alıntılar

“Ekolojik Bir Topluma Doğru”dan – Murray Bookchin

Hızımı alamadım devam edeyim. Geçtiğimiz yaz okuyup çok beğendiğim, hatta biraz fazla beğendiğim bir kitap daha… Ekolojik Bir Topluma Doğru, Murray Bookchin’in, çoğu 1970’lerde yazılmış bir takım makalelerinin bir araya gelmesinden oluşuyor. 90’larda Ayrıntı Yayınları’ndan da yayımlanmış olan kitap, 2014 yılında Sümer Yayıncılık ile tekrar okuyuculara sunulmuş; ne de iyi olmuş.

Ekolojik Bir Topluma Doğru’yu okurken (ki hala ikinci kez okumam ve biraz daha içselleştirmem için masamda beni bekliyor) kalbimin hızlanmasına şahit oldum. Yapmamız gerekeni, ekolojik hareketin (anarşist bir bakışla) gitmesinin hayırlı olacağı yönü, yolları -bence- çok iyi anlatmış. Kişisel olarak beni heyecanlandıran diğer konu ise Bookchin’in 40 yıl önce yazdıklarının benim hayat felsefemle ve yaşam tarzımla yüksek örtüşme hali oldu. Sanki, yıllarca Bookchin okumuşum, hatmetmişim de şimdi bunları hayatıma geçiriyorum. Böylece üstattan hem kocaman bir onaylanma aldım hem de pratikte gelişen hayat tarzımı, teorik bir takım fikirlerle zenginleştirmiş; bazı bilmeden yapıyor/uyguladığım şeyler üzerine düşünmüş oldum/oluyorum.

Aşağıdaki maddelerin büyük kısmı, doğrudan kitaptan alıntı; hatırlayabildiğim kadarıyla sadece birkaçı, ne anladığıma dair benim kısa cümlelerimi içeriyor olabilir. Hangi alıntının hangi makaleden olduğunu not etmemişim ama en azından kitabın kronolojisine göre ilerlediğini belirtmek isterim.

Son olarak, her maddeye dair paragraflarca yazasım veya üstüne sohbet edesim olduğunu paylaşmak isterim. Aşağıdaki alıntıları yorumlamamak için kendimi zor tutuyorum. Sadece, çok çok çok içime işleyen cümleleri kalınlaştırdım.

– Ekolojik hareket, tahakkümün her türlüsüyle uğraşmadan başarıya ulaşamaz.

– Evet, değişime ihtiyacımız var; ancak değişim öylesine temel ve kapsamlı ki devrim ve özgürlük kavrayışları bile geçmişteki tüm ufukları zorlamalıdır.

– İnsanla insanın kavgası, insanla doğanın kavgasının uzantısıdır.

– (Ekoloji hareketine sesleniyor) Kirlenme ve koruma, “çevrecilik” ile uğraşırsa, mevcut sistemin emniyet subapı olmaktan öteye gidemez.

– “Daha büyük iyi” yerine “daha az kötü” için çalışmanın, yaşamanın anlamı yok.

– Yaşam tarzı devrimine ihtiyacımız var.

– (…) günlük yaşam temelinde doğal dünyanın güzelliğinin tadılması…

– (…) yalnız doğaya değil, insana karşı da yeni bir ekolojik yaklaşım.

– İnsanı insandan, insanlığı doğadan, bireyi toplumdan, kenti kırsaldan, zihinsel etkinliği fiziksel etkinlikten, aklı duygudan ve kuşakları kuşaklardan ayıran büyük uçurumlar artık aşılmalıdır.

– Ekoloji grupları, hükümetlerle, kurumlarla uğraşıp onlara çağrıda falan bulunmasın. Çağrı, halka ve doğrudan eylem kapasitesine yapılmalı.

– Mevcut kurumları, “uzmanları”, liderleri bir kenara itip yasa-üstü, ahlaki ve kişisel eyleme zemin hazırlamak…

– Değişimden çok saygınlık peşindeki kitle örgütleri (…)

– Yalnızca neyi reddettiğimiz değil, neyi kabul ettiğimiz de çok önemli!

– Bir halk teknolojisi vizyonu ortaya atmalıyız; yani, bireyin anlayabileceği, kontrol edebileceği, koruyabileceği ve hatta kurabileceği pasif, basit, ademi-merkezi güneş, rüzgar ve gıda üretim teknolojileri.

– Yerinden yönetime ve insan ölçeğine evet ama özyönetim, hiyerarşisizlik, komünal mülkiyet/mülkiyetsizlik, ortak karar alma süreçleri vs.ye dikkat.

– Teknolojinin vaatlerini, yani yaratıcı potansiyelini, onun tahrip kapasitesinden ayırmak…

– Gerçek anlamda organik olan anti-hiyerarşik  “ilkel” toplumlarda, eşitsizliğin yokluğunda eşitlik anlamına gelen bir sözcüğün olmaması…

– Organik bir toplumda; tüm insanlar, katkılarına bakılmaksızın, yaşam araçları üzerinde hak sahibi.

– Zayıfın kuvvetliye, hastalıklının sağlıklıya, (…) bağımlılığı. Gerçek özgürlük, aslında, eşit olmayanların eşitliğidir.

Adalet, ister mal isterse ahlaki değerler olsun, her şeyde eşitliği temel alarak mübadele ilişkilerine kol kanat germek üzere, özgürlüğün cesedi üzerinde yükselir. Artık zayıf kuvvetliyle, zengin yoksulla, hasta sağlıklıyla her bakımdan “eşittir”; zayıflıklarını, yoksulluklarını ve hastalıklarını saymazsak. Adalet özünde, eşit olmayanların eşitliği yerine eşitlerin eşitsizliği kuralını koyar.

– Bütün insanlar alıcılar ve satıcılar olarak eşittir. İnsanları birleştiren tüm bağlar (boylar, kabileler, loncalar) tamamen çözülmüştür.

– Kolektif insan tözel (monadik) insana; kanbağı, kardeşlik, meslek bağları mübadele ilişkisine dönüşmüştür.

– Piyasada insanlığı birleştiren tek şey rekabettir: Tek bireyin herkese karşı evrensel düşmanlığı

– Ekolojik bir toplum yaratmalıyız; yalnızca arzu edildiği için değil, doğrudan zorunlu olduğu için de.

– (Eski Yunan şehirlerinden bahsederken) Polis, maddi ihtiyaçlarını karşılayacak ve kendine yeterlilik yaratacak kadar geniş, bir bakışta görülebilecek kadar küçük olmalıdır. Ancak böyle bir poliste insanlar, insanlıklarını gerçekleştirebilecek, başka bir ifadeyle, rasyonel yargıda bulunabileceklerdir.

– (…) “sahici insanlar kenti”nin yurttaşlar tarafından kavranabilir olması! Bu olmadığı takdirde insanların yurttaş olamayacakları ve kamusal yaşamın ortadan kaybolacağı…

– Sahici bir kamunun varoluşu, becerebileceğimiz en doğrudan iletişim sistemini, özellikle yüz yüze iletişimi öngerektirir.

– Teknolojiyi, insanlığın doğayla ilişkilerini ahenkli kılmak için kullanmak…

– Ekotopluluk, doğrudan halk yönetimine, atıkların kırsal kesime verimli yollardan geri döndürülüşüne, yerel kaynakların maksimum kullanımına olanak sağlayan ademi-merkezi bir topluluğu anlatmalıdır; ve bunun yanında, kültürel çeşitlilikle psikolojik biricikliği destekleyecek kadar geniş anlamlı olmalıdır.

– Sorunu ortadan kaldırmak mı, sorunu çözmek mi? Çözmek, statükoyu barındırıyor.

– İlksel topluluklarda “yabancı”dan korkuluyordu, megapoliste herkes “yabancı”!

– Sahici devrimciler gücün “kitleler” tarafından gerçekten “ele geçirilmesi”nin ancak gücün dağıtılması olduğunu kabul etmelidir: İnsanın insan, kentin taşra, devletin topluluk ve aklın duygu üzerindeki gücünün dağıtılması.

– Kendiliğindenlik, öylesine oluşan davranış ve duygu değildir. Dış yaptırımdan, dayatılan kısıtlamalardan uzak davranış, duygu ve düşüncedir. Tutku ve eylemin denetimsiz akışı değil, özdenetimli, içsel olarak denetlenen davranış, duygu ve düşüncedir.

– Sistem, savaşarak ele geçirilmek yerine, kendisi düşmelidir; ve bu düşüş, sistemin kurumlarının içi yeni Aydınlanma tarafından boşaltıldığında, gücü fiziksel ve ahlaki olarak zayıfladığında olacaktır; yani isyancı kapışma gerçek olmaktan çok simgesel olacaktır. Devrimin karakteristiği olan “büyülü an”ın ne zaman ve nasıl ortaya çıkacağı kestirilemez.

– Devrimcilerin sorumluluğu devrim “yapmak” değil, başkalarının devrimci olmalarına yardım etmektir.

– (…) devrim yalnızca kurulu düzene bir saldırı değil, sokaklardaki bir şenliktir.

– Çarpık hedeflerle iş gören her örgütlü “devrimci” hareket, hiç hareket olmamasından çok daha kötüdür.

– Geleceği toplumdaki mevcut kısıtlılıklardan, verili ve geçici olandan kurmak, “geleceği” yalnızca şimdinin verileriyle kestirilen bir şey olarak görmektir. (…) Neredeyse tüm gelecekçi “senaryo” ve “vizyon”larda olan şey, şimdinin genişletilmesidir.

– Varoluşun anlamlı, doyurucu, yaratıcı olup olmadığına ve insan tinselliğinin potansiyellerini gerçekleştirip gerçekleştirmediğine bakılmaksızın “varolmayı” sürdürmek, kendi içinde bir amaç olarak uyum göstermeye yol açar. Hayatta kalma, günümüz toplumunun davranışına yön veren tek ilke ya da amaç olduğu oranda, o amacı destekleyebilecek her araç toplum tarafından kabul edilebilir.

– Toplumu, onun kurumlarından, ilişkilerinden ve değerlerinden doğmamış üçüncü bir göz ile irdelemedikçe, ideolojik ve ahlaki olarak, nefes alır gibi bilincinde olmaksızın “normal düşüncemize yer etmiş önvarsayımların tuzağına düşeriz.

– Gelecekçilik, geleceği yok etmektedir. (…) Şimdiyle radikal bir kopuş olmaksızın bir vizyon oluşturmak, şimdiden nitel olarak farklı bir geleceği inkar etmektir. Bu, tarihin bilgeliğini yok etmekten daha kötüdür; bu, toplumun daha insancıl bir dünyaya ilerleme vaadini ortadan kaldırmaktır.

– Gündelik yaşamın, zamanımızın devrimci projesinin merkezinde olması gereği (…)

—————————————–
Blog yazarının notu:

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz’undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda “çalışmak”tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında “para eden” şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi’takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki… 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman “doğrudan” getirmiyor. Hep bi’takım dolambaçlı yollar… Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir