Bir ayrılık (?) hikayesi
Bu yazı HT hayat için yazıldı ve 26.10.2020’de yayımlandı. https://hthayat.haberturk.com/yazarlar/emre-ertegun/1075224-bir-ayrilik-hikayesi
***
Şu satırları yazıyor olduğum an’dan tam 13 gün önce oturduğumuz çemberde ayrılığın adını koyduk. Bildiğim, duyduğum, deneyimlediğim en güzel ayrılma süreçlerinden biri o gün nihayete erdi ve Funda’dan aldığım izinle bu şifalı süreci, dilim döndüğünce ve elbette kendi tarafımdan anlatmaya çalışacağım.
Tanışmamız ve yakınlaşmamız arasında gerçekten çok kısa bir zaman geçti. Onu silikon sıyırma spatulası ve Devlet Bahçeli videoları ile tavlamış olmamla birlikte (nasıl diye sormayın :)) aramızda bir şeyler başladı, bir süre sonra köklendi ve yaşamın da ittirmesiyle bir an’da kendimizi birlikte yaşarken bulduk. Üç yılı aşkın süre bu şekilde devam ettik. Yaşadığımız birçok güzelliğe, keyfe, birlikte keşiflere ve büyümelere bir ayrılma denemesi ve çokça didişme eşlik etti. Hem yoğun bir sevgi ve zaman zaman da aşk hâli içindeydik hem de sıkça birbirimizin zorlu noktalarına basıp tetikledik; zorlandık, canımız yandı…
Ne bu güzellikler tamamen geçmişte kaldı ne de tetiklemeler ve bir noktada artık bu ikiliğin zorlu kısımları daha ön plana çıkmaya başladı. Yaz aylarının sonlarına doğru ilişkiyi yorgunlukla bağdaştırmaya başladığımı fark ettim ve zihnimden ayrılık kelimesi geçmeye başladı. Oturduğumuz çemberlerde Funda’da da benzer bir durum olduğunu gördüm ve birkaç kez, artık bu iniş çıkışlardan ne kadar sıkıldığımızı, aslında bu ilişkinin miadını doldurduğunu ve ya buradan yeni bir şeyin doğması gerektiğini ya da bu işin ayrılığa gideceğini konuşmaya başladık.
Derken son düzlüğe girdik. Bir ay kadar önce yine zorlu bir durumdan geçiyor iken bir çemberde iyiden iyiye bunun adını koyacak gibi olduk lakin o sıra birlikte yollardaydık ve “ayrıldık” desek yine yan yana devam edecektik ve tuhaf bir durum olacaktı. Ayrıca acele etmeye gerek olmadığını düşündük ve bunu yapmadık.
Bu arada şunu belirtmek isterim ki tüm o zorlanmalar, yorgunluklar bir yana, aramızdaki sevgi gayet devam ediyordu. Bir arada olmaktan keyif alıyor, ayrılık temalı sohbetleri bile kıkırdayarak ve ti’ye alarak yapıyorduk. Sürecimizden haberdar olmayan etraftaki kimi dostlar da sanki bize “iyi düşünün” dercesine ne kadar yakıştığımızı, ne kadar uyumlu olduğumuzu, enerjilerimizin ne kadar örtüştüğünü söyleyip duruyordu; ki bunları ayrılık haberini paylaştıktan sonra da duymaya devam ettik. Sonuç değişmedi, o başka.
Nerede kalmıştık… Seyahat bitti, yaşadığımız yere döndük ve duruma birlikte bakmaya devam ettik. Bu süreçte üç çembere daha oturduk ve sanki adım adım “son”a doğru ilerliyorduk. Eskiyi tam olarak kapamadan yeninin doğamayacağı aşikâr hâle geliyordu. Bunla birlikte her çembere göz yaşlarımız eşlik ediyordu. Bir yandan birbirimizi gayet sevmemize, bir yandan çoğunlukla iyi de vakit geçirmemize rağmen içinde bulunduğumuz yorgunluk ve tükenmişlik hâli nedeniyle yönümüz değişecek gibi görünmüyordu ve nihayet son çembere adını koyma niyetiyle oturduk; orada hem göz yaşları ve hüzün hem de hafiflikle ilişkinin isim değiştirdiğini kabul ve ilan ettik.
***
Burada roman yazamayacağım için kaçınılmaz olarak birçok önemli kısma ancak kısaca değindiğim bu sürecin benim için önemli armağanları oldu; dilim döndüğünce biraz da bunlardan bahsetmek istiyorum.
İlk olarak süreci tepkisellik ve hışım vs. ile değil de çemberlere otura otura (ve aralarda üstüne konuşmaya devam ederek), alanı dinleyerek yaşamamız; küçük benliklerimizin sızlanmalarından ziyade “olmak isteyen ne?” sorusu üzerinden neyin zamanının geldiğini görmeye, duymaya çalışmamız harikaydı. Hemen herkeste olduğu gibi bizim de içimizde yaralı çocuklar var ve fakat onlara da söz hakkı vermekle birlikte, aslında bizim ötemizde olan ilişkinin nasıl devam etmek istediğine kulak verdik. Bu konuda çember denen geleneğin varlığına ve işimizi epey kolaylaştırmasına sonsuz şükranlarımı sunmak isterim.
İkincisi; The Way of Council geleneğinden öğrendiğim ve eminim ki başka yollarda, yöntemlerde de var olan bir yaklaşımla, ilişkinin bizden ayrı bir varlık olduğunun gerçek anlamda idraki oldu. Yani gerek romantik ilişkilerde gerekse diğerlerinde, hem tek tek bireyler var hem de onların oluşturduğu ilişkinin, onların ötesinde ve onlardan bağımsız bir varlığı. Council’de buna “the third (üçüncü)” deniyor. Ben varım, bir; O var, iki; bir de ilişki var, üç. Bu, bende bilgi olarak uzun zamandır vardı ama bu süreçte gerçekten anladığımı sanıyorum, hem de çok basit bir yerden: Çembere oturuyoruz, içimin acıdığını görüyorum, göz yaşlarım eşlik ediyor, O’nu hâlâ sevdiğimi fark ediyorum fakat ayrılık konusunda da bir o kadar net görüyorum kendimi. Orada dank etti işte, biten şeyin sevgi olmadığı ancak ilişkinin sona ermiş olduğu; Funda ve ilişkinin birbirinden farklı varlıklar olduğu; severek ayrılmanın tam da bu sebeple gayet mümkün olduğu…
Ki bu da beni yazının başlığında görmüş olduğunuz (?) işaretine götürüyor. “Ayrılık” derken hemşerim? Bir yandan; herkesle ve her şeyle, farkında olsam da olmasam da, asla kopmayacak iplerle bağlı olduğumu düşünür, hisseder, -neredeyse- bilirken ve hele ki Funda ile aramızdaki sevginin de devam ettiğini görürken hangi ayrılıktan bahsediyorum? Velhasıl burada aslında kişilerin ayrılmadığını ve hatta bunun mümkün olmadığını lakin ilişkilerin gayet bitebileceğini, şekil değiştirebileceğini görüyorum.
Evet, ayrılmadık lakin ilişkiyi terk ettik; çok şükür ki sevgimiz baki.