bize dair

Temsili demokrasi “hikaye”si

Temsili demokrasi miadını dolduralı çok oldu. Bundandır, bu seçimde son bir kez oy verip bir daha oy kullanmama niyetim. Hayatın ne getireceği bilinmez tabii ama muhtemelen öyle yapacağım.

Temsili demokrasinin işe yarama şansı yok. Herkes iyi niyetli bile olsa yok. Bir anayasayla, bilmemkaçbin yasayla, bilmemkaçonbin tüzük ve yönetmelikle yönetilen bir ülkede yaşıyoruz mesela. Hangimiz neyi biliyoruz ki, tercihlerimiz sağlıklı olsun. Kaçımız anayasal haklarını gerçekten biliyor? Kaçımız yürürlükteki yasaları anlayabilecek, yorumlayabilecek kapasiteye sahip? Böyle bir büyüklüğün vatandaşlar tarafından anlaşılır olması mümkün olabilir mi?

Ayrıca düşünün ki bu yazıyı okuyan kişilerin büyük kısmı belli bir eğitim seviyesinin üstünde. Fakat bizlerin de birçok konuya dair hiçbir şey ya da çok az şey bildiklerini görüyorum. Kendim de bunun dışında değilim tabii. Birkaç yıl öncesinin, gündemi anbean takip eden Emre’si bile gerçekte olan biteni ne kadar anlıyordu acaba… Hele ki şimdi…

Etrafımdaki okumuş kişilerden öyle şeyler duyuyorum ki… Önyargılar, nefret söylemleri, seçim sistemine ve muhtemel sonuçlara dair en basit şeyleri bile bilmemeler / yanlış bilmeler… Önyargıları ve nefret söylemlerini hoş karşılamakta güçlük çekiyorum ama deniyorum. Bilmeyenleri, ilgilenmeyenleri ise eskiden yadırgar ve yargılardım ama şimdi çok normal karşılıyorum. Niye bilelim ki bu kadar çok şeyi? Niye bu kadar karmaşıklaştırmışız ki her şeyi -ve devam ediyoruz-?

Apolitik olmanın çok kötü olduğu öğretildi ya yıllardır, apolitikliğin ne olduğunu doğru bir şekilde tanımlamak iyi bir başlangıç olabilir. Politika deyince, siyaset deyince hem aklımıza büyük sorular, büyük sorunlar düşüyor ancak feminist düsturda çokça kullanıldığı üzere “kişisel olan politiktir” zaten. Yaşam alanımın korunması, beslenmem, ulaşımım, geçimim ve sosyal hayatımdır benim için politik olan. Bunları korumaya, geliştirmeye çalışırsam, kendime ve dünyaya olan görevimi yerine getirmiş olurum. Yoksa koca koca kravatlı, bıyıklı adamların söyledikleri, kararları beni niye bağlasın ki?

Biliyorum, bağlıyor. Naifsek o kadar da değiliz! Onların aldıkları kararlar doğrudan benim yaşamımı etkileyebiliyor, hayatımı karartabiliyor veya -nadiren de olsa- yardımı dokunabiliyor. Ama bunu normalleştirdiğim takdirde sistemin bir çarkı olmaktan öteye gidemeyeceğimi düşünüyorum. Ondandır ki bunu reddetmeye çalışıyorum, elimden geldiğince. Etrafta yeterince “gerçekçi” insan var nasıl olsa, öyle mutlularsa devam etsinler. Ama ben bu durumdan hoşnut değilim. Değiştirmeye çalışacağım, yapacak bir şey yok.

-Bir zamanlar yazdığım üzere- bu değişikliğe kendimden başlamanın en güzel yanı değişimi hemen yaşıyor olmak. Kocaman kocaman devrimler yapmaya gerek yok, kaldı ki ancak bireysel devrimlerle yol alabiliriz. Kocaman devrimleri yapmanın çok zor olması bir yana, yapılabildiğinde bile sönmeye mahkumlar. Bireysel devrim ateşini ise kimse söndüremez. Bookchin’in dün okuduğum makalesinde yazdığı şey beni çok sevindirdi (sanırım kendime yandaş bulmanın sevinci): Bir devrimcinin tek görevi diğerlerinin kişisel devrimlerini yapmalarına yardımcı olmaktır yazmış.

Ne diyordum… Bu sistemin içinde iyi niyetli kalmak zaten çok zor ama kalsak bile çok zor bu işler. Dün komşu teyze uğradı, seçime dair iki laklak ettik. “MeHaPe’ye oy vericem ben.” dedi ve ekledi “Adam hiç gülmüyor. Ne güzel, mert bir adam gibi geliyor bana.” MHP’ye oy verilmesini anlamakta her zaman güçlük çektim ama buradaki konu nasıl saiklerle oy verildiği MeHaPe’ye. Adam gülmüyor diye mert olduğu düşünülebiliyor, oy alabiliyor, düşünsenize. Yücelttiğimiz demokrasinin geldiği yer bu işte.

Bugünlerde Kevin Spacey’nin başrolünü oynadığı “House of Cards”ı izliyoruz. Dün izlediğimiz bölümün sonunda “Demokrasi biraz fazla abartılıyor. Bir kere bile seçime girmeyen ben başkan yardımcılığına kadar gelebildim.” diyordu Frank. Bir de bu boyutu var işin. Hatta bu diziye girersek kötü niyetli ve bencil yaklaşımların da politikada ne kadar fazla yeri olduğunu tartışmaya başlarız ama bence gerek yok.

Diyorum ya, tamamen iyi niyetli olsak ne yazar!

İşlemez… İşlemeyecek…

—————————————–

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz’undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda “çalışmak”tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında “para eden” şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi’takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki…

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman “doğrudan” getirmiyor. Hep bi’takım dolambaçlı yollar… Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir