Uncategorized

“şiddet”li, “nefret”li gündemin bendeki yansımaları

Bu tip olaylar tam anlamıyla turnusol kağıdı vazifesi görüyor. Genç bir kadının vahşice öldürülmesi gibi olaylardan bahsediyorum, Özgecan gibi… Bu acı olaylar sonrasında kendimize bakmayı becerebilsek, şifalanmamız yönünde inanılmaz önemli adımlar atacağız. Gerçi -“maalesef” mi desem- biliyorum ki bu yazıyı okuyanlardan benle hemfikir olanlar bunu yapmaya zaten çalışıyorlar, olmayanlar ise hezeyanlarına devam edecekler. Bu durumda benim ve diğerlerinin bu -ve diğer- konu(lar)da yazıp çizdiklerinin, söylediklerinin ne işe yaradığı ciddi bir tartışma konusu. Gerçi en azından daha ortada duranlara etki ediyordur muhakkak.

Gerçek bir vahşet uygulanmış; bunu “kötü”, “çok kötü” olarak addediyoruz, eyvallah. Allah, tanrı, karma, birlik veya benzeri herhangi bir şey varsa, daha doğrusu bunlara inanıyorsak, başa çıkması yine daha kolay gibi geliyor bana. Gerçi şu an sosyal medyada çınlayan “intikam”, “kısas-a kısas” çığlıkları atanların çoğunun Allah’a inandığını, kendini müslüman olarak tanımladığını sanıyorum. Belki de inançlarından o kadar da emin değiller ki bu kadar kendilerini kaybediyorlar. Aksi takdirde olan biten ne olursa olsun, daha sakin karşılamalılardı sanki. Belki de yanılıyorumdur.

Gerçi konu bu değildi ve bunları yazmayacaktım ama dökülüverdi, vardır bi’ nedeni. Asıl meramım şudur: Bu tarz bir olaya karşılık kısas-a kısas olmasını, bu kişilerin idam veya hadım edilmesini isteyenler, “şiddet”in tüm yakıcılığıyla kendi içlerinde olduğunu görmüyorlar mı? Bi’ baksalar ta içlerine, nasıl bir dönüşüm geçireceklerinin farkındalar mı? Hem intikamın hiçbir zaman olumlu sonuç vermediğini, zıt kutupların her zaman birbirini beslediğini ve keskinleştirdiğini hiç mi düşünmüyorlar? Cevapların hiçbiri müspet değil, biliyorum da soruyorum işte.

-Bu aralar kendisine çok atıf yapıyorum ama- Krishnamurti’nin dediği gibi, ne nefret bizden ayrı bir şey, ne kıskançlık ne de sevgi veya diğer duygular. Nefret ediyorsam ben nefretimdir; kıskanıyorsam kıskançlığın, seviyorsam sevginin ta kendisiyimdir. Bunu görmek ve kabul etmek benim hayatımı kolaylaştırıyor. Okuyup öğrendiğim veya üstüme yapışan “belirli” bir inancım yok ama bütün bu kainatın öylesine bir tesadüf olmadığını her geçen gün daha da biliyorum sanki. Bu kadar büyük bir güzelliğin ve düzenin varlığına baktığımda, şu an için algılayamadığım ve belki de hiçbir zaman algılayamayacağım bir “bütün”ü görmeye başlıyorum.

Allah’a ve İslam’a inanıyorsanız, üzülmeyin, Allah zaten onları cehenneminde yakacaktır, Özgecan’ı da cennetine almıştır bile. Karmaya inanıyorsanız, üzülmeyin, başka bir hayatta zaten yaptıklarının karşılığını göreceklerdir; metin olun. “Hepimiz biriz aslında.” diyorsanız, hiç üzülmeyin, zaten bütün bunları deneyimlemek için gelmişizdir dünyaya. Ya da -benim dememle olacak değil ya- üzülün, bu da oyunun bir parçasıdır.

Hiçbir şeye inanmıyorsanız, ussallığa (rasyonalizme), bilime, deneye dayanmayan şeyler sizi kesmiyorsa, yine de metin olun. Milliyetçilik anti milliyetçiliği, şiddet şiddeti, intikam karşı intikamı doğuruyor. Dünyaya ve kendi hayatınıza baktığınızda bütün bunları görebilirsiniz. “Ama ilk o(nlar) başlattı” demenin faydasını hiç görmedik binlerce yıldır. İlkokuldayken, ilk o çocuk saçını çekti belki ama sen ona uyup karşılık vermeseydin o sana tekme atmayacaktı. Ülkede isyan eden gruba bombaları yağdırmasaydın da onları anlamaya çalışsaydın, işler bu kadar çığrından çıkmayacaktı. Diğer ülke şunu yaptı diye sen karşılık olarak bunu yapmasaydın, olay savaşa dönmeyecekti.

Ha bu arada, suç hep karşı taraftadır di mi? Hiç bizde değildir. Hep onlar başlatır, onlar salaktır, onlar cahildir, onlar, onlar, onlar…

… … …

Galiba bütün bunları fark edebilmek için daha vaktimiz var. Kendime de defaatle hatırlatıyorum bunu. Metin olmayı, göremeyenlere kızmamayı, dünyayı kurtarma yükünü sırtlanmamayı…

Yine de kurtarsak güzel olur(du) ya…

—————————————–

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz’undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda “çalışmak”tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında “para eden” şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi’takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki… Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! 

Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman “doğrudan” getirmiyor. Hep bi’takım dolambaçlı yollar… Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir