İçimdeki Emre’ler
Kafam yine çok karışık. Yine bir sürü uçuşan şey, yine yapmak istediğim çok fazla şey, yine benden sadece 1 tane olduğu ve istediğim her şeyi yapamayacağım ve bütün bunlara yetişemeyeceğim gerçeği.
İçimde bir Emre var, ki sadece son birkaç aydır ortaya çıkmış durumda olmakla birlikte bu aralar çok baskın. Diyor ki, “Takıl abi, keyfine bak, içinden ne geliyorsa onu yap. Kendi doğrularınla yaşa, Gandhi’yi dinle ve görmek istediğin değişimin kendisi ol. Olabildiğin kadar. Çok da büyük düşünmeden, o büyük düşüncelerin ve hedeflerin içinde kaybolmadan”. Bu Emre, 5 ay öncesinin Emre’sinden çok farklı; haber izlemiyor, gazete okumuyor, gündemi çok çok az, ucundan kıyısından takip ediyor. Tüm sorumluluklarından sıyrıldı ve yollara attı kendini. Kah Likya yolunda yürüyor, kah eko çiftliklerde gönüllü olarak çalışıyor, kah bir festivalde İngilizce sunuculuk yapıyor, kah annesinin evinde tembellik… Bütün bunları ve çok daha fazlasını tamamen plansızca gerçekleştiriyor. İçinden geldiğince, neredeyse %100 özgürce.
Böyle miydi… 5 ay öncesinin Emre’si mutlaka her gün gazete okuyan, ayrıca haber izleyen, yetinmeyip tartışma programlarını takip eden, son zamanlarda bir de twitter üzerinden olan biteni dakika dakika takip eden, sıkça yürüyüşlere, mitinglere katılan, bir STÖ’de çalışmanın yanı sıra diğer birkaçında da gönüllü olan/olmaya çalışan, aktivist denebilecek bir adamdı. Hedefi dünyayı kurtarmaktı. Yani bunun o kadar kolay -ve muhtemelen mümkün- olmadığının farkındaydı da en azından kendini buna vakfetmişti. En azından kafaca…
Başka Emre’ler de var aslında ama özellikle bu ikisi çok çatışıyor. Son zamanlarda ortaya çıkan ve şu anda galip görünen Emre’yi 5 ay öncesinin Emre’si bayağı sıkıştırıyor zaman zaman. Ciddi kavga halindeler, içten içe. Uzayıp gitmiyor kavgalar; şimdinin Emre’si akışa bayağı inanıyor çünkü ve susturuyor diğerini. “Dur dostum!” diyor, “sakin ol, yavaş… Şu anda hayatından memnunsun, keyfini çıkarıyorsun, hiçbir şeyi zorla yapmıyorsun, kendini daha fazla keşfediyorsun, böylece dünyayı da daha fazla keşfediyorsun, bozma bunu.” Diğer Emre kabulleniyor durumu; en azından şimdilik öteliyor dünyayı kurtarma isteğini; “Zaten kendimi keşfetmeden dünyayı kurtaramam.” düşüncesine yaklaşmış durumda. Bir yandan da içi gidiyor ama, olan bitene az da olsa kulak kabartıyor çünkü. Ülkenin doğusunda bir savaş devam etmekte, devlet ısrarla vuruyor, diğer taraf da öyle. Hala yapıyorlar bunu; sonuç alamayacaklarını bilseler de durmuyorlar. Devlet silahla vurmakla da kalmıyor, şimdi de dokunulmazlıklara göz dikti. Fezlekeler kapıda! Neyse yarım yamalak takibimle siyaset yazmak istemiyorum ama durum kabaca bu. Komşuda gidişat fena. Gelen mülteciler, zor koşulları… Gelemeyenler, her gün ölen onlarcası, yüzlercesi… Pınar Selek defalarca beraat ettiği davadan bu kez suçlu bulunuyor, bu apayrı ve korkunç bir hikaye, ibretlik. Ombudsmanlık geliyor Türkiye’ye ve ilk ombudsmanımız Hrant’ın ölümüne giden yoldaki taşlardan birini döşeyen karara imza atan bir adam mesela. Bu arada Taksim’in içine ediliyor, yetmiyor, Beyoğlu’nun simgelerinden biri olan İnci Pastanesi boşaltılıyor…
İşte bütün bunlar olup biterken bir kenarda kendi keyfine bakmayı da yediremiyor eski Emre, ama dedim ya diğeri daha baskın şu sıralar. e-imza kampanyalarına katılmaktan fazlasını yapamıyor şimdilik, dünyayı kurtarmaya ilişkin. En azından diğer kurtaranlara bu şekilde destek vermek istiyor. Bu e-imza kampanyaları, clicktivism-slacktivism gibi isimler alan konular apayrı bir tartışma konusu bu arada ya… Bu arada kendi yaşamında gördüğü en olumlu politik oluşumu (Yeşiller-EDP birleşmesi ve ortaya çıkan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi) takip etmeye çalışıyor ama içinde yer alacak gücü yok şimdilik. Çok olumlu işler yapsalar da, çok güzel bir örgütlenme stratejisi deniyor olsalar da, halktan istenen ilgiyi göreceklerine dair de ciddi bir karamsarlık içinde, maalesef. Umarım yanılır.
Bu 2 Emre’nin yanı sıra (tamamen dışında da değil) diğer konularda da kararsızlık yaşayan, daha doğrusu her şeyi yapmak isteyen maymun iştahlı biri var karşımızda. Hem sürekli seyahat etmeyi, hem de ev hayatını seviyor bu adam; bir yandan tekrar gitar çalmaya başladı ufaktan, bir yandan bir vurmalı çalgıya ciddi olarak eğilmediği için üzülüyor, zira belki de hayattaki en büyük yeteneği “ritm”. Bir yandan oyun konusuna kafa yormak ve geleneksel olan/olmayan birçok oyun öğrenmek, bunları araştırmak istiyor, öte yandan hala hiç kayak yapmamış olduğuna şaşırıyor. E zaten dünyayı kurtarmakla kendini özgürleştirmeyi birleştirememiş, arada kalmış ve seçim yapmak zorunda hissediyor. Dünyayı kurtaracak STK işleri büyük şehirlerde fakat bir süredir şehre uzak hissediyor. Ekolojik yaşama, eko-köy düşüncesine sardı bu aralar; hiçbir şey bilmediği bu konuyla ilgili bir şeyler öğrenmeye başladı. Orta vadede bir eko-köy girişimi için “neden olmasın?” diyerek heyecanlanmaya başladı mesela… Yemek konusunda kendini geliştirmek istiyor bir yandan; çok seviyor çünkü. Hatta sadece ev yemeklerinden oluşan mütevazı bir yer açmayı da düşünür zaten zaman zaman.
Dahası var; uzar gider bu. Ama reyting kaygısıyla kesiyorum burada. Çok da fazla olmayan okuyucuları baymamak lazım. (Gülücük)
Ama bütün bunları bir kişi yapabilir mi ki? Nasıl birleşecek bunlar? Nasıl seçim yapmalı? Seçim yapmalı mı? Akışa bırakmaya devam etmek mi? Eski Emre’yi aktive etmek mi? Gandhi’ye kulak kabartıp, görmek istediğin dünyanın çok küçüğünü yaratmaya çalışarak örnek olmaya çalışmak mı? Bunları birleştirmenin yolunu mu aramak yoksa?
Bilmiyorum…