geçicilik
Dün gece, 22:30 suları olsa gerek, çişimi yapmak için bahçeye çıktığımda, güneybatı yönünde muhteşem bir ay beni selamlıyordu. Rengi hardaldı; “hiç görmediğim bir renkteydi” diyeceğim ama kesin görmüşümdür de unutmuşumdur. Hep öyledir ya; her yıl yazın sıcaklara şaşırırız, kışın ilk kez üşüyor gibi yaklaşırız soğuğa… Bir yıl görmediğimiz bebeği yeniden gördüğümüzde ne kadar büyümüş olduğuna hayret eder, bir sonraki bebekte aynı durumu yeniden yaşarız; “vay be,” deriz yine, “ne zaman büyüdü bu velet?!”
Başka bir şey diyecektim, savruldum. Ay, aşırı derecede muhteşem ve romantik bir fotoğraf veriyordu. Zihnime kazımaya çalıştım, zira bendeki makinelerle bu an’ı ölümsüz kılmayı denemek tek kelimeyle beyhude. Gerçi ne kadar iyi bir makine ve fotoğrafçılık bilgisi de olsa, o an’ı gerçekten yansıtmak ne kadar mümkün bilemiyorum. Her şeyi kusursuz çeksen yine de ulaşamayacağın bir perspektif var çevrede; ayrıca solmaya yüz tutmuş papatyaların kokusu var, baykuşların ve kurbağaların sesleri var. İçte kıpırdayan bir ruh var; tüm bunlar nasıl aktarılır ki…
Bunu da demeyecektim aslında. Ayın bu muhteşem görüntüsünü, çevredeki tamamlayıcılarla içime çekerken şunu düşündüm: Pazar günü “evet” de çıksa, “hayır” da, bu ay yine şuradan doğacak, şuradan batacak. Ertesi gün yerini güneşe bırakacak, küçülmeye devam edecek falan ve sonra bir iki gün yok olduktan sonra yine görünür olacak. Ben aşık da olsam, bir sebeple acı da çeksem (ki bu ikisinin yan yana geldiği de oluyormuş diyolaa), Venüs orada parlamaya devam edecek. Dünya savaşı çıksa, her şeyi (her şey derken?), yani dünyadaki her şeyi yok etsek (olsa olsa, şekil değiştirmesine yol açabiliriz aslında), güneş yine patlamalarına ve sistemdeki gezegenlerini aydınlatıp ısıtmaya devam edecek. En azından birkaç milyar yılcık daha…
Diğer yıldızlar da kendi yerlerinden göz kırpmaya devam edecekler ve bildiğim kadarıyla, benim ne düşündüğüm, ne hissettiğim, bu minik mavi küredeki insanların ne yaptığı onları hiç ilgilendirmiyor. Burada cenneti yaşamaya başlasak da, cehennemi oluşturma yolunda yeni adımlar atsak da, rüzgâr yine esecek, gece-gündüz birbirini takip etmeye devam edecek, bakteriler yine keyiflerine bakacak, falan…
Çalışma, Bahar’ın profilinden alınma; o da web’den bulmuş. İsmi “geçicilik” olsun. |
Nasıl söyleyeyim bilmem ki! Bi’ halt değilim, bi’ halt değilsin, bi’ halt değiliz işte, onu anlatmaya çalışıyorum. Nihayetinde ölüp gideceğiz ya buradan bir gün. Önümüzdeki yıllar acayip gelişmelere gebe de olsa, hayatın gerçeği olan ölüm hep var olacak (sanırım). Öngöremeyeceğim gelişmeleri bir yana koyarsam, bu yazıyı okuyan hiç kimse 100 yıl sonra hayatta olmayacak (Belki en genç okuyanlardan bir-iki istisna…) Şu an yaşadığımız sevinçler, üzüntüler; hiçbirinin esamesi okunmayacak.
300 yıl önce, bugünkü Kırşehir’de yaşayıp ölmüş bir çiftçi mesela… Kim bilir neler yaşadı, hissetti… Ne neşeler, hüzünler, heyecanlar, kederler… Ama bitti gitti çoktan ve şu an o kişiyi bilen kimse yok.
Bir şekilde tarihe damga vuracak bir şey yapmayan herkes unutuluyor. Tüm o duygular, yaşanmışlıklar kolektif hafızaya kaydediliyor ve bireyler ise silinip gidiyor işte.
Nereye varmak istiyorum? Kasmaya gerek yok, galiba buraya… Şimdiye odaklanmaktan, doğru bildiğini yapmaktan, keyif almaktan öte her şeyin boş olduğu noktasına… Kavgalara, tartışmalara, yargılamalara alan açarak hayatı zehir etmeye hiç gerek olmamasına… Ve bunu bir an önce kabullenmeye… Ne kadar erken kabul edersek, o kadar rahat edeceğiz sanki.
Yazıyla pek de alakası olmayan bir şarkı paylaşmak istedim. Az önce çalıverdi ve içimi fena kıpraştırdı. 90’lara, Yıldız Tilbe’ye ve şarkıya harika bir şekilde hayat veren Ceylan Ertem’e selam olsun.
—————————————–
Blog yazarının üç notu:
1 – Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi “Yeni”ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.
2 – Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum.
3 – Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık armağanı iletmek istersen bana ulaşır mısın?
emreertegun@gmail.com