bize dair

“ol”mak-“yap”mak karşıtlığı ve diğer bazı şeyler üstüne

Bugün Burcu ile Dalyan’a gittik, bir takım alışverişler yaptık. Bir yıl önce hiçbir şekilde gündemim(iz)de olmayan şeyler alıp duruyoruz. Özellikle, her seferinde nalbura uğramak alışkanlığımız haline geldi. Sürekli olarak bahçe çalışmaları için alınacak bir şeyler çıkıyor. Bugünkü menümüzde, tohumları rahatça ve hızlıca sulamamızı sağlayan, hortumun başına takılan duş başlığı, sürekli ihtiyaç duyup almayı ertelediğimiz kazma, bir de Burcu’nun keçe yaparken kullandığı masayı korumak için plastik bir masa koruyucu vardı. Son madde pek pahalı olduğundan mütevellit Ferdi’den ilk defa indirim istedik ve yaptırdık. ((:

Ama şimdi yazacaklarım bunlarla hiç ilgili değil. Bunları ve diğer bazı ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra oturduğumuz -ve çok sevdiğimiz- harika ötesi çay bahçesinde (üstelik çay 75 kuruş) konuştuklarımızdan yola çıkıp bir şeyler anlatmaya çalışacağım.

Mesela “olmak”-“yapmak” karşıtlığı ve bizim nerede durduğumuz konusu… Zaman zaman atıp tutmuyor değilim, ben artık bir şeyleri yapmak için fazladan çaba sarf etmek istemiyorum, sadece olmak istiyorum, gerisi kendiliğinden akışta çıkıversin diye. Yani günlük akışım bana neyi yaptırıyorsa onlarla yetineyim, fazlasına hiç bulaşmayayım. Özellikle kış ayları çoğunlukla bu halde, çok yavaş ve sakin geçti lakin o sakinlikte bile yapılacaklar listem dolup taşıyordu. Aralık’ta bir gün, bir çırpıda hazırladığım listeye 30’a yakın madde yazıp birkaç gün içinde bunların 40’a ulaştığını gördüm mesela. Geçen gün son bir kez baktım ve yapmadıklarımı yapmak istemediğime veya henüz zamanlarının gelmediğine kanaat getirip yaktım ve rahatladım. Çünkü o kağıt orada bir yerde durduğu sürece, bir ay yüzüne bakmasam dahi yapılmamış her maddenin ağırlığını taşıyor idim.

Yaktım da ne oldu? Her yerimiz yine listelerle dolup taşıyor. Yeni yapılacaklar listesi, alışveriş listesi, toprak işleriyle ilgili araştırılacaklar ve sorulacaklar listesi, Topluluk “Can”dır atölyesiyle ilgili yapılacaklar listesi, Şenlikli Ekonomi atölyesiyle ilgili bir takım listeler, listeler…

Atölyeler demişken… Atölyeler düzenlemek bizi “olmak”tan çıkarıp “yapmak” fiiline yaklaştırmıyor mu? Fikir ortaya çıkarma süreci ile başlayan, tanıtım metni ve başvuru formu oluşturmayla devam eden, baştan sona her türlü hazırlıkları kapsayan ve atölyenin ta kendisiyle -ve tabii değerlendirilmesiyle- sona eren kocaman süreçler ve buna ayrılan ciddi zamanlar… Bütün bu süreç beni “olmak”tan uzaklaştırıyor, burası kesin. Plan, hesap-kitap, koordinasyon vs. yapmam gerekiyor, orası da öyle. Bunla beraber yaşadığım(ız) güzellikleri, heyecanımı(zı) başkalarıyla paylaşmam(ız)a vesile oluyor; kat etmiş olduğum(uz) yolun farklı sürümleri için başkaları da harekete geçmek için cesaretleniyor; içinde bulunduğum kocaman çember daha da büyüyor ve güçleniyor; üstelik bütün bunların üstüne bir de para kazanıyorum. İşte tüm bu güzel nedenlerden dolayı “olmayı” takıntı haline getirmeden bütünün hayrına olduğum şeyleri “yapmaya” da çalışıyorum; elimden, kalbimden ve zihnimden geldiği kadar. Yeter ki bunların hiçbirini “iş” haline getirmeyeyim, rutine döndürmeyeyim. İçim istediği müddetçe devam edeyim, istemediğinde ise omuzlarıma sorumluluk almayayım. Sevgili arkadaşım Güneş’ten öğrendiğim düsturla ilerlesin her şey: Kolaylıkla, rahatlıkla, zarafetle…

Para kazanmak demişken, bu konuya uğramasam olmaz! Atölyeden para kazanıyor olma konusu ile ilgili büyük oranda rahatım aslında ama yine de ara ara içimin sıkıştığı olmuyor değil. Özellikle de 16-19 Mayıs arasında düzenleyeceğimiz Topluluk “Can”dır etkinliği için bir fiyat aralığı önerdiğimiz ve katılımcıların çoğunluğunun arkadaşım olması nedeniyle ara ara rahatsızlık hissetmiyor değilim. Bunu hissetmeme hiç gerek olmadığını biliyorum aslında, önerdiğimiz fiyat aralığının yüksek olmadığını da… Kaldı ki bu aralığın alt sınırını dahi yüksek bulan kişilerin de başvuru yapmasını, bu durumla ilgili ne yapabileceğimizi konuşabileceğimizi tüm içtenliğimizle de belirttik. Aynen de öyle oluyor, şimdiye kadar -yanılmıyorsam- üç kişi bu konuda sıkıntı çektiğini yazdı ve muhtelif çözümler geliştirdik. (Böyle yazınca iyi geldi bu arada.)

Hem ben en iyi bu işleri yapıyorum, armağanlarım bu yönde. Dolayısıyla geçimimi bu işlerden karşılamamda yanlış bir şey yok.

Bunları niye yazıyorum, bilmiyorum aslında. Ya da biliyorum: Bugün Burcu ile konuşurken, yaptığımız bu tip şeylerden para kazanma durumumuzu sorguladı biraz, ona istinaden geldi galiba bu cümleler.

Parayla ilgili diğer konu ise, daha önce birkaç kere değindiğim, güzel ve faydalı işlerden kolay kolay para kazanılamayan, kazanılsa da az kazanılan bir sistemde yaşıyor olmamız. Mesela neden sivil toplum örgütlerinde çalışanlar üç kuruş parayla geçinmek zorunda? Hiç olmazsa yoksulluk sınırında yaşamayı mümkün kılan sekiz on kurum yine idare eder de diğer bir sivil toplum örgütünde çalışmanın çok ciddi bedelleri var. Bütünün yararına çalışan, -üstelik çoğunlukla epey yüksek eğitimli ve donanımlı- kişiler bayağı bayağı yoksun bir yaşama mahkum kalıyorlar. Hem “iyi” bir şey yapıp hem de iyi para kazanmak çok nadir görülen bir olgu. Hadi bu kişiler yoksun da olsalar, iyi-kötü karınlarını doyurabiliyorlar da ölçülemeyen ve “iş” olarak adlandırılamayan güzellikler üreten kişileri ne yapacağız? Nasıl bir sistem oluşturmalı ki bu güzellikler daim olsun? Ne yapmalı da fiyatı olmayan şeylerin değerinin bilinmesi sağlansın? Ya da boş verip yine şu tip cümlelere mi sığınacağız: Yap, yapma demiyorum ama hobi olarak yap. Gir adam akıllı bir işe, paranı kazan, vaktin ve gücün yetiyorsa yine yaparsın güzelliklerini. Ama önce kendini kurtaracaksın aslanım vs. Ne kadar tanıdık cümleler değil mi?

Bence asıl soru, geçen Kasım ayında Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nde izlediğim bir belgeselde sorulduğu gibi, “Fiyatı olmayan bir şeyin değeri nedir?” Sahi nedir? Ayrıca bu değer nasıl ödüllendirilir? Bu da bizi apayrı bir yere ve çözüm önerilerine götürüyor ama bunu başka bir yazıya bırakalım.

Not: Özellikle parasal kısımla ilgili kendimi çok şanslı hissediyorum. Bilmeyenler için paylaşayım ki bir yıl boyunca tanıdık/tanımadık insanların destekleriyle geçindim. Şu sıralar ise, çok sık olmasa da arada üç beş kuruş kazanıyorum, arada ailem para yolluyor, ara ara da her yazının -ve bu yazının da- altında bulunan çağrıma destek vermek isteyen birileri çıkıyor ve zaten son derece düşük seyreden harcamalarımı bir şekilde karşılayabiliyorum.

Yine de bilmiyorum; bazen hala, tüm yaşadığım güzelliklere ve aldığım onca maddi/manevi desteğe rağmen durumumun kırılgan olduğunu düşünebiliyor, hayata karşı güvensiz hissedebiliyorum. Bir süre pek ortalarda olmayınca, yazı vs. de yazmayınca -doğal olarak- hiç veya daha az destek aldığımda içimde bir endişe belirebiliyor hala. Tamamen aştım o endişeleri derken çıkıveriyorlar bir yerden. Ama şükür, çok barınamıyorlar. Geldikleri gibi gidiyorlar.

—————————————–

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz’undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda “çalışmak”tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında “para eden” şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi’takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki…

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman “doğrudan” getirmiyor. Hep bi’takım dolambaçlı yollar… Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir