bize dair

oğlan & kız

Oğlanla kız tanışmış ve hızlıca yakınlaşmış, kaynaşmış. Kaynaşmalarına herhangi bir isim koymaya, onu şekillendirmeye yeltenmemişler. Kendiliğindenliğe, akışa, olacakların hayrına güvenmişler.

Aralarında oluşmaya başlayan bağı tutmak her zaman çok kolay olmamış ama bir şekilde kotarmışlar; ayrıca mümkün olduğunca sık bir araya gelmeyi, arada sendeleseler de kopmamayı becermişler. Akışa ve kendiliğindenliğe güvenirken bunun hiçbir şey yapmamak olmadığının da farkındalarmış.

Birkaç yanyanalıktan sonra bir ilişki konuşması (“the talk”) yapmak kaçınılmaz olmuş. Zira her ne kadar bunu tanımsız, kalıpsız bir şekilde yaşamak isteseler ve böyle sürdürmeye niyet etseler de varlığını iyice belli eden ve artık görünür olan ilişkiyi görmezden gelmenin de bir anlamı yokmuşmuş.

Konuşma yapılmış; duygular, düşünceler, beklentiler ve niyetler paylaşılmış; ilişkinin seyrine dair ortak bir zemine gelmişler. Anahtar kelimeler şeffaflık, kendiliğindenlik ve özgür sevgi/aşk imiş.

***

Şeffaflık, ilişkiye dair önemi olan her şeyi birbiriyle paylaşmak anlamına geliyormuş. Bir şeyleri saklamamanın, gizli gündemlerle yaşamamanın, her hissiyatın ve ihtimalin ilişkinin bir parçası olduğunu bilmenin ve gelen her şeyi kabul etmenin önemini biliyorlarmış ve her şeyin “normal” olduğunu da… Eh bu durumda saklamaya, gizli tutmaya gerek duyacak nesi kalırmış ki insanın…

Kendiliğindenlik; ilişkinin kendi seyrini, inişlerini, çıkışlarını; doğum-ölüm-doğum süreçlerini kabul etmek anlamına geliyormuş. İlişkiyi beslemek önemliymiş elbette ama bunu; olanla kavga etmeden, akıntıya karşı kürek çekmeden yapmanın şifalı ve hayırlı olduğuna inanıyorlar, düşünüyorlarmış. Suyun zaten akıp yolunu bulduğunu, bulacağını ve yapacaklarının, olsa olsa, buna küçük yönler vermek olabileceğini biliyorlarmış.

Özgür sevgi ise sevginin su gibi akmasını kolaylaştırmak, daha doğrusu zaten kendiliğinden akan sevginin önüne set çekmemek anlamına geliyormuş. Ve bu, önce kendine, sonra ise birbirine, diğerlerine ve bütüne duyulan sevgiyle ilgiliymiş.

Kişinin kendini sevmesi elzemmiş, aksi takdirde gerçek anlamda sevmesi ve sevilmesi pek mümkün değilmiş. Öz sevgisinin önünü tıkamaması, iç eleştirmenine takılıp aslında hep orada olan sevgiyi görmezden gelmemesi önemliymiş.

Kişinin diğerini sevmesi ve ona özgürce akması da öyle. Korkuları, endişeleri, “meli”-“malı”ları yavaşça yere bırakıp içinden nasıl sevmek geliyorsa öyle sevmesi, o kişiye öyle akması hayırlıymış. Ne rollere bürünerek ne hissetmediğini hissediyor gibi yaparak -önce kendini- kandırmak ne de hissettiğinin üstünü örtmek, görmezden gelmek, bunlardan korkmak iyi bir fikirmiş. Sadece olanın önünü daha da açmak, onu görünür kılmak, onu yaşamakmış olay.

Kişinin diğerlerine olan sevgisi, ilgisi, çekilme hâlleri de son derece doğalmış. Doğal olmayan; hayatlarını illaki bir kişiye angaje etmek, sadece onla nefes almak, tüm ihtiyaçları ondan karşılamak, beklemek, talep etmek; bunlar gerçekleşmediğinde öfkelenmek, kızmak, kavga etmek, hayâl kırıklığına uğramakmış. İçlerinde var olan sonsuz sevgi potansiyelini kıstırıp küçültmek ve tamamını bir kişiye sunmak -zorunda olmak- ve aynı şekilde her şeyi bir kişiden beklemek biraz zorlama bir hareketmiş ve bundan özgürleşmeleri gerektiğini düşünüyor, hissediyorlarmış. Dolayısıyla bu ilişkiye, farklı biçimlerde, üçüncü, dördüncü, beşinci şahısların dahil olması da mümkünmüş. Bu durum(lar)da zorlanabileceklerinin farkındalarmış ama gerçek olmak, akan sevgiye set çekmemek adına bu zorlanmalar da hoşgelsinmiş.

Çizim için Tijenciğime (İnaltong) kocaman teşekkürler

Süreç bu şekilde akıp gidiyormuş. Arada tökezlemeler olsa da anahtar kelimelerin varlığı unutulmamış, ilişkide varlıkları her daim hissediliyormuş.

Kendiliğindenliğin önünü tıkamamaya çalışıyorlar, sevginin önündeki tüm engelleri kaldırmaya gayret ediyorlar, içlerinde dönüp dolaşan her şeyi birbiriyle paylaşmaya özen gösteriyorlarmış. Yeri geldiğinde etkinlendikleri, yeri geldiğinde ilgi gördükleri diğer insanlardan bahsedebiliyorlar; bunlar kıskançlığa veya o tip diğer olumsuz hislere yol açıyorsa, yine bunları da korkmadan anlatıyorlarmış birbirlerine.

***

Sevginin özgür akmasına izin vermeye epey niyetliymişler. Başka insanlar, başka etkilenmeler, belki başka deneyimler olmasını -karşılaması zor olsa da- olağan buluyorlarmış. Bu, illaki farklı şeyler yaşayacakları anlamına gelmese de, en azından teoride bunun önünde kocaman barajlar olmadığını bilmek, ilişkinin üzerindeki gerilimi de azaltıyormuş. Şeffaflık olduğu ve birbirlerini tuttukları sürece korkacak bir şey yokmuş.

E zaten korkunun ecele faydası da yokmuş.

————————————————————–

Blog yazarının üç notu: 
1 – Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık armağanı iletmek istersen (para veya diğer) bana ulaşır mısın? 

2 – Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum. 

3 – Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi “Yeni”ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.

                                                          emreertegun@gmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir