bize dair

Yeni Eril’in doğuşu

Var oluşun, eril ve dişil prensibiyle ne şekilde çalıştığına dair birkaç ay önce, algım ve bilgim yettiğince bir şeyler anlatmıştım. Bütünlüğü sağlayabilmek için, özellikle de bu konularda yeniyseniz, önce o yazıyı okuyup sonra bu yazıya geçmenizi öneririm. (bağlantısı burada: eril-dişil )

***

Derinlemesine tarih bilgisinden veya toplumsal süreçleri bütünsel bir şekilde değerlendirme yetisinden uzak hissediyorum aslında. Fakat içimde, tarihsel gelişimi de kapsayan birtakım değerlendirmeler konuşuyor ve onlara kanal olmam gerekiyormuşum gibi geliyor.

Bir zamanlar anaerkil bir dünyada yaşarken bir noktada bu değişmiş ve ataerkil bir döneme girmişiz. Bunun, avcı-toplayıcılıktan tarım devrimine geçişle ve doğanın bir parçası olduğumuz bilişinin, onun sahibi olduğumuz yanılgısına dönüşmesiyle kol kola gittiğini hayâl etmek zor değil. Sahipliğin (mülkiyet) ortaya çıkması kendimizi diğerlerinden ayırmamızın, gıdamızı yetiştirmemiz ise yaban doğadan kopuşumuzun uzantısı oldu. Daha doğrusu bütün bunlar, iç içe bir şekilde birbirini yarattı.

Bu dönemin ilk zamanlarında belki daha masumane şekillerde yol aldıysak da gerek hızlı nüfus artışı gerekse kişi başına düşen hırs ve sahip olma arzusunun yükselmesi ve içine düştüğümüz ayrılık bilinci ile gitgide daha bireyci yaşam formları hâline geldik.

Toplumsal anlamda da kabilelerden küçük şehir devletlerine ve oradan devasa imparatorluklara geçiş yaptığımız süreç; özellikle de coğrafi keşifler, rönesans ve en sonunda endüstriyel devrimle ilerleyip kapitalizmle taçlandı. Bütün bunları fazlaca yüzeysel ve basitleştirerek anlattığımın farkındayım fakat bu yazıda anlatmak istediğim şeyler için yeterli zemin sağladığını düşünüyorum. (Daha derinlemesine bir şekilde, istesem de anlatamam; o başka.)

İşte bu 10 bin yıl, hayatın özü ile bağı her geçen gün azalan, gittikçe hastalanan erilin dönemi idi. Fethetmek, yapmak, başarmak, elde etmek; hep daha fazlasına, hep daha ileriye, hep daha çoğuna erişmekle ilgili idi. Bir süredir ise bu dönemin sonuna geldiğimizin çeşitli sinyalleri her yerden çınlıyor. Gezegenimizin sağlığı ile ciddi şekilde oynadık ve ekolojik sürdürülebilirlik anlamında alarm zilleri çalıyor; aynı şekilde ve bunla da bağlantılı olarak ruhlarımız da ciddi bir çöküşte. Büyük çoğunluğumuzun mutluluktan, huzurdan çok uzak olduğunu söylemek mümkün. Anlamdan, hafiflikten ve ayrıca neşeden, coşkudan, heyecandan çok uzak düştüğümüz bir dünya yarattık el birliğiyle. Ve hangi sosyal veya ekonomik statüden, hangi cinsiyetten, hangi yönelimlerden vs. olursak olalım, bu uzaklığı neredeyse her birimiz yaşıyoruz.

Ancak neyse ki bir süredir değişim çanları çalıyor. Epeydir bir eşikteyiz; yepyeni bir dünya yaratma kapısının eşiğinde…

***

Bana göre bu kapıdan geçebilmek; kendimizle, birbirimizle ve doğayla yeniden bütünleşmek için öncelikle mevcut duruma bir eyvallah vermemiz icap ediyor. Olan bitenle ve geldiğimiz hâl ile kavga etmeden ve pişmanlık girdabına girmeden, tüm bu süreci yargısız bir yerden görerek durumu kabul etmemiz ve sonrasında harekete geçmemiz… İşte bu ikisi, tam da dişil enerjinin yeniden güç bulması ve buradan sağlıklı erilin doğması sürecini işaret ediyor. Kadın-erkek demeden her birimiz ve bütünümüz için elbette…

Bu noktada, dişil enerjinin güçlenmesini; tüm bu olanlar karşısında sükûnetini korumak, kaybettiklerimizin yasını tutmak ve olmakta olanı bilge bir yerden kabullenerek her şeye rağmen şefkati beslemesi ve yaraları sarma becerisi olarak açıklıyorum.

Sağlıklı erilin doğmasını ise, güçlenen ve her birimizi barındıran ve rahim vazifesi gören dişil enerjiden aldığı güçle; harekete geçme, vizyon oluşturma ve bunu hayata geçirme yetisi olarak tanımlamak istiyorum.

Her erkeği bir kadının doğurmuş olduğu gibi, sağlıklı erilin de sağlıklı dişilden doğacağını, aynı şekilde eylemlerimizin ve yapma hâlimizin (eril) de doğal oluş hâllerimizin (dişil) uzantısı olarak hayata geçtiği takdirde gerçek anlamda değer üretebileceğini sanıyorum.

Görsel: Ebru Adıyaman

***

Bunların birçoğu bir süredir az-çok içime yerleşmiş durumdaydı ve yaşamım bu hikâye üzerinden akıyordu zaten. Son zamanlarda ise bir şeylerin eksik olduğu duygusu içimde belirmeye başlamıştı ve geçtiğimiz aylarda gerçekleşen bir çalışma bunun adını koydu. Meryem Suna’nın, sevgili dost İbrahim ve diğer canların da katkılarıyla ilk kez ortaya koyduğu “Kadir Erkek Vizyonu” çalışması, eksik olan taşı gediğine yerleştirdi: Vizyon oluşturma gerekliliği.

Yalnız buna geçmeden önce, çalışmanın başında yaşadığım bir farkındalığı aktarmak istiyorum, ki tüm bu yazdıklarımla da ilintili. 12 erkekle bir araya geldiğimiz ilk akşam, etrafıma şöyle bir baktım ve hayatımda ne kadar güzel adamlar olduğunu, onları ne kadar sevdiğimi yeniden bildim. Üç yıl önce yazmış olduğum yazıda (“İmdat, her yer kadın!” ya da “Erkeklere güzelleme”) da anlattığım gibi, epeydir erkeklere başka türlü bir aşkla yaklaşıyor, onların varlığından daha bir heyecanla dolup taşıyorum. O akşamki farkındalığım ise bunun nereden geldiğine dair idi: Ben tüm bu adamları, tam da kendi içlerindeki dişil’e uyandıkları/uyanma yolculuğunda oldukları için bu kadar seviyordum.

Aynı yazıda bahsettiğim üzere, kadınlar bu konuda -bence- bizden daha fazla yol aldılar fakat erkeğin kat ettiği yol, sanki deplasmanda atılan golün iki gol sayılması gibi (ki o, tam olarak öyle değildir aslında) bir etki yaratıyor bende. Zira erilin bedenlenmiş formu olan erkeğin, içindeki dişil’e açılması kadınınkinden daha az kolay bir adım. Kadında varoluş gereği daha baskın olan kimi güdüler erkekte biraz daha ikinci planda kaldığı için olsa gerek, bizde bu yöndeki küçük bir kıvılcım bile içimi coşkuyla dolduruyor.

Bunu biraz daha toplumsal bir yerden açıklamak istediğimde, yine basitleştirerek, şöyle bir cümle oluşuyor zihnimde: Sağlıksız erilin büyük oranda egemen olduğu insanlıkta, bunun karşı kutbunda son birkaç on yıldır gücünü kazanan bir dişil güç var ve bunun başını doğal olarak kadınlar çekiyor; onların hemen ardından ise erkekler, içlerindeki dişil’i fark ederek bu oyunda kadınların yanında saf tutmaya başlıyorlar. Nasıl ki özellikle geçtiğimiz yüzyılın ortalarından itibaren, kadınlar yakıp yıkan eril enerjiye teslim olmaya başlayıp bu süreçte erkeklerin yanında yer alarak çöküşü hızlandırdı, şimdi de tam tersi oluyor adeta.

Ve açılmaya başladığımı belirttiğim vizyon konusu tam da şimdi devreye giriyor. Sağlıksız erilin karşı kutbu olarak ortaya çıkan sağlıklı dişil, bizlerin kendimizle ve bütün’le hizaya girmesi sürecini başlattı, bizi eşiğe kadar taşıdı ve şimdi ise sıra diğer kutupta: sağlıklı erilin yükselişinde! Ve burada ise, galiba, önderliği erkekler yapacak; kadınlar da hızla bize katılacak ve eşiği geçerek yeni dünyayı oluşturacağız. Ve burada vizyon devreye girecek.

Ne demek istediğimi kendi yolculuğum üzerinden açıklamaya çalışayım: Neoliberalizmin fırtınalar estirdiği 80’lerde doğduktan sonra normal, yani sağlıksız eril gidişata uygun bir hayat sürdüm (gerçi hiçbir zaman tam olarak uyum sağla<ya>madım) ve 30 yaşımı doldurup yedinci işimden ayrıldığım dönemde bana gelen “dur” beni yavaşlattı ve gerek dünyayla gerek kendimle (bu ikisi farklı şeylermiş gibi anlattığıma bakmayın) başka türlü bir ilişkiye açıldım, içimdeki dişiyle var olmaya başladım… Yavaşladım; rekabetten, “daha çok”lardan, “daha fazla”lardan kendiliğinden uzaklaştım ve “daha güzel”lere, “daha anlamlı”lara açılmaya başladım. Az’ın aslında çok olduğunu, niteliğin nicelikten çok daha üstün olduğunu bildim.

Ve bu süreçte eylemlerimin kendiliğinden zuhur etmesine alan açtım. Olma/yapma denklemi‘nde (bu konuda yazmış olduğum bir yazı için bkz. yelken ol, balık ol, su ol), kendimi olma’ya bıraktım ve fazla çaba sarf etmeden, sadece kendiliğinden çıkıveren yapma hâllerine izin verdim. Bu zamana kadar gayet de güzel gitti ve işte tam da yeni bir şey gerekli gibi görünürken vizyon’la karşılaştım.

Son yıllarda ben dahil birçok insan, içindeki dişile açılırken ve kendini bulmaya doğru ilerlerken içimizde bizi huzursuz eden bir şey vardı: İyi-hoş ben kendimi buluyorum, derinleşiyorum vs. de çıldırmış görünen bu dünyadaki sorunların bu şekilde çözüleceği gerçekten doğru mu?

Bu sorunun cevabı ne evet ne de hayır! Eğer ki tüm bu sorunlar çözülecekse, işe kendimle başlamak ve dişili uyandırmak kesinlikle gerekli ve fakat ardından, bu dişilin doğuracağı erilimizle tanıştığımız takdirde devamını getirmek ve çok daha büyük hizmetler sunmak mümkün.

Parçalara ayıran, analitik düşünebilen, gözlemleyen ve yapma, yaratma kudretine sahip olan eril yanımızın bir de vizyon koyabilme özelliği var. Yine zaman zaman üzerine düşünüp yazıp çizdiğim olan/olması gereken ikilemini, olan/olabilecek olan olarak isimlendirirsek ve olan’ın mevcut durum, olabilecek olan’ın ise kalplerimizin mümkün bildiği daha güzel dünya olduğunu düşünürsek; bu daha güzel dünyaya ulaşmanın ilk adımı yavaşlamak ve kendini bulmak (dişil) ise onun doğurduğu ikinci adım ise bulmuş olduğumuz ve anbean bulmaya devam ettiğimiz kendimizin eylemleri (eril) değilse ne? Ve bu eylemleri sürüklenir bir şekilde hayata geçirmektense, hayâl gücümüzle daha güzel dünyanın vizyonunu görüp irade gücümüzle buna yönelik adımları tasarlayabilir, bir ölçüde plan-program-tanımlarla yeniden barışabilir miyiz? Başta ben olmak üzere, birçoklarımızın son yıllarda çok sevdiği akışta olma hâline bir nebze irade ve belki kararlılık getirebilir ve akışta kalmaya devam ederken bir yandan da daha odaklı bir yerden eyleyebilir miyiz?

Vizyon burada devreye giriyor/girecek. Akışa kendimi bırakarak eylemek ve hizmet etmek harikaydı lakin her birimizde çok daha fazlasının potansiyeli var. Benim penceremden göründüğü kadarıyla, dünyanın başka türlü bir yer hâline gelmeye başladığı 2010’larda biraz daha çocuksu bir yerden hareket ettik, eylemler/söylemler ürettik ve hayatlarımızı değiştirdik (en azından yakın çevremde gördüğüm bu; bazılarımız bu değişikliği tam olarak yaşamadıysa da sanırım kolektif olarak zihinlerde her birimiz çok ciddi değişimler, sıçramalar yaşadık/yaşıyoruz) ve şimdi kolektif olarak yetişkinliğe açılmamızın, biraz daha sorumluluk almamızın; direksiyona ilahi eril enerjinin geçmesine izin vermemizin zamanı geldi sanki.

Bu, ölmekte olan eski’nin gidiş yolu olan; tam bir planlama, kontrol, güç uygulama süreci değil elbette. Esnek bir planlamadan, hem akışla bir olup hem de küreklerle gidişata yön vermekten, sevgiden gelen bir şekilde gücümüzü, kudretimizi kullanmaktan bahsediyorum. Kim olduğumuzu, yaptıklarımızı tanımlamaktan çekinmemekten, kendimize bir yön tayin etmekten kaçınmamaktan ve bunlar doğrultusunda elimizde beliriveren yeni haritalardan (eskilerini çoktan yaktık!) yardım alarak yeni dünyanın izini sürmeye ve eşikten geçmeye cüret etmekten bahsediyorum. Vizyon oluşturmakla kast ettiğim bu; hem kişisel düzeyde hem de toplumsal…

Eril ve dişilin ebedi dansında, ilahi erile, içimizdeki Rahman’a, Shiva’ya daha çok açılarak kendimizi bütünün hizmetine bu şekilde sunmanın vaktinin gelmiş olabileceğinden bahsediyorum.

2 Yorum

  • Özlem demir

    Selam Emre ,yazın içimde çok yer buldu . Zira şu süreçte ben de kendi içimde eril olanı fark etme , dişil olan tarfimla kucaklaşma çabası içindeyim. Sağlıkla erile güven kaybı yaşıyorum , içsel olarak ve bunu bir şekilde telafi etmeye çalışıyorum . Ve sanki o sağlıksız erilin yerini doldurmak için dişil yanımı yadsıyarak , eril olma çabası çıkıyor ortaya yani her tür sağlıksız bir yapı . Ve de etrafına erginlenemiş erilleri çekiyorum. Ve bu durum çok yorucu. Hem mental hemde duygusal olarak . Yazın umut oldu içime . Çabaların ve gayretin bol olsun , yolun açık , akış bereketli olsun . Elele sağlıklı ve dengeli eril ve dişiller olarak gelmekte olan yeni dünyayı kucaklayabilelim …

    • yeniyedogru

      Özlem selamlar. Öncelikle yazının iyi gelmesine çok sevindim. Paylaştıkların ve güzel dileklerin için de teşekkürler. 🙂

      Erginlenememiş eriller dediğin erkekler, bütünün yansıması elbette. Bu yazıda aktarabildim mi bilmiyorum ama bu hem bireysel hem bütünsel bir olgu; diğer her olgu gibi :)) Benzer şekilde, yaşamına çektiğin erginlenememiş can’lar, kaçınılmaz bir şekilde senin erginlenememiş eril yanını yansıtıyor. Hem hangimiz gerçekten de erginleşebilmiş ki…

      Sevgiler…

      Not: Eril-erkek ve dişil-kadının farklı şeyler olduğunu hatırlatmak istedim. Yorumunda hem bunun farkında olduğunu görüyorum hem de biraz birbiri yerine kullandığını…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir