Atlantis’in dönüşü
Bu yazı ilk olarak HT hayat’ta 16.12.2020’de yayımlandı.https://hthayat.haberturk.com/yazarlar/emre-ertegun/1075611-atlantis-in-donusu
***
Bu hafta boyunca bir inzivada olacağım için başladığımdan beri ilk kez bu köşeyi boş bırakacağımı düşünüyordum fakat dün yaptığımız bir çalışmada dökülen bu satırları, aynı zamanda burası için yazmış olduğumu fark ettim. Öylesine bir akış oldu ki metni düzeltmeye, güzelleştirmeye yeltenmek istemedim; dün çıkıverdikleri gibi kağıttan ekrana geçirdim sadece. Ruhuna, enerjisine dokunmaya yeltenmedim.
Yakın gelecekten bugüne bir mektup…
Meryem’e selam olsun…
***
Yaklaşık on yıldır hayalini kurduğum topluluk yaşamına nihayet kavuştum. Harika bir doğa parçasında can dostlarla birlikteyim. Başlangıçta sekiz kişiyiz; zamanla bunun neye dönüşeceğini kim bilebilir!
Bu, son derece kişisel, bir o kadar da kolektif bir yolculuk. Kişisel, çünkü bunu her şeyden önce kendim için istedim, istiyorum. Kolektif, çünkü kendim için isteyip gerçekleştirdiğim bu hayal, aynı zamanda ortak bilinç havuzuna, ortak deneyim sahamıza atılan bir tohum. Hem de açık kaynak! İsteyen, istediği deneyimi çeksin, kullansın.
Kendimizi bu deneyimlerin sahibi sanacak değiliz ya! İnsanlık binlerce yıl bu şekilde yaşamış; havuzda bu deneyim bolca mevcut. Modern dünyada da mevcut deneyimler var. Bambaşka yollara sapıp diğer ucu deneyimleyenler üçer beşer bu kadim yaşam yolunu hatırlamaya ve bunu, bugünün gerçekliği çerçevesinde deneyimlemeye başlıyor, son birkaç on yıldır. Dünyanın çeşitli yerlerinde pıtır pıtır tomurcuklanan ortak yaşam alanları hepimize ışık oluyor, umut oluyor.
Şimdi bu ışığı parlatmamızın vakti! Şimdi bu deneyime kendimizi yeniden açmanın vakti! Şimdi sevginin, paylaşımın, dayanışmanın, kocaman aileler olmanın vakti! Bundan daha azı ile yetinmenin bir âlemi yok. Bunu kendimize hak görmemenin bir âlemi yok. Bizler, onbinlerce yıllık birikim ve deneyimin sonucunda bunu hak ediyoruz ve fazlaca kaynak biriktirdik; maddi, manevi…
Bu, şu an ve her an sadece bir seçim meselesi! Neyi seçiyoruz? Nasıl bir dünyada yaşamayı seçiyoruz? Bu dünyayı, şimdiye ve buradaya, olduğumuz ân ve mekâna getirme cesaretimiz var mı, yok mu? Kolaya kaçıp (aslında tekrar ve tekrar zoru seçip) yaratmış olduğumuz ayrılık dünyasının bataklığında çırpınmaya devam mı edeceğiz; yoksa zora yönelip (aslında kolay olanı seçip) konfor alanlarımızdan sıçrayarak çıkacak ve gerçekten sağlam zeminli yaşam alanları ve topluluklar mı kuracağız?
Seçim bizim. Debelenmeye devam edersek bunda hiçbir mahsur yok; bu demektir ki dünyada cehennemi yaşamaya doymamışız demektir. Varsın bir süre daha deneyimleyelim. Neşeye, keyfe, coşkuya yönelmeyi seçersek, bu ise dünyada artık cenneti yaşama, Atlantis’i yeniden su yüzüne çıkarma vakti gelmiş demektir. Eğer öyleyse ne mutlu. Aklımızı alacak güzellikler, ihsanlar kapıda demektir.
Hepsi, alınacak bir ana karara ve bunun altındaki küçük kararlara bağlı. Anbean yaptığımız seçimlerle, tek tek ve hep birlikte atacağımız adımlarla, kayıp kıtayı yeniden yeryüzüne çıkarmak mümkün.
Peki nasıl bir topluluk? Her şeyden önce sevgi dolu bir topluluk; kendimizi, birbirimizi ve şeyleri sevmeyi ve aslında hâlihazırda seviyor olduğumuzu hatırladığımız bir topluluk. Hem ne kadar aynı ve tek hem de bir o kadar özel, biricik olduğumuzu deneyimlediğimiz bir topluluk… Sevgiyi ve eş zamanlı olarak vahdeti (teklik) ve kesreti (çokluk) deneyimlediğimiz bir kara parçası, hava sahası, su havzası ve enerji alanı…
Seçimimiz böyle bir topluluğa kavuşmak oldu ve çok şükür ki vuslata erdik, eriyoruz. Barış ve aşk içinde yaşıyoruz burada. Kabul halindeyiz kendimizi, birbirimizi, şeyleri ve olanları. Bu kabulün verdiği bilgelikle adımlarımızı atıyor ve kalplerimizin mümkün bildiği dünyanın taşlarını döşüyoruz burada. Kabul bizi kabile haline getirdi, getiriyor.
Bu dünyayı mikro düzeyde yarattıkça ve deneyimledikçe makro düzeyde de yaşanmasına vesile oluyoruz; hem bilerek, isteyerek ve seçerek, hem de bazen farkında bile olmadan…
Burada saf ve temiz bir alan oluşturmak için çalışıyoruz. Zihinlerimizi, kalplerimizi ve bedenlerimi saflaştırıyoruz. Bizi kendimiz olmaktan çıkaran her türlü fazlalığı gömüyoruz toprak anaya. Bize zarar veren her türlü zihinsel ve bedensel alışkanlıktan arınırken yerlerini aslımızla, özümüzle dolduruyoruz. Özümüzün ihtiyaçları ve arzuları yerleşiyor, olmaları gereken yere, tahtlarına…
Büyük bir devrim bu! Kişisel ve kolektif bir devrimi deneyimliyoruz. Hizmet etmediği halde bize hükmeden kralları, kraliçeleri, sultanları indirdik o tahttan. Artık o kut’lu koltuğa sevgi gibi olmayan, sevgi gibi kokmayan, sevgi gibi titreşmeyen hiçbir davranışı, kavramı, olguyu koyma niyetimiz yok. Onlar yeterince oturdular ve görevlerini yaptılar. Teşekkür ederiz. Şimdi ise özümüze dair olanların görevlerini yapma, bizleri gerçekten ait olduğumuz yere taşıma, o yeri deneyimleme vaktidir.
Tren kalkıyor, bekçi düdüğünü öttürdü, atlayın gidiyoruz!
Gittiğimiz yerde, çıktığımız bu kut’lu yolda, cüret etmekte zorlanacağımız, hayalini kurmayı bile kendimize hak görmediğimiz güzellikler mevcut. En temiz, sağlıklı ve lezzetli gıdalar, en derin bağlantı halleri, en büyük kahkahalar, en neşeli danslar var. Ve bunlar bir gün ulaşacağımız hayali bir durakta erişeceğimiz, Kaf Dağı’nın ardında bizi bekleyen şüpheli ihtimaller değil. Hepsi şimdi ve burada, hazır ve nazır! İş ki bu seçimi yapmaya hazır mıyız? Kendimizden, kendilik imajlarımızdan soyunmaya razı mıyız? Bütünleşmeye ve kavuşmaya var mıyız? Sınırsız ikrama, çok daha fazlasına açık mıyız? Bunu kendimize hak görüyor muyuz?
Hazırsak, razıysak, varsak, açıksak ve hak görüyorsak tren kalkışa hazır. Her türlü hazırlık, ayarlama yapıldı. Makinist kolu çekti, sireni duyuyoruz. Uzun ince trenimizin tekerleri dönmeye başladı.
Binmek isteyenler beri gelsin!