Uncategorized

İnsan coşkudan ölür mü?

Çok nadiren yazıya başlamadan önce yazının adı belli oluyor ama bu sefer otomatikman beliriverdi: “İnsan coşkudan ölür mü?”

Daha önce de “insan keyiften ölür mü?” vardı, bildiniz mi?

Şimdi yazacağım şeyler birçoklarına çok bir şey ifade etmeyebilir. Sıradan, günlük olaylardan, heyecanlarımdan bahsedeceğim zira. Fekat şunu belirtmeliyim ki hayatın güzelliğinin büyük oranda tam da günlük hayatın bu küçük heyecanlarından ibaret olduğunu yaşıyor, deneyimliyorum.

Önce tam şu anda, yani bugün, beni aşırı keyiflendiren şeyle başlayayım: Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin bu yıl Bodrum da dahil olmak üzere 11 ilde gerçekleşeceğini öğrendim ve bana en yakın yer olan Bodrum’a gitmeye karar verdim. Zira filmler o kadar güzel görünüyorlar ki kaçırmayı hiç istemiyorum. Hangilerini görmek isterim diye tek tek konulara baktığımda sadece bir tanesi orta derecede ilgimi çekti, diğer 19 filmin her biri “çok” ya da “aşırı derecede” heyecanlandırdı beni. Evet, bendeki değerlendirmeler de böyle işte.

Festivalin heyecanının yanı sıra, facebook’ta “benim bodrum’da yaşayan arkadaşım var mı?” soruma istinaden yıllardır görmediğim ama pek sevdiğim arkadaşım Nazmi Can’ın da orada yaşadığını öğrendim ve onu görecek olmak da pek memnun etti beni. Sonra Sinan da tanıdıklarıyla beni yazıştıracak, buluşturacak vs. Harika!

Sonra mesela köydeki günlerin harika geçiyor, doğanın sonbaharda hiç olmadığı kadar güzel geçiyor olması da heyecanıma heyecan katıyor. Üst satırda bağlantı paylaşmış olduğum blogda yazmayı atladım ama yenebilir otları öğrenmeye başlıyorum ufaktan mesela, sonra kış bahçemize ektiklerimiz, diktiklerimiz pek sağlıklılar, sabah yürüyüşleri, sporları yapıyoruz ve çok iyiyiz hepimiz…

Yine o yazıda da paylaşmış olduğum, iki (hatta üçe taşan) günlük ekmek yapma maratonu yorucu ama çok heyecanlı ve yoğundu. Ekmeklerle aramda öyle tuhaf bir bağ var ki anlatamam. Yoğururken ayrı kendimden geçiyorum, birkaç saat sonra kabarıp gözenek gözenek olduğunda ayrı… Sonra fırına atıyorum ve yirmi dakika sonra kabarmaya başlıyor ve yaklaşık bir saate şahane bir ekmeğimiz oluyor! Oyy!!!

Bunca güzel şeyler etrafımı donatmışken Kasım’ın ikinci yarısı -çok güzel bir vesileyle de olsa- İstanbul’a gelme ihtimalim çok iyi hissettirmiyor. Yani hem çok iyi hissettiriyor hem de içim sıkışıyor biraz. 18-28 Kasım’da İstanbul Permakültür Kolektifi’nin düzenlediği, Steve Read’in vereceği permakültür tasarım kursuna katılmaya niyetliyim. Zira artık doğayla iç içe bir yaşamım var ve bu tip bir eğitime katılmanın tam zamanı. Öğrendiklerimi hemen hayata geçirebilme şansımın olmasını çok önemli buluyorum. Üstelik normalde masrafları yüksek olan bir eğitim olmakla birlikte bu eğitim Steve Read’in bir armağanı olacak ve kendisi herhangi bir ücret almayacak. Sadece Türkiye’ye gelmesi, buradaki masrafları, salon kirası gibi konular nedeniyle oluşan bir bütçe var ve bu da kişi başı 250-300 TL gibi bir tutar olarak yansıyacak sanırım. Kaçırılmaz fırsat gerçekten de ama yine de içime sorup gidip gitmemeye birkaç gün içinde karar vermeye çalışacağım.

Ha bu arada, İstanbul’a gittiğim takdirde bir armağan ekonomisi atölyesi daha gerçekleştirmeyi planlıyorum. Eylül ayındakinin tadı damağımda kaldı resmen. Belki oradan Ankara ve/veya İzmir ve/veya başka yerlere bile geçebilirim atölye için. Bilmiyorum…

Bitmedi! Bir de başımıza Güney Amerika’ya gitme ihtimali çıktı. Dereyi görmeden paçayı sıvamak istemiyorum ama Ocak ayından itibaren 2-3 ay sürecek bir mini “iş” için Arjantin’e gitmem söz konusu. Konuyla ilgili haber bekliyorum şu günlerde.

İşte tüm bunlar olurken şu anda yapmak istediğim şeye, yani kitap yazmaya odaklanamayınca bari blogda coşkumu paylaşayım dedim. Yazıyor olduğum kitapta epey yol kat ettim bu arada ama daha çok iş var tabii ki. Bu kitap beni çok heyecanlandırıyor; blog yazılarımı ve aslında 2012’den bugüne süregelen hikayemi toparlamaya ve güzel bir şekilde sunmaya çalışıyorum. Bakalım tam olarak ne çıkacak ortaya…

Böyleyken böyle. Daha “saatsiz” hayatıma ve paylaşmak istediğim diğer bir iki şeye giremedim bile. Bir dahaki yazılara artık…

Ha bu arada… Takip etmesem de gündemde yine bir sürü sıkıntılı gelişme olduğu gözüme çarpıyor ama ilgilenmiyorum. Benim gerçekliğimi oluşturan şeyler yukarıda yazdıklarım, başka bir şey değil. Dünyayla ve diğerleriyle kavga halinde olmayı bırakıyorum. Olan biten “olumsuz” atfettiğimiz bütün o şeyleri de kabul ediyorum ve şifalanmalarına niyet ediyorum.

Sağlıcakla kalınız…

—————————————–

Eğer bu veya diğer bir yazım -veya eylemim- bir yerlerinize dokunduysa; sizi mutlu ettiyse, ilham verdiyse, düşündürdüyse, bir şeyler yapmak üzere harekete geçmek için teşvik ettiyse vs. ve buna karşılık olarak bana para veya başka bir armağan iletmek isterseniz: emreertegun@gmail.com

2 Yorum

  • lunawar

    "Benim gerçekliğimi oluşturan şeyler yukarıda yazdıklarım, başka bir şey değil. Dünyayla ve diğerleriyle kavga halinde olmayı bırakıyorum. Olan biten "olumsuz" atfettiğimiz bütün o şeyleri de kabul ediyorum ve şifalanmalarına niyet ediyorum." Bunu bir kenara yazsam.. Ne bileyim, evden girdiğim gibi göreceğim bir duvara.. Evden çıkmdan göreceğim, kapının arkasına.. Avcuma.. Aynaya..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir