bana dair

İnsan olmak, üstüne bi de erkek olmak; dahası Emre olmak…

Bu yazı HT Hayat için yazıldı ve ilk olarak orada yayımlandı. https://hthayat.haberturk.com/yazarlar/emre-ertegun/1077744-insan-olmak-ustune-bi-de-erkek-olmak-dahasi-emre-olmak

***

İnsan formunda bedenlenmiş olmak çok acayip bir deneyim; öyle böyle değil! Durup durup “insan olmak” deyip üç nokta ile bitiriyorum bugünlerde, çoğunlukla derin bir iç çekiş eşliğinde. Kendi hâlime, karmaşıklığıma, dalgalı seyrime, içimdeki seslerin kalabalıklığına şahit oldukça şaşıyorum. Kendimi bir öyle, bir böyle buluyorum ve hangisinin gerçek ben olduğunu anlayamıyorum. Gerçi hemen, hiçbirinin ben olmadığımı hatırlıyorum. Eğer ustaları ve kadim öğretileri biraz olsun anladıysam, ben bütün bu seslerin ardındaki sakin, sarsılmaz, değişmez tanığım. Ama bunu zihnen anlamış olmak, bazı dönemlerde oraya yaklaştığımı düşünmekle birlikte tam anlamıyla ve kesintisiz bir şekilde bu hâle bürünmüş olmak anlamına gelmiyor elbette. O günler de gelir inşallah…

İniş-çıkışları her daim yaşadım ama bu aralar özellikle inişlerin sıklığı ve derinliği arttı sanki. Genel seyrim, en azından son yıllarda çokça çıkış, fazlaca yaşama sevinci, derin bir heyecana karşı zaman zaman düştüğüm anlamsızlık çukurundan ibaret iken bir süredir düşüşler skoru eşitledi (yoksa öne mi geçti?). Her şeyin anlamsız ve boş geldiği anların, iç sıkkınlığının, yaşama coşkusu ile arama giren mesafelerin oranı artarken keyifli ve huzurlu olduğum zamanların oranı da azaldı, yüksekliği de. Bu aralar keyfim yerindeyken bile nispeten daha az yükseklerde buluyorum kendimi.

Mesela bu aralar beni gerçekten heyecanlandıran çağrılarda bulunuyorum (bkz. Instagram hesabım) ve bunlar bile önceki zamanlardaki coşkuma ulaşmamı sağlamıyor. İçimde; bir şeylerin eksik, yanlış olduğuna, olmaları gerektiği gibi olmadığına dair bir huzursuzluk var. (Yok canım ne orta yaş bunalımı?! Daha 40 oluyoruz. :))

Pencereden dışarı baktığımda bunları hissediyor olmam çok doğal görünebilir. Bütün bu karmaşa, kirlilik ve vahşi rekabet içindeki dünya, kalbimin mümkün bildiği çok daha güzel dünyadan fersah fersah uzakta ve bunun yası çok büyük.

Öte yandan, yine ustaların, bilgelerin yalancısıyım; her daim içimize dönmemizi öğütlüyor, dışarıda gördüğümüz dünyanın içimizin yansıması olduğunu söylüyorlar. Ki bu yaklaşımın doğruluğunu birinci elden biliyorum. Dışarıda ne olursa olsun içerisi huzurlu olduğunda gerçekten de dokunulmaz olduğumu hissettiğim çok zaman oldu, oluyor. Bu zamanlarda dünyadaki bütün o kire pasa gözümü kapatmıyor, içine içine bakabiliyor ve hiç etkilenmediğimi ya da çok az etkilendiğimi biliyorum. Hatta bu kire pasa şahit olmak; onu temizlemek ve bulduğumdan daha iyi bırakmak için müthiş bir motivasyon da sağlıyor çoğu zaman; deyim yerindeyse yaşama sebebi veriyor bana. Ancak sözgelimi ertesi gün aynı sahneye bakmak içimi allak bullak edebiliyor ve müthiş bir çaresizlik içinde bulabiliyorum kendimi. Besbelli ki olay gerçekten de iç huzurundan geçiyor.

(Bunları yazarken sosyal medyada şu cümleyle karşılaşmam: “We don’t see things as they are, we see them as we are.” – Anais Nin; tercümesi “Bizler şeyleri oldukları gibi görmüyor, onları kendi olduğumuz gibi görüyoruz.”)

***

Bugünlerde ne yaşadığıma gelmek istiyorum biraz. Okuyucularla paylaşmaktan da ziyade kendi gözümün önüne serebilmek için yazıyorum şu an. İçsel dehlizler bazen fazlaca dolambaçlı; duygular, düşünceler, inançlar birbirine karışmış olabiliyor ve buralardaki düğümleri çözmek bazen gerçekten de zorlu. Yazmak benim için bu işi bir nebze olsun kolaylaştırıyor çoğu zaman.

Dedim ama duraksadım ve neresinden tutacağımı bilemedim (bkz. dolambaçlı dehlizler); belki anahtar kelimelerle başlamak işimi kolaylaştırır: Kendimi -muhtelif konularda- yetersiz bulmam, zaman zaman olduğum kişiyi beğenmemem, yapmak isteyip henüz yapamadıklarıma ve kimi kayıplara dair yaslar…

Ve asıl, sanki, bunların ötesinde bir yasım var ve kendisine erişemiyorum. Daha büyük kapsamlı, daha varoluşsal, daha insan olma ve erkek olma -ve tabii Emre olma- yolculuğuna dair… Şu sıralar -tam olarak idrak edemeden- okuyor olduğum Iron John kitabında (Müthiş bir talihsizlikle Türkçede “Sert Erkek, Güçlü Erkek” ismi ile yayımlanmış.) bunlara dair ipuçları buluyorum ama paragrafın başında dediğim gibi ulaşamadığım kısımlar var. Bir noktada mümkün olur umarım.

Kitaptan hiçbir şey almadıysam, ne olduğunu tam olarak bilmediğim bu yasla buluşma ve onun içinden geçme yolculuğunun önemli bir parçasının -mümkünse yaşça büyük- erkeklerle olan etkileşimlerden geçtiğini aldım. Son yıllarda -yaşça büyük olmasa da yakın yaşlardaki- erkeklerle birer ikişer sağlam dostluklarım oldu çok şükür ve fakat çoğu bir şekilde sönümlendi. Şimdi bunun ötesine geçelim ve gerçek bir erkek dayanışma ağının iplerini dokuyalım istiyorum. Bu doğrultuda erkek buluşmaları, erkek çemberleri gibi adımlar görünür oldu önümde. İlk çağrımı birkaç gün önce heyecanla yaptım ve bunun karşılığı da var, çok şükür. Neler paylaşacağımızı, deneyimleyeceğimizi çok merak ediyorum.

Bu arada yetersizliğe dair düşünce ve inançlarıma, yaslarıma değindim ama pek gir(e)medim. Bu dosyalar içimde biraz daha görünür oldukça ve paylaşmaya dair kırılganlığa kendimi açtıkça oraları da detaylandırırım belki.

Muhabbetle…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir