bana dair

bir akşam yemeği

Dün akşamki menümüzde üç çeşit yemek vardı (genelde iki çeşit oluyor, bazen de tek). Perşembe günü pişirdiğimiz ve dün üçüncü kez yediğimiz tarhana çorbası, cuma günü pişirdiğimiz ve dün ikinciye yediğimiz bulgur pilavı, bir de salata.

Tarhanamız, gıdamızın büyük kısmını karşıladığımız Fethiye Üretici Pazarı’ndan, hep alışveriş yaptığımız ama adını unuttuğum teyzeden. Bir-iki ay önce bir kg almıştık; lezzeti, besleyiciliği ve pratikliği ile sıkışık zamanlarda kurtarıcımız oldu; bu hafta yine aldık. Önce -köyde kendi topladığımız zeytinlerden elde ettiğimiz- zeytin yağında sarımsağı biraz çevirdikten sonra, bu yıl ilk kez biraz domates salçası da (ki onu da aynı pazardan başka bir teyzeden almıştık) ekledim, iki çevirdim, sonra soğuk suyu boca ettim tencereye, üstüne de tarhanaları. Karıştır karıştır, kaynasın, biraz bekle ve hoopp çorbamız hazır.

Funda’nın pişirmiş olduğu bulgur pilavımız armağanlarla örülü. Karakılçık bulguru, Bayramiç’te üretim yapan sevgili Eda ve Emrah’ın hediyesi. İkisiyle de henüz yüz yüze, göz göze gelmişliğim yok ama sanki uzun zamandır arkadaşmışız gibi. Eda, blogdaki yazılarıma istinaden bir ay kadar önce bana yazdı ve maddi destek olmak istediğini belirtti, bir de kendi deyimiyle “gözlerinin nuru” karakılçık bulgurlarını nasıl ulaştırabileceklerini sordu. Bu tip durumlarda mümkün mertebe, kargo şirketlerinden faydalanmak yerine eş-dost kargo kullanmaya çalışıyorum(z). Birileri bir yerlerden bir şey gönderecekse, acil bir durum olmadığı sürece, gelen-giden birilerini bulmaya çalışıyor, gerekirse biraz fazladan bekliyoruz. Hem ekolojik ayak izimiz azalıyor hem masrafsız oluyor hem de bu seçim, sürpriz arkadaşlıklara, buluşmalara gebe olabiliyor. Kargo ise son çare…

Funda o sıralar zaten İstanbul’a gidecekti ve onları yazıştırdım. Kısa bir kahve içimlik buluştular, Funda Eda’yı çok sevdi (sanırım tersi de geçerli), bulgurları ve Eda’nın bana ulaştırmak istediği cömert para armağanını ondan aldı ve güneye getirdi. O sırada Alanya’da, annemlerin yanında idim ve bulgurların bir kısmı onlara kısmet olmuş oldu (yaptın mı anne?). Bulgurda kullanmış olduğumuz kuru domates ve kuru patlıcanlar, çok sevgili Nihal ve Ceyhan’ın (Kır Çocukları) hediyesiydi. Geçtiğimiz ay bir siparişimiz olmuştu ve Nihal, sıklıkla yaptığı gibi bir hediyeyi de sıkıştırmıştı kolimizin içine. Soğanı önceki gün pazardan aldık; marketlerde veya şehirlerdeki pazarlarda kolay kolay bulamayacağınız bir şekli olan, lezzetli bir soğan (bir adı vardır mutlaka ama ben bilmiyorum). Zeytinyağının menşeini yukarıda paylaştım zaten. Böylesine armağan ve hikâye dolu ürünlerden çıkan bir yemek, keyifle ve sevgiyle de yapıldığında muhteşem oluyor elbette. Bayıla bayıla yedik iki gün üst üste. Üstelik Funda’nın pişirdiği ilk bulgurdu.

Salatayı ise dün, hiç acele etmeden, tadını çıkara çıkara yaptım. Roka ve maydonozlar, önceki haftaki pazar alışverişinden sağ kalan gıdalarımızdı; marul ve çok az taze soğan bahçemizden hasat; turp, havuç ve pancar, bu haftaki pazardan; limon eski köyüm Çandır’dan Işıl’ın hediyesi, nar ekşisi Fethiye pazarından (aslında biz de yaptık bu yıl ama önce satın aldığımızı bitirelim diyoruz), zeytinyağını biliyorsunuz. Malzemeleri bir güzel kesip biçip koparıp bir araya koydum, Güneş’ten öğrendiğim şekilde ayrı bir kapta sosu hazırladım, Çankırı menşeili rafine olmayan tuzu da ekleyip karışıma boca ettim; sosla malzemeler iyice hemhâl olana kadar karıştırdım ve salatamız da hazır.

Yemeğimizi büyük bir keyifle yedikten sonra sofradan sonsuz şükür hissiyle kalkıp ertesi günkü kahvaltıyı hayâl etmeye başladım ((: Belki bir gün de kahvaltımızı anlatırım.

çizim: Argın Kubin

***

Bu arada özellikle salatayı yerken, ne kadar büyük bir zenginliği içimize aldığımızı düşündüm. İçinde yeşillik var, turuncu-mor-beyaz kök sebzeler var, limon ağacından çıkan meyvenin suyu var, nar ağacından çıkan meyvenin ezilip sıkıldıktan sonra birkaç saat ateşte buharlaştırılmasıyla ortaya çıkan (ne emek!) muhteşem öz var, diğer bir kıymetli ağacın yere döktüklerinden elimizle topladığımız zeytinlerin, köyde komşumuz fabrikada sıkılmasıyla elde ettiğimiz yağ var. Her bitkinin yetişmesinde güneşin (ateş), havanın, suyun, toprağın muhteşem işbirliği var. Sadece şu salatayı yiyebilmemiz için doğanın ve insanoğlunun ne büyük bir emeği var, yan yana gelen. Bunun farkına varınca da başka türlü yeniyor sanki. Salata deyip geçmek ne mümkün…

Afiyet oldu! ((:

*** *** ***

Sayın okuyucu,

Bu mecrada okudukların bir yerlerine dokunuyorsa, sana iyi geliyor ve bir şeyler katıyorsa, herhangi bir karşılık armağanı vermeye davet ediyorum seni. İçinden ne gelirse


((:

emreertegun@gmail.com

2 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir