bugüne ve yarına dair
Aşağıdaki bölümü göçebe günler’e yazdığım bir yazıdan kopyalıyorum. Tam da bu bloga uygun çünküm, burada da dursun istedim.
…
özellikle son 1 yılın sonucunda, -tam da şu anda- bugüne ve yarına dair neler geçiyor aklımdan biliyor musunuz?
Büyük çoğunluğumuzun hayatlarını boş yere harcadığı,
Sadece ve sadece kiramızı ve faturalarımızı ödeyebilmek, beslenmek ve barınmak için, yani sadece olmazsa olmaz temel gereksinmelerimiz için tüm hayatımızı ipotek altına alıp boka çevirdiğimiz,
7 iş değiştirdikten sonra ve ailem ve arkadaşlarım vasıtasıyla yüzlerce ‘iş’ hakkında edindiğim bilgilerin bir toplamı olarak iş hayatının -ve aslında tüm sistemin- tam bir fiyasko olduğu,
Bütün bunların hem sebebi, hem de sonucu olarak, aşırı ve gereksiz tüketimimizi gördüğüm,
Dünyanın, sadece insanların keyfi için kaynakları yağmalanası bir yer olmadığı, tüm canlılarla birlikte bir bütün olarak yaşamaya başlamamız için yarının çok geç olduğu, hepimizin acil kendi adımlarını atması gerekliliği,
Doğadan ve topraktan kopuşumuz ile kendimizden kopuş arasında çok önemli bağlantı olduğu, hatta belki de bu ikisinin tam da aynı şey olduğu,
Doğal yiyeceklerle beslenmenin hem vücut, hem zihin, hem de ruh açısından çok ama çok önemli olduğu,
Bu ‘doğal yiyecekleri’ mümkünse kendimizin de yetiştirmesinin çok daha iyi olduğu,
Hayatta sırtımıza binen tüm sorumlulukların bizi kamburlaştırdığı, çökerttiği, çöktükçe kafamızı kaldırıp bakmanın iyice zorlaştığı ve hatta imkansızlaştığı; bu nedenle kaybettiğimiz her dakikanın işleri daha da zorlaştıracağı,
Kendimizi bulabilmek için -mümkünse- tüm sorumluluklarımızdan sıyrılmamız gereken bir zaman dilimini kendimize borçlu olduğumuz,
Yazmanın -galiba- kendimizi bulabilmek için yapılacak en önemli alıştırma olduğu,
Başka bir dünyayı hayal etmenin bizi bir yere götürmeyeceği, hemen şimdi harekete geçmemiz gerektiği; Mülksüzler’de dendiği gibi devrim yapılamayacağı, devrim olunabileceği; kendi ‘başka bir dünyamızı’ hemen şimdi inşa etmeye başlama gerekliliğimiz,
Aynı minvalde, Gandhi’nin dediği gibi dünyada görmek istediğimiz değişimin kendisi olmamız gerektiği,
Vermenin güzelliği ve almaktan da korkmamanın önemi,
Kendine yeterliliğin büyük bir yanılsama olduğu gerçeği,
Hayatın topluluklar içinde ve dayanışma/birbirimizi tamamlama ile güzel olduğu gerçeği,
Tükettiklerimizle bağımızın kuvvetlenmesinin önemi,
…
gibi şeyler geçiyor işte. Neredeyse her anım, tüm zamanım bu düşünceler ve türevleriyle geçiyor. Hiç de şikayetçi değilim. Yazıya başlarken bunları yazmak gibi bir niyetim yoktu ama akıverdi kendiliğinden.
‘Yarın’a geliyorum şimdi de nihayet. Ama bu kısmı -umarım- kısa tutacağım.
Yarınımın bana ne getireceğini çok iyi bilmiyorum. Ama artık bir vizyonum var. Belki asla ulaşamayacağımız, belki de kısa bir süre sonra mümkün olacak, ama ne olursa olsun bu yönde kafa patlatmaktan ve fikir üretmekten vazgeçmeyeceğimi sandığım vizyonuma göre, devletlerin ve tabii ki mülkiyetin olmadığı, birkaç yüz kişilik topluluklar halinde yaşadığımız, paranın zamanla ortadan kalktığı, herkesin sevdiği ve keyif aldığı işleri yaptığı ve tam da bu sayede kimsenin aslında ‘çalışmak’ zorunda kalmadığı; insanların keyif alarak ürettiklerini ‘armağan ekonomisi’ kapsamında özgürce ve fütursuzca birbiriyle paylaştığı, biriktirmek, yarını sağlama almak gibi kaygıların olmadığı bir toplum yaratmak gerekiyor.
Bu, elbette ki benim yapabileceğim bir şey değil, olacaksa kendiliğinden olacaktır.
Peki kendi hayatımda ne istiyorum, bir nevi misyon yani. Aslında yukarıda yazdıklarımın mikro halini uygulamaya koyabilmek istiyorum. Sayısını bilmesem de, galiba en azından 10 kişi ile, zamanla kendine yetecek kıvama gelen, teknoloji gibi konular haricinde dışarıdan herhangi bir ‘mal’ almak zorunda kalmayan, kendi yağında kavrulan, (satın almak zorunda kaldığı şeyler için ve seyahat masrafları için çok az miktarda para kazanması gerekebilir ya da sabit bir gelir varsa, bu kullanılabilir) elbette ki doğayla uyumlu yaşayan, tüm bunları yaparken dışarıyla iletişimini de kesmeyen ve diğer insanlara, topluluklara ilham veren, aynı şekilde sürekli öğrenen, iş bölümünün doğal yollardan, yani kişilerin ne yapmak istediklerinden yola çıkarak gerçekleştiği, büyümeye, değişmeye, gelişmeye her daim açık, -meli -malı’ların barınmadığı, grup içinde de mülkiyetçi olmayan bir topluluk oluşturmak, diye özetleyebilirim. Tabii buradaki her bölümün üzerinde uzun uzun konuşmalı, tartışmalı, fikir yürütmeli vs. Ama ana hatlar bunlar sanki…
Evet benim varmak istediğim yer bunun gibi bir şey işte. Topluluk oluşturma konusu, son zamanlarda birçok kişinin hayali ve her geçen gün bu kişiler arasında iletişim artıyor. Mesela dün Begüm’le bir grup oradan-buradan bu yönde hayalleri olan insanlar olarak buluşsak, toplansak diye düşündük ve Ekim’de bir toplaşma organize etmeye çalışıyoruz. Şimdiden çok heyecanlıyım ve farkında olmadan bu toplantı için ilk çalışmamı da, yukarıda sizlerin huzurunda yapmış oldum.
…