Uncategorized

2015 seçim sonuçları ve sonrasına dair

Seçim bitti, aklımdakileri ve kalbimdekileri paylaşmak istiyorum. Nereden başlayıp nerelere gider bu yazı, bilmem. Bu blogda gündelik ülke siyasetine yönelik şeyler yazmaya da pek alışkın değilim ama içimde bir sürü şey dönüyor. yazmazsam, paylaşmazsam eksik hissedeceğim.

– Öncelikle -kendimce- seçimlerin galipleri ve mağluplarını değerlendirmek istiyorum:

HDP: Herhalde söylemeye bile gerek yok, -beğenin ya da beğenmeyin- ortada çok büyük bir zafer var. 2011’de bağımsızlarla girdiği seçimde aldığı oyun tam iki katına ulaştı.

MHP: Oylarını 3 puandan fazla artırmayı başaran MHP’nin de -istatistiki olarak- başarılı olduğu bana göre çok net bir şekilde ortada. Milliyetçilik en haz etmediğim bir şeydir ama sezarın hakkını başkasına veremiyoruz.

CHP: Oyları da milletvekili sayısı da hemen hemen aynı kalan (aslında biraz düşen) CHP -istatistiki olarak- seçimi nötr kapadı. Bunla birlikte, bu karmaşada bile ve -görece- daha dişe dokunur vaatlerine ve daha güzel yaklaşımına rağmen yine %30’u zorlamayı başaramadı. Bir bakıma başarısız buluyorum ama bunu CHP’ye karşı genel önyargımla söylüyor olabilirim. Ya gerçekten de -olmaz ya!- bi’ feshetse kendini, Türkiye’ye asla yapamadığı hayrı yapar gibi geliyor bana.

AKP: Seçimin tartışmasız kaybedeni. Devletin tüm imkanlarının yanı sıra “Uzun”un da tüm çabalarına rağmen oylarının %18’ini kaybetti, 13 yıl sonra nihayet tek başına iktidar olma şansını da… Şükür!

Büyük resme baktığımda, meclisin şu anki görüntüsü benim için gayet güzel. Türkiye’deki dört ana akım parti temsil ediliyor, ayrıca oyların %95’i mecliste yerini buluyor. Baraja rağmen (bu seçimde biraz da “barajın sayesinde” oldu gerçi) hiç de fena sayılmaz.

Ayrıca dünkü açıklamalarda duyduğum, muhtemel koalisyon seçeneklerinin hiçbirinin önü çok açık değil gibi görünüyor. Bahçeli, -her zamanki gibi- tam da anlaşılamayan konuşmasında MHP’nin içinde yer almadığı koalisyonları ve erken seçimi işaret etti. Yani AKP-MHP ve CHP-HDP-MHP koalisyonlarının önü kapalı gibi. Demirtaş, AKP ile hiçbir şekilde koalisyon yapmayacağını defalarca söyledikten sonra dün de tüm sözlerinin arkasında olduğunun altını çizdi. AKP-HDP’yi de çiziyoruz. CHP-AKP büyük koalisyonu olur mu diye bir soru dönüyor kafalarda ama zor be hocam. Bu kadar ayrı düşen, bu kadar kopuk iki partinin bir araya gelmesi çok abuk bir şey ortaya çıkarır, ayrıca iki tarafın da seçmenlerinde büyük bir memnuniyetsizlik yaratır. I ıhh, olmaz.

Tabii ki siyasettir, söylenen sözler bir anda yutulabilir, tükürülenler afiyetle yalanabilir, ayrı. Ama an itibariyle benim gözlemlerim bu şekilde.

Tam da bu durum beni çok sevindiriyor. Temsili demokrasinin ne kadar yalan bir şey olduğuna dair atıp tutuyorum uzun zamandır, bunları tekrarlamaya gerek duymuyorum. Dolayısıyla kurulamayan hükümet, yükselen dolar, gerileyen ekonomi, ülkenin sürüklenme ihtimali olan kaos hali vs. beni korkutmak şöyle dursun, çok ama çok sevindirir. Ben yazdıkça eminim ki çoğunuz “hayal bunlar” falan diyordur -ve belki gerçekten de öyle- ama istediğim, devletsiz bir dünya. Bundan azı beni kesmiyor. Buna giden her türlü hareket, seçim sonucu, ayaklanma vs. hoşuma gidiyor. Olası kaotik bir süreç ise buna giden yola bir taş daha döşeyecektir.

Günü kurtarmakla falan ilgilenmiyorum artık, mümkün olduğunu bildiğim başka bir dünyanın hayaliyle yanıyorum. O yüzden CHP’ymiş, bilmemneymiş, ehven-i şer oy kullanmalarmış, bunları düşünmek, hesap etmek bile istemiyorum.

Diyorum ama yine de HDP’nin meclise girmiş olmasına, hem de -31’i kadın- 80 milletvekiliyle bangır bangır girmiş olmasına sevinmekten kendimi alamıyorum. “Öteki”lerin sesinin duyulması, mecliste yer alması, -henüz meclis varken- çok değerli elbette. Ayrıca “yerinden yönetim” diyen, “her vilayetin kendini yönetmesi”nden bahseden bir parti, hayal ettiğim dünyaya görece yakın bir parti. Yani evet, sevinebilirim. Ki sevindim bile, çoktan…

100’e yakın kadın; ayrıca Ermeni, Hıristiyan, Roman, Ezidi ve Süryaniler, ekolojistler de mecliste! Ohh!

Yazıda kendimle çeliştiğim yerler olduğunu hissediyorum (hem anarşik takıl hem bu sonuçlara sevin, ohh!?) ama hiç sorun değil. Bu kadar şizofrenik bir dünyada yaşarken fikirlerin tam tutarlılığını yakalamak pek kolay bir şey değil. Ayrıca gerek de yok ki. Şeffaflık, kafa karışıklığımızı da paylaşabilme, kendimizle dalga geçebilme, kendimize itiraz edebilme, her an değişebilme, gelişebilme gibi değerler yükselse, başka bir şeye ihtiyacımız olmayacak aslında.

İki şey daha var(dı) aklımda (ki an itibariyle birini unuttum): Birincisi, tamam, HDP’ninki çok büyük bir zafer, AKP’ninki ciddi bir çöküşün başlangıcı ama… Yine de düşünüyorum da… AKP’den kopan Kürt oyları, F tipinin desteği, CHP’den ve normalde oy kullanmayanlardan gelen ödünç oylar ve inanılmaz medya desteği ile geldiği nokta ancak %13 olabildi HDP’nin. Diyorum ya, bunu küçümsemek mümkün değil, akıl almaz bir başarı da… Hani şimdi bir seçim daha olsa, hele ki bir şekilde baraj düşse falan… HDP bu rüzgarını devam ettirebilir mi, şüpheliyim. İşte şu günleri süper değerlendirir, tutarlı duruşlarını korur, Türkiye partisi olduklarını iyice hissettirirlerse bu mümkün belki ama kolay olmayabilir. Not düşmek istedim. Ayrıca AKP’nin de bunca yolsuzluğa, birikmiş ses kayıtlarına, dış politikadaki ve birçok alandaki başarısızlığa rağmen hala %40’ın üzerinde oy ile açık ara birinci parti olması ise, onu seçimin tartışmasız kaybedeni olmanın yanı sıra hala çok güçlü kılıyor. Ayrıca bu %40 epey kemikleşmiş gibi geliyor bana. Yani bu kişilerin AKP’ye oy vermemeleri için ne olması lazım, merak ediyorum. Yani AKP’yi iyice yerin dibine gömecek olan şey ne? Benim aklıma gelen en güçlü seçenek, parti içi çekişmeler, çatışmalar, çatırdamalar ve nihayet bölünme. Yoksa yine gücünü (yani %40 civarını) koruyacak gibi görünüyor.

(hah, ikinciyi hatırladım) Galiba son paylaşımım da “bizim tarafta”ki bitmek bilmeyen nefret söylemleri hakkında olacak. Tırnak içine alma nedenim birazdan bahsedeceğim bu kişileri tam da bu tip söylemlerinden dolayı, pek de bizim tarafta hissetmiyorum aslında. Lakin yine de yaşam tarzı, kültür vs. olarak birçok yönden benzeştiğimiz gerçeğine de gözümü kapayamıyorum. İşbu kişilerin AKP’ye oy verenleri hala aşağılıyor ve onlarla birlikte yaşamaktan nefret ediyor olmaları beni bozuyor hocam. Bu dostlarıma ne diyeceğimi şaşırıyorum ve gerçekten de hiçbir şey diyemiyorum. Ben de kızıyorum, üzülüyorum, ben de çok sıkıldım bu adamlardan falan ama kimseyi aşağılamamaya, kimseyi hor görmemeye özen gösteriyorum. Dün “balkon”da kurşun asker gibi dizilen eski bakanlara falan bakarken benim de içim sıkışmadı değil. Başbakanı dinlerken midem bulanmadı değil… Ama hep hatırlatıyorum kendime: Hepimiz biriz. Herkes yapabildiğini yapıyor işte. Sakin kal ve gözlemle sadece.

(ikinciye devam) “Bizim tarafın” daha kuvvetli nefret söylemi ise elbette ki Kürtlere yönelik. Bu nefreti de neresinden tutsam bilemiyorum aslında. Yani şöyle, anlıyorum bu insanları, öyle ezberlerle geldik ki bugünlere, gözünü açmak, gerçekleri görebilmek hiç kolay değil. Çok basit söylemlerle, papağan gibi tekrara düşüyorlar sürekli. Ülke bölünecekmiş, “bebek katili”ymiş, şuymuş, buymuş… Kürt hareketinin de elbette ki günahları var ama “İlk taşı günahsız olan atsın.” diyecek olursak kimsenin öne çıkamayacağı çok net ortada. Daha öncesine hiç girmiyorum -ve zaten çok da bilmiyorum- ama yüz yıla yaklaşan cumhuriyet tarihinde, on yıl öncesine kadar yok sayılan, varlıkları kabul edilmeyen, dilleri unutturulmaya çalışılan, evlerinden, köylerinden edilen bir halka devletin uyguladığı terörizmi gerçekten görmüyorlar mı, yoksa -bir nedenle- işlerine mi gelmiyor? Diyarbakır hapishanesi deyince içlerinde herhangi bir şey uyanıyor mu acaba, mesela? Veya Roboski deyince “ama onlar da kaçakçıydıııı” diyenlerin içleri hiç sızlamıyor mu? Çok değil 20 yıl önce devlet her türlü pisliği uygulayarak binlerce Kürt’ü yok ederken, ortadan kaybederken “bizim taraftaki” bu arkadaşlar ne yapıyordu? Daha doğrusu şimdi ne yapıyorlar? Gerçekten hiç mi anlamıyorlar, yoksa hiç mi sallamıyorlar? Hepsi bir yana, Cumartesi Anneleri deyince de mi sızlamıyor içleri…

Çok uzattım ama bunları uzun uzun yazmadaki maksadım, bir yandan ciddi bir umut dalgası içimde dolanıyorken diğer yandan bu ayrışmışlıkla nasıl yol alabileceğimizin, barış dilinin hakim olmasını sağlamamızın, yani gerçek bir çözüme ulaşmamızın önünde hala uzun bir yol olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışmak.

Ancak elbette ki her şey bir yana bugün kutlama zamanı! Yıllar sonra, -hatta hayatımda ilk kez- bir seçimden sonra mutluyum, bir miktar olsun umutluyum.

Şükür!

—————————————–

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz’undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda “çalışmak”tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında “para eden” şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi’takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki…

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman “doğrudan” getirmiyor. Hep bi’takım dolambaçlı yollar… Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((:

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir