadığını ve dış kaynak ihtiyacınızla ilgili olarak kendi içinize yolculuk ederken kendinizi ne kadar olduğunuz gibi kabul ettiğinize, onayladığınıza, sevgi duyduğunuza da bakın derim. Dış kaynak ihtiyacı, kendi içimizdeki kaynağın yeterince beslenmemesi ile ilgili olabilir derim. Sevgiler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir