zihnin işleyişi üzerine
Fena halde soyut sulara dalıyoruz; kemerlerimizi bağlayalım!
Şimdi… İnsanların duygu, düşünce ve davranışları var. Duygu ve düşüncelerin; okuduklarımız, etrafımızdaki kişilerin varlıkları, beş duyu ile algıladıklarımız ve diğer etkiler sonucunda içimizden bir yerlerden çıkan tepkiler olduklarını, davranışların da bunların neticesinde fiiliyata geçen tepkilerimiz olduğunu (virgülden önce tepki olan duygu ve düşünceler virgülden sonra etki olarak yer aldılar) söyleyebiliriz sanırım.
Bu durumda, hayatlarımızın (ve aslında “hayat”ın ta kendisinin) tamamen bir etki-tepki mekanizmasından ibaret olduğu sonucuna ulaşıyorum. Bir şeyler bir şeylere (misal A, B’ye) etkiyor, bunun sonucunda (B’de) bir tepkime gerçekleşiyor, bu tepkime (B) başka bir tepkimenin (C) etkimesi olurken, B’deki etkimenin C’de oluşturduğu tepkime de D’ye sirayet ediyor. Ve tabii, burada basitleştirdiysem de aslında geri besleme ile ve diğer karmaşık besleme sistemleri ile aslında B, A’ya; C, her ikisine ve diğerlerine de etkiyor. Velhasıl, her şey her şeyle sürekli bir etkileşim halinde ve hiçbir şey hiçbir şeyden bağımsız değil. Dünya, böylesine karmaşık bir ilişkiler yumağından ibaret.
Bu yazdıklarım nereden çıkıyor mesela? Bunları zihnim nasıl oluşturuyor, anlamlandırıyor? Okuduklarım, konuştuklarım ve dinlediklerim, duygularım, hayallerim, kurmacalarım, iç konuşmalarım vs.nin sentezi ile kafamda bir şeyler dönmeye başlıyor ve beni bu yazıya yazmaya itiyor. Peki bu yazıyı niye yazıyorum? Beni, kafamda dönen şeyi burada paylaşmaya iten şey(ler) neler, kim bilir. Neden her aklıma eseni değil de bazılarını paylaşıyorum? Sorular, sorular…
Attığımız her adımda binlerce etken var. Bu etkenlerin her biri bana etki ediyor ve bunun sonucunda benim tepkim o adımı atıp atmamaya, nasıl atacağıma, ne zaman atacağıma karar vermek oluyor. Ve eş zamanlı olarak atacağım diğer adımlar (bugün ne yemek yapsam, kitap mı okusam bahçede mi çalışsam, yazı mı yazsam yan gelip yatsam mı, su mu içsem çişimi mi yapsam) için milyonlarca tepkinin bende oluşturduğu etkiler söz konusu. Beyin tüm bunlarla nasıl başa çıkıyor?
Kısa bir süredir zihnin çalışma sistematiğine, bilinç kavramına ilgi duymaya başladım. Bu fitili yakan, birkaç ay önce köyde ziyaretimize gelen, üniversitede felsefe hocalığı yapan arkadaşım Murat oldu. Beynin çalışmasına dair birkaç şey paylaştı (bkz. etki) ve zamanla zihnimde bunun tohumu yeşerdi (bkz. tepki). İlginçtir, o günlerde değil de sonraki haftalarda kafamda dönmeye başladı bu konu. Ama konumuz bu değil.
“Konumuz” diye belirli bir şey de yok aslında, bu yazıda yapmak istediğim tek şey bütün bunların ilginçliğine ve derinliğine dikkat çekmek (bu arada bunları düşünerek delirebilirmişim gibi geliyor) ve biraz da az aşağıda yazacaklarımı iletmek.
Tüm bunları ve dahasını düşündüğümde, ilişkilerime baktığımda, çevremdekileri gözlemlediğimde çok basit ama bir o kadar da acayip bir yere ulaştım sanki bu sabah ve nasıl anlatabileceğimi merak ediyorum. Daha önce düşünmediğim, yazmadığım, okumadığım, ilk kez tanıştığım bir şey değil aslında ama başka bir biliş hali geldi sanki. Evet, bu sabah…
Herkes yapabildiğini yapıyor. Herkese her an binlerce, milyonlarca şey (fikir, görüntü, reklam, ses, his…) etki ediyor ve bunların neticesinde kişiler, karar vererek ya da vermeyerek bir şeyler yapıyor ve tepki veriyorlar. Bunları yukarıda yazdım zaten. Bu tepkiler, yani kararlar, yani davranışlar, o kişinin o an yapabileceği tek şey, başka bir seçeneği yok. Zira tüm o etkilerin ışığında o varlığın, o kişiliğin ne yapacağı kendiliğinden şekilleniyor ve bu şekillenmeye akıl sır erdirmek galiba olanaksız. Gerek inanılmaz, çok saçma veya zalimce olduğunu düşündüğüm gerekse son derece kabul edilir, onaylanır, olumlu bulduğum tepkiler olsun; bir kişiden çıkan ya da çıkmayan eylemler, o kişinin değişmez gerçeğidir.
Tam şu anda koluma havada çiftleşen iki tane sinek, bızzıırrrık diye bir ses çıkararak kondular (etki) ve ben refleksle kolumu oynatarak onları uzaklaştırdım (tepki). Niye yaptım bunu? Belki iğrendiğim, belki onların pis olduğuna dair bir yargım olduğu için, belki tenimdeki hissiyatı sevmediğim için, belki hepsinden, belki de başka sebeplerden dolayı. Bu kadar basit bir olayda bile ne kadar çok şeyin etkisi var kim bilir. Bir başkası, sineklerle daha barışçıl ilişki kurmuş, onlardan iğrenmeyen bir kişi, benim gösterdiğim refleksi göstermeyebilir, sadece durabilirdi mesela. Çünkü onun geçmişi, zihni, her şeyi farklı. Buraya kadar sorun yok. Sorun, o kişinin beni hayvan dostu olmamakla veya benim onu -mesela- pis olmakla suçladığımızda ortaya çıkıyor. Oysa ikimiz de geçmişimizden getirdiklerimizle, içimizden geliveren tepkiyi verdik sadece. Ama işin ilginci, eğer ki karşımızdakini suçluyorsak, yargılıyorsak, bu da yine bu durumda yapabileceğimiz tek şey! Hayata bakışımız, önyargılarımız, fikirlerimiz vs. neticesinde, bir olayla karşılaştığımızda onu otomatikman yargılıyor ya da yargılamıyoruz. Yine yapabileceğimiz bir şey yok sanki. (Çok mu karışık olmaya başladı?)
Bu, refleks ile ilgili bir örnek ama refleks olmayanlarda da aynı mantık geçerli değil mi? Eğer birazdan yazacaklarım bu sorunun cevabını “evet”liyorsa, aslında tüm hayatın -bir nevi- reflekslerden ibaret olduğu sonucuna bile ulaşabiliriz. Ve buradan tuhaf bir “hiçlik”e ve “her şey boş aslında”ya ulaşmak da olası. Ama korkmak yok, devam…
Hemen hepimiz tarafından kötü atfedilen şeylere bakalım: Mesela öldürmeye. Öldüren kişi, bu eylemi yapmadan önceki yaşamında -irili ufaklı- katrilyonlarca etkiye maruz kalmış. Günde birkaç kere karnı acıkmış ve kim bilir karnını nasıl doyurmuş; yüzlerce-binlerce kişiyle konuşmuş ve kim bilir neler duymuş, duydukları onda neye yol açmış ve neler söylemiş ve onun söyledikleri karşısındakini nasıl etkilemiş …; okumuş mu, nerede okumuş, hocaları, arkadaşları nasıl insanlarmış, arkadaşlarının aileleri nasıl insanlarmış; yaşadığı yer nasılmış; bir inancı var mıymış; berberi saçını nasıl kesmiş; beğendiği kız ona yüz vermiş mi, vermemiş mi, vermemekle kalmayıp onu küçük mü düşürmüş vs vs vs. En sıradan gündelik hayatta bile bize tesir eden sonsuz sayıdaki etkileşimin sonucunda biz, biz oluyoruz işte. Olay an’ı geldiğinde ise, -biraz fazla basitleştirdiğimi düşünebilirsiniz ama- kahramanımız o kişiyi öldürmeye karar veriveriyor işte. O an’a kadarki yaşanmışlıkları, değerleri, duyguları, düşünceleri bir oluyorlar ve öldürmenin doğru olduğuna hükmediyorlar veya böyle bir çözümleme bile yapmadan öldürüveriyor.
Ki bu, muhtemelen en hemfikir olduğumuz kötülüklerden biri. Bunda bile bir miktar öznellik var mutlaka ama çok daha öznel konulara gelince olay iyice acayipleşiyor. Acayipleşmek derken, yargılamanın anlamsızlığı ve boşluğu (ama yukarıda yazdığım gibi belki de kaçınılmazlığı) ve aslında hiçbir şeyi, hiç kimseyi değiştiremeyeceğimiz, kendi duygu ve davranışlarımıza bile yön veremeyeceğimiz gerçeği ve bunun sonucunda ortaya çıkan tuhaf hiçlik hali ve yine tuhaf bir çeşit huzur (hâlâ takip edebiliyor musunuz bilmiyorum).
Yeni örnek: Birtakım kravatlı adamlar, güzelim İstanbul Boğazı’na üçüncü köprüyü kondurdular, beton yığınını oraya diktiler, falan filan. Bunun sonucunda üç milyon ağaç kesildi, irili ufaklı birçok canlı öldü, İstanbul sakinlerinin (ki pek de sakin sayılmazlar) temiz havaya erişmeleri bir nebze daha zorlaştı, şehrin akciğerlerinde kocaman delikler açıldı. Bir de bu köprünün kuzey İstanbul’a taşıyacağı nüfusu, büyümeyi ve çirkinleşmeyi falan düşününce fena hâlde içim sıkışıyor. İçimde ilk yükselen şey öfke oluyor ve bunu nasıl yapabildiklerine hayret ediyorum, kızıyorum, sinirleniyorum vs. Diğer taraftan bakınca ise, hayata kendi gözlükleriyle bakan gri ve bıyıklı adamları, kalkınma, inşaat yapma hırs ve isteklerini görüyorum; bunla da kalmıyor, kendi ceplerini doldurmak için bir sürü alavere dalavere yapıyorlar. Bana göre bunlar çok yanlış davranışlar olabilirler ama onların da gerçeği bu hocam, naapıcaz? Gerçekten soruyorum, naapıcaz?
Burada birtakım etik değerler falan geliyor aklıma. Öldürmeme, doğa sevgisi, bütünün iyiliği, şu-bu… İyi de bunlar nereden ve nasıl geliyorlar aklıma? Beni “iyi”, bu adamları “kötü” yapan şey, daha doğrusu böyle düşünmemi sağlayan şey ne? Etik değerlerin etik olduğuna kim karar veriyor? Bir şeyin bütün için iyi olması desek ve kendi adıma buna çok katılsam bile, bu adamın yaşanmışlıkları, düşünceleri ve duyguları benle aynı yere ulaşmadıysa, onun doğrusu benimkilerden çok farklı olduğu için ben bu adama nasıl hâlâ kızabilirim? (Ama işte içimden kızmak geliyorsa da kızıyorum, buna da yapacak bir şey yok! Bkz. birkaç üst paragraf) O da nihayetinde kendisine etkiyenlerin sonucunda birtakım tepkiler veriyor hayata. Tıpkı ben gibi, sen gibi ve diğerleri gibi…
Daha küçük çaplı, gündelik meselelere bakınca da: Bana yalan söyledi, çünkü şu anda onun doğrusu yalan söylemekti. Bana cevap vermedi, çünkü vermeyesi geldi. Bana vurdu, çünkü vurası geldi; çok sinirlendi, kızdı, ders vermek istedi, yaptığımın bedelini ödetmek istedi vs. Beni işten attı, çünkü mevcut koşullar ışığında onun için en doğrusu beni işten atmaktı. Bana sarıldı, çünkü içinden bu geldi. Bana çay getirdi, çünkü içinden bu geldi. Beni dinledi, çünkü dinleyebildi, çünkü o an bana yoğunlaşma kapasitesi vardı. Beni dinlemedi, çünkü dinleyemedi, çünkü aklı başka bir şeyle meşgul.
Tüm bunları düşürken, dönüp dolaşıp kabul denen yere varıyorum. (Bu yazıyı okuyan birileri benle aynı yere vardılar, birileri itiraz ediyor, birilerinin kafası karıştı; çünkü hepimiz farklı etkilerin tesirinde belli sonuçlara vardık/varıyoruz.) Olan biten her şeyi, en çok da haksızlık diye nitelendirdiklerimi, kötü atfettiklerimi, beğenmediklerimi kabul edebildiğimde huzur bulacağımı ve kabul etmediğimde bir yere varamayacağımı hatırlıyorum*.
* Bahsettiğim kabulün, proaktif bir kabul olduğunu, hiçbir şey yapmamak demek olmadığını, doğru bildiklerim doğrultusunda elimden geleni yapıp ötesini kabul etmek, almak olduğunu düşündüğümü önceki yazılarda birkaç kez yazmış olmalıyım.
Ertesi gün yazının devamı geldi: https://icimdensohbetler.blogspot.com.tr/2016/09/zihnin-isleyisi-uzerine-2-ne-kader-mi.html
9 Yorum
Tijen
Caaaaaanımmmmmm
Account Mix
ben de bunu ekleyeyim
http://okyanusum.com/makale/mikroplar-zihinle-oyun-oynayabilir/
Melike Sönmez
Kişiler, kişilere ait düşünce kalıpları, yetişme şartları ve uğradığı bilgi bonbardımanı sonrası o an ki davranışlarını öznel kabul etmek zorundayız. Ve her öznel değer, bir diğer öznel değer kadar kıymetlidir. Ta ki evrensel değerlerle uyuşmadığı ana kadar. Öldürmek, yalan, vs… gibi evrensel değerler veya doğaya zarar vererek tüm insan ırkının geleceğini çalmak gibi evrensel değerler, bence tartışmaya, redde, öznelleştirmeye açık değildir. Yapılabilecek bir şey var mı? An da değiştirmek mümkün değil tabi. Ancak bireysel anlamda bu yazın bile, geleceğe yönelik bir değiştirme, doğru pencereyi işaret etme çabasıdır. Bunu görebilecek gözlere, bu çığlığı duyabilecek kulaklara ve anlayabilecek beyinlere belki daha önce hiç bakmadığı bir açıdan bakma imkanı verebilirsin. Yani kişi olabildiğin kadar, insan olabilmeyi de öğrenmeye çalışmak güzel iken, diğer varlıklara da örnekleme yapmak onlara da hem kişi hem insan olabilecekleri konusunda bir el uzatmak yaptığın ki bu da çok güzel bence. VAR OL VE SEVGİYLE KAL EMRE
emre
GÜzel yorumların için çok teşekkürler. Ama yine şunu düşünmeden edemiyorum. Eğer dediğin gibi bu yaptığım şeyler güzelse, bunu, içimden geldiği için yapıyorum. Bunları düşünüyorsam, düşünebildiğim için düşünüyorum. İçinden böyle şeyler yapmak gelmeyen veya düşünemeyenler de yapmıyor ve düşünmüyor. Pofff nereye varacak bu iş ((:
emre
eyvah eyvah, işler iyice karışıyor ((:
paylaşım için teşekkürler. ilginç bir yazı…
Bilgi
Kabul noktası aslında bir nevi "izleyici olma" hali. Bu hal budizm'de de var galiba. Yani olanı "iyi" veya "kötü" olarak yargılamadan "izlemek"…
Şu anda gelebileceğimiz en iyi nokta bu diye düşünüyorum. Dediğin gibi pasiflik içermiyor. Dışarda olup biteni kabul ve izleme, içerde tahmin edemeyeceğimiz derinlikte kapılar açacaktır.
Sevgiyle.
sesli chat
Sevgili hocam daima paylaşımlarınızı takip ediyorum süpersiniz Teşekkürler güzel paylaşımlarınız için yakından takipçinizim.
kadınlarla sohbet
süperrr
emre
Çok teşekkürler ama bir yandan da estağfurullah ((;