bize dair

Önce “ne?”, sonra “nasıl?”

Bu yazı HT Hayat için yazıldı ve ilk olarak orada yayımlandı. https://hthayat.haberturk.com/yazarlar/emre-ertegun/1075795-once-ne-sonra-nasil

***

Geçtiğimiz hafta önermiş olduğum Yıl sonu arınması‘nı -ya da ondan bağımsız olarak bir benzerini- gerçekleştirdiniz mi bilmem; bu hafta ise o yazıda niyet ettiğim üzere, arınan bünyemizin ne şekilde dolabileceğine dair bir şeyler paylaşmak istiyorum.

Fakat öncesinde büyükçe bir parantez açma gerekliliği duyuyorum. Yaşama dair biriktirdiklerim doğrultusunda içimde oluşan birtakım “çıkarımlar” ve “doğrular”, zaman zaman bu satırlarda yer buluyor. “Bu böyledir, bu şöyledir.” diye atıp tuttuğum oluyor. Yine aynı doğrultuda, geçtiğimiz hafta olduğu ve bu hafta olacağı gibi birtakım önerilerde bulunma cüretinde bulunduğum da oluyor. Bu durumlar için iki kocaman hatırlatma yapmak istiyorum hem kendime hem okuyanlara… Birincisi, yaşama dair çıkarımlarımın, kendimce ulaştığım doğruların öznel olduğunun farkında olduğumun altını çizmek; burada paylaştığım sonuçlar o an’ın Emre’sinin hemhâl olduğu sonuçlar oluyor ve bırakın herkesin hemfikir olmasını beklemeyi, başka zamanların Emre’lerinin de farklı farklı düşünebildiğini hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum. İkincisi ise, yaşama dair edindiğim ve bu satırlarda önünüze düşen bilgi ve bilgeliklerin, bende de tam anlamıyla ve her an’ıma sirayet etmeyebildiği. Yani burada atıp tuttuğum ve kendimce yol göstermeye soyunduğum bazı konularda ben de zaman zaman düşebiliyorum, yaşama dair o hatırlatmaları ben de unutabiliyorum, tefekkür edilesi diye ortaya koyduğum soruları ben de yeterince sormamış olabiliyorum. Ve zaten yazma serüvenim en çok da kendime hatırlatmalarda bulunmak galiba.

Yazmak hem o an ulaştığım yerin ne olduğunu tanımlamamı sağlıyor ve zihnimdeki karman çorman veri ve bilgiler ete kemiğe bürünüyor hem de bir zaman sonra bir şekilde kendi yazdıklarımı okuduğumda, bir zamanlar varmış olduğum o yerden uzaklaştığım takdirde beni de yeniden o alana davet ediyor. Tıpkı sabah yemek yediğim için akşam acıkmamayı beklemediğim gibi, bazı farkındalıklara ulaşmış olmak, bazı şeyleri anlamış olmak da kalıcı olmayıp sürekli tekrarlanmaya ve yaşama geçirilmeye ihtiyaç duyuyorlar. Yani bir yandan “diğerleri” dediğim öteki parçalarımdan öğrenme yolculuğum sürerken bir yandan da “kendim” dediğim canın yazdıklarından da faydalandığım oluyor.

Bu koca parantezi açmak benim için önemli idi. Benim de kendimce bir yolun yolcusu olduğum ve bu yolculuklarda defalarca düşüp kalktığımı bildirmeye ihtiyaç duydum. Daha kişisel hikâyeleri anlattığım(ız) yazılarda bu zaten bariz bir şekilde ortada oluyor fakat “yol gösterme” gibi bir yerden dökülen yazılarda, sanki o kişi(ler) her şeyi çoktan halletmiş de üstten bir yerden öğretiyor gibi görünebiliyorlar; ki yazdıklarımın bu şekilde okunmasını, görülmesini tercih etmem.

Deyip devam ediyorum. Temizliğimizi gerçekleştirdik, fazlalıklarımızın, kirin-pasın bir kısmından sıyrıldık, bünyede yer açtık, zaman açtık; şimdi ne yapmalı?

Geçtiğimiz hafta, açılan boşluğu hemen doldurmamamız ve o bu alanın yaşam tarafından doldurulmasından bahsetmiştim. Peki nasıl?

Öncelikle, yaşam dediğimiz şeyin bizden o kadar da bağımsız bir olgu olmadığına inanıyorum. Tüm bilgeler, dinler, spiritüel yollar bize, aslında bir olduğumuzu hatırlatmaya çalışıyor. Farklılık diye gördüklerimiz, “bir olan”ın başka başka sıfatları, kendini değişik şekillerde ifade etmesi… Zıtlık diye gördüklerimiz, bu koskocaman, akıl sır almaz, hayal edilemez dev varlığın (buna tanrı, evren, Allah, Tao vb. diyorlar) kendini deneyimlemek ve fark etmek için tezahür ettirdiği olgular…

İnanç konusuna girdiğim yetmiyormuş gibi, bunun belki de en zor anlatılabilecek kısımlarına el atmaya cüret ettim. Işin zorlu kısmı, anlattığım şeyleri büyük oranda içimde hissetsem de birinci elden ve şüphesiz bildiğim bilgiler olmadıkları için bir tarafımın içimde sürekli “Emin misin?”, “Ya öyle değilse?” gibi sorularla bana geri adım attırmaya çalışması. Şüpheci tarafıma saygım ve sevgim, onun da gerekliliğine dair inancım sonsuz olsa da girdiğim bu kulvardan devam edeceğim. Tutmayın beni. 🙂

Devam… Bizden ayrı olmayan ve parçası olduğumuz yaşama katabileceğimiz türlü armağanlarla donanmış olduğumuza dair de bir inancım var. Her birimizin farklı farklı sıfatları daha güçlü; bazısı hatırlanmayı, bazısı keşfedilmeyi, bazısı üstünde çalışılmayı bekliyor.

Bu armağanlarla buluşmak, bir köşe yazısı okumanın sonucunda hayatınıza kolayca gelir mi bilmem ama bunu bir nebze kolaylaştıracağını umduğum birkaç sorum, bir de çok önemli olduğunu düşündüğüm hatırlatmam var.

Hatırlatma ile başlamak istiyorum: geçen haftaki yazıda da altını çizdiğim üzere, sıkça düştüğümüz bir hata, “nasıl?” sorusu yüzünden özgürce hayal etmekten, özümüzden ne gibi adımların geldiğine bakmaktan imtina etmemiz. Tam bir kıvılcım kendini gösterecek oluyor, hop diye bunun ne kadar da imkansız olduğuna dair verileri sıralayıveriyor zihnimiz ve kendini göstermek isteyen ışığa şöyle bir bakmak bile mümkün olmuyor. Çok rica ediyorum (gerekirse her birinizin önünde diz çöküp yalvarırım), lütfen önce “ne?” sorularını özgürce ve kısıtlamasız bir şekilde sorup cevabı dinleyelim.

Ne istiyorum?

Gerçekten ne istiyorum?

İçimden, derinliklerimden gelen, gelmek isteyen, doğmak isteyen adımlar neler?

Ne kadar zamanım olduğunu bilmediğim bu yaşamı ne ile doldurmak bana keyif, neşe veriyor?

Ne şekilde yaşadığım bir yaşam, anlam ihtiyacımı karşılar?

Bu ve benzeri soruları sormak ve içimizde doğuveren kıvılcımlara kulak vermek çok ama çok önemli. Araya karışmak isteyen engelleri, imkansızlıkları bir an için görmezden gelip ne istediğimizi, neye özlem duyduğumuzu, özde ne için yanıp tutuştuğumuzu sadece fark etmek bile müthiş bir yaşam enerjisi ile dolmamızı, daha doğrusu zaten içimizde olan yaşam enerjisinin uyanmasını ve harekete geçmesini sağlayacak güçte.

Biliyorum, itirazlar içeriden çok kuvvetli bir yerden gelebiliyor. Ailenin ve diğerlerinin ne dediği/diyeceği, eş-çocuk ve diğer sorumluluklar, maddi imkansızlıklar … genellikle bunların başında. Ama bir an için unutalım ve devam edelim…

Çevremdeki herkes tarafından kayıtsız şartsız destekleneceğimi kesin bir şekilde bilseydim, hangi adımları atmak isterdim?

Para, bir an için sınırsız bir kaynak olsa, her ne yapmak istiyorsam onun için yeterince paramın olduğu bir senaryo şu an mümkün olsa ne(ler) yaparım?

Şu an beni kısıtladığını düşündüğüm tüm sorumluluklar bir an’da ortadan kalksa ve hiçbir şey yapmamın gerekmediği, tüm ihtiyaçlarımın kolayca karşılandığı ve sadece yaşama coşkumu takip etmemin istendiği bir durumun içine düşüversem yaşamımda neler değişirdi? Bugün ne yapardım? Yarın ne yapardım? Önümüzdeki bir yıl içinde neler yapardım?

Sınırlamaları, engelleri, imkansızlıkları düşünmeden, her şeyin kolayca mümkün olduğu, tüm imkanların benle olduğu dünyada ne yapardım?

Ve ancak bundan sonra “nasıl?” sorusuna geçmeyi öneriyorum. Özgür ve büyük, belki çok büyük hayaller kurmak için kendimize izin verdikten sonra ayaklarımızı yeniden yere basabilir ve şu an içinde olduğumuz gerçeklikle yeniden yüzleşebiliriz. Tüm samimiyetimle söylüyorum, bir şeyi gerçekten çok isteyen bir insanın önünde hiçbir imkansızlığın, engelin duramayacağı konusunda hiçbir şüphem yok. Gönlünde olmak isteyen bir şeye gerçekten adanan bir ruhun yapamayacağı herhangi bir şey olmadığını düşünüyorum. Bunla birlikte elimizde gerçek anlamda bir sihirli değnek olmadığı ve her şeyin bir anda ve kendiliğinden oluvermediği de ortada.

Şimdi “nasıl?” sorusunu sorma vaktidir. Bulunduğumuz koşulları dürüstçe ve tarafsız bir şekilde ortaya koyma ve belki bir yol haritası çizme vakti… Adım atmamın önünde sorumluluklarım varsa, bu sorumlulukları nasıl kırmadan-dökmeden, kimsenin yaşamını zorlaştırmadan en azından bir süre için devredebileceğimi veya farklı şekillerde yerine getirebileceğimi bulma; maddi imkanlarım kısıtlıysa bu imkanlara nasıl erişebileceğim üzerine tefekkür etme (Dünyada bunca kaynak, bunca üretim, bunca para var!); yetenek ve becerilerim yetersizse kendimi geliştirme, öğrenme, araştırma vaktidir…

Ve sonra da ortaya çıkan yol haritası üzerinden gerekli adımları atmak kalıyor.

Yazması kolay, peki ya yapması?.. Bence o da o kadar zor değil. Tek ihtiyacımız ruhumuzla olan bağlantımızı korumak ve derinleştirmek, zor durumlara düştüğümüzde pes etmeyip bazen yavaşlasak da kararlı adımlarla devam etmek ve mutlaka diğerleriyle dayanışmak, yardımlaşmak; insanlardan, doğadan ve inandığımız diğer güçlerden destek istemeyi hatırlamak.

Yaşamımızı böyle bir yaklaşım üzerinden sürdürmeyi seçersek, mesela 2021 sonunda nasıl bir yerde oluruz acaba…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir