
çember – 101
Çember’le tanışıklığım 2012 Temmuz’una dayanıyor. Dahil olduğum e-posta gruplarının birinde karşılaştığım, ne olduğunu hiç ama hiç anlamadığım ama bir şekilde çekildiğim bir etkinlikte tanıştık: Anadolu Jam’de. Ajandama not etmiş olduğum son başvuru tarihi gelene kadar tanıtımı birkaç kere okuyup ne olduğunu her seferinde anlamayarak başvuruyu erteledikten sonra son akşam 20:00 sularında formu doldurup “biraz son an’da ama…” diyerek yolladım ve Yeliz’den cevap gecikmedi: “Son an’da olsun, gönülden olsun.”
Sonraki haftalarda jam’e kabul edildiğim bilgisi geldi ve neyle karşılaşacağımı bilmemeye devam ederek 22 Temmuz geldi çattı. Bazı arkadaşlara bir etkinliğe gideceğimden bahsediyorum, ne olduğunu soruyorlar ve “Bilmem ki; eğitimimsi, kampımsı bir şey galiba.” gevelemeleriyle cevap veriyorum.
21 Temmuz akşamını hatırlıyorum. Taksim taraflarında bir arkadaşımlayım ve ertesi sabah otobüs ile Çanakkale yollarına düşeceğim ve içimde müthiş bir direnç ve “istemezük” var. Sonraki zamanlarda, bu tip dirençlerin, gerçekleştireceğim etkinliklerde başkalarında da oluştuğunu göreceğim. Meğer değişimden, yüzleşmeden korkan taraflarımız bizi geri tutarmışmış; kimi zaman zihinsel ve psikolojik sıkıntılar baş gösterir, kimi zaman ise beden bile işin içine dahil olur ve ne hikmetse tam da son gün birtakım mide bulantıları, karın ağrıları, migren krizleri, hatta kimi zaman kolunu bacağını kırmalar bile baş gösterirmişmiş.
Allahtan ki bir yerimi kırmadım ve ayrıca ön ödeme yollamıştım ve belki de en çok bu ödeme sayesinde yan çizmedim. İyi ki! İyi ki çemberle, topluluk hâli ile ve en çok da kendimle bir araya geldim. Meğer o güne kadar bambaşka bir iletişim(sizlik) içindeymişim. Yokluğu, varlık ile tanışınca anlıyor ya insan, kendimle olan gerçek bir ilişkinin yokluğundan haberim bile yokmuş. Ve 2012 Temmuz’undan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı; ki bunun bir numaralı müsebbibi çemberlerdir.
Bunun üzerinden yaklaşık 1,5 yıl geçtikten sonra ise başka türlü bir çember ile, The Way of Council geleneği ile tanıştım. Özü Jam’deki çemberlerden o kadar farklı olmasa bile, başka türlü bir ruhu varmış meğer council’ın. Ki bu ruhu anlamaya başlamam, council eğitiminin hemen ardından olmadı, birkaç yıl sonrayı buldu.
Council’ı anlama ve ondan öğrenme sürecimin devam ettiğini ve muhtemelen hiçbir zaman sonlanmayacağını fark ediyorum her geçen gün. Böylesine basit birkaç ilke çerçevesinde bir araya gelişlerde böylesine güçlü enerjilerin, paylaşımların, dostlukların ortaya çıkmasına; katıldığım, alan tuttuğum yüzlerce çemberden sonra bile hâlâ şaşırıyorum…
Anadolu Jam’de uygulanan çember, the way of council çemberleri ve duyduğum/duymadığım bir sürü farklı çember yolu, geleneği var. Ben hasbelkader the way of council geleneğini taşıyorum ve yazının kalanına onun üzerinden devam edeceğim. Bunla birlikte diğer yolların özlerinin de hep aynı olduğunu, hepsinin beni bana yaklaştırdığını belirtmek isterim.
***
Yazının geri kalanında kısaca council olarak anacağım ve Türkiye’deki taşıyıcıları olarak henüz içimize sinen Türkçe bir karşılıkta uzlaşamadığımız bu gelenek, dünyadaki çok çeşitli bilgeliklerden besleniyor olmakla birlikte en çok da Amerikan yerlilerinin iletişim şekillerine dayanıyor. Bir miktar modernize edildiğini, bizlerin anlayabileceği ve uygulayabileceği şekle büründürüldüğünü söyleyebiliriz. Babası Jack Zimmerman olan council’ın anası için ise Virginia Coyle’un adını analım.
Council’de, yazının son kısmında paylaşacağım birkaç ana niyetin/ilkenin kolaylaştırıcılığında bir araya gelir ve kendimizi ifade eder, birbirimizi ve alanı dinleriz. Çemberde oluşturduğumuz bütünün, tek tek parçaların toplamından daha büyük bir şey olduğunu; ortaya çıkan ortak bilgeliğin her birimizin aklından, zekasından daha büyük olduğunu biliriz.
Council, törensel bir alandır. Atalarla, doğayla, birbirimizle, elementlerle, yönlerle, görünen ve görünmeyen her türlü varlıkla olan derin bağlantımızı fark etmeye, dinlemeye yer açarız.
Başlangıç ve bitiş çoğu zaman ateş yakıp söndürerek, bazen de farklı yollarla mühürlenir. İçinde daveti duyan kişi (bunu, çoğunlukla kalp atışlarımızın hızlanmasıyla anlarız) ateşi yakar ve bir niyet, dilek, dua, şiir, şarkı ile veya o an hissettiği şekilde çemberi açar ve aşağıda anahatlarını aktarmaya çalışacağım şekilde hep birlikte akıp gideriz. Çemberin sonuna geldiğimizde de o anki akışa uygun bir şekilde (ateş yaktıysak onu söndürerek; ve bazen şarkıyla, bazen elele tutuşarak vs.) çemberi kapatırız.
Council’de kendimizi çoğunlukla sözel olarak ifade ederiz. Bunun ön planda olması, günümüz dünyasında en çok buna alışkın olmamızdan başka bir sebeple değildir. Aslında kimi zaman bedensel jestlerimiz, kimi zaman çıkardığımız anlamsız sesler, kimi zaman ise sessizliğimiz; zihnimizin ürettiği sözcüklerden çok daha iyi anlatabilir hâlimizi ve bu nedenle alternatif iletim yollarını herhangi bir council’de kullanmak için alanımız hep açık olmakla birlikte bazen de bu kaslarımızı güçlendirebilmek için sadece bedenle, sadece ses çıkararak, sadece bakışarak vs. gerçekleştirdiğimiz çemberlere oturduğumuz olur.
Oturmak demişken, council geleneğinde genellikle yerde oturulur; ki bu, toprağa yakın olmayı da sembolize eder (o an bir apartman dairesinde olsak bile). Fakat bu bir kural değildir; alanın ve grubun yapısına ve ihtiyaçlarına göre sandalyelerde veya koltukta da oturulabilir. Veya yerde oturuluyordur ancak gruptaki bir veya birkaç kişi için bu acı verici ve zorlayıcı bir deneyim olacaksa o kişiler için birer sandalye çekebiliriz. Council’de pek öyle köşeli kurallar, -meli -malı’lar yoktur.
Council’de merkezimizde bir sunak vardır. Burayı genellikle her bir katılımcının kıymet verdiği birer-ikişer nesne ile, bazen de doğadan topladığımız taş, kozalak vs. ile oluştururuz. Bunlara hemen her zaman ateş (açık hava olmadığı takdirde mum), su gibi elementler eşlik eder. Sunağımızın ne kadar şaşalı veya sade olacağı duruma göre değişebilir. Fakat öyle de olsa, böyle de; merkezdeki bu alan ciddi bir odaklanma ve enerji yaratır.
Council’de sözün kimde olduğunun somut ifadesi olarak bir konuşma nesnesi kullanırız. Konuşma nesnesi, kolaylaştırıcının ya da herhangi bir katılımcının getirdiği bir eşya olabileceği gibi, o an bulunuvermiş herhangi bir taş, çubuk vs. olabilir ya da düzenli toplanan bir grup ise, belki ortak yaratımla meydana getirilebilir. Nesne onu tutan kişinin kendini ifade edeceğini, diğer herkesin ise onu dinleyeceğini hatırlatır ve bu nedenle dinleme nesnesi olarak da adlandıranlar var (bu adlandırmayı pek severim!).
Çemberin en önemli özelliklerinden biri hiyerarşi barındırmamasıdır. Özel fiziksel durumlar için farklı yükseklikte oturuluyor olabilir ama enerjik olarak herkes aynı düzlemdedir; kimse kimseden daha üstün ya da aşağı değildir. Formu sayesinde çember, herkesin birbirinin yüzünü görebilmesini sağlar ve bu, iletişimin kolayca akmasını sağlar. (Tabii alanın elverişli olmadığı ve kare, dikdörtgen, elips, yamuk ve türlü amorf şekilde “çember”e oturduğumuz oluyor. Bu durumlarda geometrik olarak çemberden uzaklaşsak da niyetlerimiz bizi yine çember’de tutuyor) Yine nevi şahsına munhasır formu sayesinde, çemberde herkes merkeze eşit uzaklıktadır; bir sonraki yazıda anlatmaya çalışacağım merkezin bilgeliğini dillendirmeye de…
Hiyerarşi olmaması, çemberin akışını gözetecek birilerinin olmadığı anlamına gelmez. Çemberlere oturma konusunda deneyimli kişilerden ibaret bir oturumda gerek duyulmayabilir ancak çoğu council’in bir ya da birden çok kolaylaştırıcısı vardır. Bu kişi ya da kişiler, aşağıda paylaşacak olduğum ilkelere/niyetlere uyuluyor olduğunu ve çemberde paylaşılanların alana hizmet etmesini gözetirler; gerekiyorsa çemberin akışını belirler, gündemi paylaşır ve alanı tutarlar. Kolaylaştırıcının bu süreci ne şekilde yürüttüğünün net kuralları yoktur ancak council’ın ciddi bir geçmişi olduğunu göz önünde bulundurursak, buna dair bir patikanın olduğunu söyleyebiliriz. Bunla birlikte her kolaylaştırıcının kendine has yoğurt yiyişi olduğunu da hatırlatalım. Benim deneyimlediğim kadarıyla council geleneğinde ortak olan, kolaylaştırıcının fazla müdahaleci olmaması ve başta kendisi council ruhuna uygun bir şekilde orada var olarak ve örnek olarak akışı kolaylaştırması.

Council geleneğindeki ilkeler/niyetler, dört maddeden oluşur ve bu maddelerin her biri diğerleri ile bir bütünlük içindedir. Ayrıca bunlar arasında herhangi bir hiyerarşi yoktur; her biri bir diğerinin güvencesi ve destekleyicisi.
- Kalpten dinlemek: Çembere kalpten dinleme niyetiyle otururuz. Hemfikir olmak, uzlaşmak, ikna etmek değildir amaç. Bir diğerinin sözcüklerini, hareketlerini, belki çıkardığı sesleri veya sessizliğini izlerken ve dinlerken, elimizden geldiğince zihnimizin filtreleri ile değil, kalbimizin saflığı üzerinden açarız duyularımızı. Söylemesi kolay olup da uygulamada o kadar da kolay olmayan bir şey bu. Bunca yıl ve bunca çemberden sonra, ben de hâlâ her zaman bu saflıkta dinleyebildiğimi iddia edemem. Bunla birlikte çemberin daveti, bundan uzaklaştığımızı fark etmek ve tekrar tekrar kalbe dönmeyi ve oradan dinlemeyi hatırlamaktır.
- Kalpten ifade etmek: Dinlerken olduğu gibi, kendimizi anlatırken de gönlümüzden, özümüzden çıkana alan açmaya gayret ederiz. Çemberler bilgi yarıştırdığımız, haklı çıkmaya çalıştığımız, kendi doğrumuzu dayattığımız yerler olmaktan uzaktır. Burada aslolan, kendi hikâye ve duygularımızla orada var olmak ve bunları ifade etmektir. Alıntılar yapmak, düşünürlerin sözlerini ve düşüncelerini tekrar etmek yerine içimizdeki özden ifade bulmak isteyen deneyim ve duygularımızın kendilerini gösterme yeridir çember. Bunu kolaylaştıran en önemli etmenlerden biri ben dilini kullanmaktır. Bu, cümleleri birinci tekil şahıs üzerinden kurmaktır ve bunu yaptığımız sürece genellemelere, yargılara düşmeden hâllerimizi paylaşmamız daha kolay olur.
- Özü ifade etmek: Evet, birçoğumuz duyulmaya, kendini ifade etmeye son derece aç ve fırsat bulduğumuz an’da, hikâyemizi “Her şey toz ve gaz bulutuydu.”dan alarak anlatmayı sevenlerimiz var. Lakin zamanı daha bilgece değerlendirebilmek adına, anlatmak istediğimiz hikâyenin, hâlin, duygunun özünü ne kadar kestirmeden aktarırsak iletişim o kadar kolay ve akıcı oluyor.
- Spontanlık: Çemberde kendimizi ifade edeceğimiz zaman, o an’da içimizden çıkmak isteyene kulak vermemiz öneriliyor. Önceden planlayarak, hesap yaparak değil de tam da o sırada ifade bulmak isteyen şey ne? Neyin duyulmaya ihtiyacı var? Kendimi bıraktığımda ve zihnimde kurgulamadığımda, kendiliğinden dökülüveren ifadelerim neler? Hangi sözcükler, hangi ses tonu, hangi hareketler, hangi sessizlik?..
Bu dört madde birbirini besliyor ve doğuruyor; her biri diğerleriyle yakından bağlantılı. Ben kendimi kalpten ifade etmeye ne kadar yakınsam, alanda da kalpten dinlemeye o kadar açıklık oluyor. Alanda ne kadar kalpten ve derinden dinleniyorsam, kendimi kalpten ifade etmem o kadar kolaylaşıyor. Özü anlatma konusunda ne kadar özenli isem, yine, diğerlerinin beni dinlemesi kolaylaşıyor; spontanlığa kendimi ne kadar açabildiysem, çemberin o anki akışına ve ihtiyacına uygun şeyleri uygun şekillerde ifade edebilirim. Ben bunu yaptığımda, yine, daha rahat ve derin bir dinleme alanı oluşuyor, bu oluştuğunda, yine, ben de kendimi daha da kalpten ifade edebilmek için cesaretleniyorum…
Çemberin niyetleri/ilkeleri kural değildir. Bunlara uyulduğunda akışın ve iletişimin son derece kolaylaştığına yüzlerce kez şahit oldum ama nihayetinde herkesin yapabildiği kadarını yaptığını hatırda tutmak önemli. Karşımızdakinin kalpten konuşmadığını ya da mesela çok uzattığını, özde kalamadığını düşündüğümüzde de, mümkün olduğunca gönülden dinleyebilmeye kendimizi tekrar ve tekrar davet edebiliriz. Jack Zimmerman The Way of Council kitabında, bu tip durumlarda da sabırla ve kalbimizi açık tutarak dinlediğimiz takdirde, konuşan kişinin kalbe dönmesinin kolaylaştığını ifade ediyor.
Council geleneğinde kural diyebileceğimiz tek şey ise mahremiyet ilkesine riayettir. Çemberde olan çemberde kalır ve dışarıya taşınmaz. Bunun sebeplerini anlatmaya gerek olmadığını sanıyorum. Altını çizmek istediğim nokta ise, çemberde ifade bulan şeylerin, sonrasında katılımcılar arasında da sakız edilmemesi. Eğer ki bir kişi, söylediklerine dair geri bildirim, yorum vs. istediğini kendi ifade ediyorsa amenna; bunun dışında o kişinin yanında ya da yokluğunda, ondan duyduklarımız üzerinden konuşmayız. İstisnai olarak, eğer ki duyduklarımıza dair çok önemli olduğunu ve o kişinin yararına olduğunu kuvvetle hissettiğimiz şeyler varsa da bunu, o kişiden destur, izin alarak iletiriz. “Çemberde şu konuda böyle bir paylaşımın oldu, bu da bana bazı şeyler düşündürdü; eğer açıksan senle paylaşmak isterim; ne dersin?” gibi…
Devamı gelecek…
(Ki geldi! çember – 102’ye şuradan erişebilirsiniz: https://yeniyedogru.com/blog/2020/06/cember-102/ )
Bir yorum
Geri bildirim: