bana dair

resetlenmek

Anlatmak istiyorum; hislerimi, düşüncelerimi, son aylarda olan bitenleri, kafa karışıklıklarımı, korkularımı, -büyük anlamdaki- yolculuğumda nerelerde olduğumu, -geçtiğimiz haftalarda yaptığım daha küçük- yolculuğu ve içimdeki milyonnn tane abidik sesi paylaşmak istiyorum. Neresinden tutacağımı, nereden başlayacağımı bilemiyorum, o başka… Ama yazmam lâzım, zira Tanrılar Okulu‘nda Dreamer’ın söylediği üzere zihnimin dağınık parçalarını birleştirmenin en iyi yolu yazmak. Eh bu son yolculuk sonrası, her daim karışık olan zihnim iyice karıştığına göre yazmam l-â-z-ı-m!

Karışıklık hâlim iyi bir başlangıç olabilir ama bu doğru kelime mi, emin değilim. Önceki gün “resetlenme” kelimesi belirdi zihnimde. Evet, resetlendim! Her şey sıfırlandı, fabrika ayarlarına döndüm sanki ve şimdi ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Daha önce biliyor muydum? Bazen evet, bazen hayır. Gerçi bilirken ne kadar biliyordum, o da tartışılır.

İlk kez mi resetleniyorum peki? Hayır! Çandır‘da yaşadığım üç yıl boyunca ve daha öncesinde de birkaç kere başıma gelmişti bu. Bu seferki bir tık daha sağlam bir reset oldu ama alışık sayılırım. Ne zaman kendimi yollara atsam, yazın bir-iki ay köyden ve güneyin sıcağından uzaklaşsam ya da bir kış turnesine çıksam, oluyordu bu. Düzenim, alışkanlıklarım, rutinim alt üst oluyor* ve döndükten sonra yeni bir düzen kurmak biraz zaman alıyordu. En çok da köye, kıra, kırsala dair şeyler kayıp gidiyordu sanki elimden. Çünkü en oturmayan şeyler bunlardı. 30 yaşına kadar köy görmemiş biri olarak bu sulara sonradan girince ve bir şeyleri içselleştiremeden milyon tane ilgi alanım ve muhtelif seyahatler dikkatimi dağıtınca, dönüşlerde sıkça zorlandım. Şu çalının adı neydi; bu çiçek ne zaman açıyordu, şu tohum ne zaman ekiliyordu; mevsimler nasıl değişiyordu; köydeki amcaların teyzelerin adları nelerdi; toprağı nasıl işliyorduk, işliyor muyduk, işlemek lazımmış diyorlar ama permakültüre, Fukuoka dedeye sorarsan toprağı rahatsız etmemek lazımmış, e etmeyince de olmuyor(muş), nasıl olacak; sahi geçen yıl neyi nasıl ne zaman yapmıştık; off bu yıl nasıl yapıcaz, poff…

* Şimdi gel de Şems’i anma: “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?

Son birkaç yılda sıkça yaşadığım sıkıntılı hâller bunlar. Kıra, toprağa daha fazla bağlanmak isteyip ne bunu tam olarak gerçekleştirmek ne de vazgeçmek beni arada derede bırakıyor ve en çok bu konuda resetlenip durdum, duruyorum (resetlenip duru!).

Sadece bunla kalsa yine iyi. Kır-köy-toprak harici konularda da sıfırlanıp duruyorum ve bu çoğunlukla yollar, yolculuklar sonrası oluyor. Dönünce soruyorum kendime “eee şimdi ne yapıyorum”, “nerede kalmıştık”, “kendime dair neler keşfetmiştim” falan diye ve sonra gelsin kağıtlar, kalemler; dökülsün hayâller, niyetler; bakılsın eski notlar, defterler… Her seferinde zorlanıyorum, zira hep bir sürü şey yapmak, ayrıca hayattaki her şeyi sorgulamak istiyorum. Uzun süredir düzenli bir işim olmamasına ve günün tüm vakitlerini istediğim gibi geçirebilmeme, planlayabilmeme rağmen bu bir sürü şeyin ancak küçük bir kısmına yetişebiliyorum; tanrı-allah-evren tam zamanlı çalışanların yardımcısı olsun! Sahi tam zamanlı çalışmak nasıl bir şeydi? Haftanın beş günü (şanslıysan <!> hafta sonun ve akşamların senin) her sabah tıpış tıpış işe gitmek ve tüm gününü orada geçirmek falan…

***

Ne diyordum? Evet, bir sürü şey yapmak istiyorum; bir sürü şey! Deli danalar gibi okumak ve yazmak istiyorum (bu ikisini tek bir potada eritebiliyorum neyseki), köyden hemen hiç çıkmamak ve kağıda kaleme klavyeye gömülmek istiyorum. Blog yazıları, kitap(lar), denemeler, kurmacalar… Bir Emre bunu yapsa…

Tarımla, toprakla, ağaçlarla, ürün işlemeyle, yani daha somut üretimlerle ilgilenmek istiyorum ve fakat bu konularda yalnız başıma az yol alabildiğimden mütevellit bunları bilen biriyle yapmak istiyorum; belki bir komşu, belki yakın köylerden bir dost, belki de bir çiftliğe gidip uzun süreli bir kalış… Evet, ikinci Emre’yi bu işe veriyoruz.

Geçenlerde şöyle bir düşündüm de son beş yıldır beş-altı ayrı isimdeki etkinliği kolaylaştırmaya cüret etmişim, ki toplamda 15 kadar etkinlikten bahsediyorum. Gerçekleştirdiğim(iz) etkinliklerin, atölyelerin, buluşmaların, katılımcılara ciddi fayda yarattığını, -en azından bir kısmının- hayatlarının az ya da çok değiştiğini ve gerçekte istedikleri yöne doğru kaymaya başladığını; bunu yapmaktan, buna kanal olmaktan büyük keyif aldığımı ve üstelik bu güzelliklerin yanı sıra armağan ekonomisi yöntemi ile kendimi açtığım ve edindiğim karşılıklar sayesinde ihtiyacım olan paraya da ulaşmaya başladığımı gördükçe diyorum ki buna ağırlık vereyim. Güçlü olduğum ve güçlenme potansiyeli taşıdığım bir alan bu, hem keyifli hem sosyal hem paraya -nispeten- kolay erişim şansı; varsın nohutu başka bir dost üretsin, ben de ondan satın alayım ve böylece o kanalı da beslemiş olayım. Evet evet, üçüncü Emre bu işe eğilebilir bence.

Dahası da var: Hayatıma giren motorla birlikte (onun hikâyesini ayrıca anlatmaya niyetliyim) her yerin yakınlaşması ve nice güzel insanla kurulan dostluklar beni daha fazla yollara düşmeye çağırırken, bir süredir kısmen gerçekleştirdiğim -ama keşfedilecek yerlerin binde birini bile göremediğim- doğa yürüyüşleri, kamp fikirleri; “asıl bisiklet turları yapmalı abi”ler ve daha başka başka şeyler kafamı karıştırıp duruyor. Hadi bir Emre’yi de bunlara atasak, etti dört Emre.

***

İşte her resetlenme tüm bunları su yüzeyine çıkarıyor ve her seferinde pirincin taşını tekrar ayıklamak durumunda kalıyorum. Bu tamamen kötü, olumsuz, tu-kaka bir şey mi? Zinhar! Tam da bu durum beni durağanlıktan, bir şeyleri sırf alışkanlıktan dolayı yapmaktan koruyor; hayatıma, düşüncelerime, yapmak istediklerime tekrar tekrar bakıp güncellememi, ân’a dönmemi sağlıyor ve fakat bir yandan da dağıtıyor işte! Nasıl bir denge sağlamak lâzım acaba? Durağanlığın ve kendini tekrarın pençesine düşmezken bir yandan da en temel konularda bile başa dönmemek nasıl mümkün olabilir?

Bak en son güzel güzel caz müzikleri, grupları keşfediyordum mesela, unutmuşum; İngilizceyi daha iyi bir hâle getirme niyetim vardı, aklımdan çıkmış; topluluk olarak yaşama hayâlim arka planda her adımıma, eylemime sinmiş olmakla birlikte perde arkasına çekilmiş… İşte böyle sıkıntıları da olmuyor değil ve buraya sadece ilk aklıma gelenleri yazıyorum. Daha neler neler var(dı kim bilir)…

***

Bu seferki sıfırlanmanın neden bir tık daha sağlam olduğunu da azıcık anlatasım var. Haziran başında, üç yıldır yaşadığım Çandır’dan ayrıldım. Buna hiç niyetim yoktu fakat ev sahibi eve girenin çıkanın belli olmadığı gerekçesiyle (başka detaylar da var ama bu yazının konusu değil) böyle bir taleple gelince direnesim gelmedi (o sıralar buna dair şunları yazmıştım). Hayat beni başka bir şeye çağırıyor demek ki düşüncesiyle, her zaman olduğu gibi, ortaya çıkan yeni durumu hızla kabullenip “yeni”yi düşlemeye, merak etmeye ve beklemeye koyuldum.

Gel zaman git zaman, yaklaşık üç ay önce evden ayrıldım; bir süre için ev tutmaya veya yaşayacağım yere dair başka bir ciddi adım atmaya yeltenmeyip kısa bir süreliğine yeniden göçebeliğe dönme kararıyla… Bu kararın uzun bir süreyi kapsamayacağı hemen hemen kesindi; zira kendi düzenime, mutfağıma, çalışma masama vs.ye ihtiyaç duyuyorum. Fakat evet, en azından yaz aylarını bir şekilde orada-burada, çadırda, dağda bayırda geçirebileceğimi sanıyordum ve acele bir karar almama gerek de yoktu.

İyi de yapmışım. Çandır’daki son zamanlarda hayatıma giren dünya tatlısı Funda da kırsalda bir hayata ilgi duyuyordu ve hatta tanışmamıza da bu ilgisi ve hayatın tatlı sürprizleri vesile oldu (detaylar yüz yüze sohbetlere kalsın). Ben Çandır’dan ayrıldıktan yaklaşık bir ay sonra, Fethiye’nin bir köyünde ev tuttu ve bu satırları yazdığım yer de orası. Velhasıl şu an için buraya “yanlamış” durumdayım ve bu konu, en azından kısa vade için, bu şekilde hallolmuş oldu. Orta vade için ise başka niyetler söz konusu, belki başka bir zaman yazarım.

Nitekim bu seferki sıfırlanma bir tık daha sağlam; zira araya üç aylık bir göçebe dönem, üç haftalık motorize bir yolculuk, bir sürü yeni insan, yeni fikir, yeni tecrübe girdi; üstelik döndüğüm yerde yeni bir köy, yeni bir ev, yeni bir kadın var. Gelsin kağıtlar, kalemler, yazmalar, çizmeler; bir yandan da yeni deneyimler, yenilikler… ((-:

—————————————–

Blog yazarının üç notu: 
1 – Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık armağanı iletmek istersen (para veya diğer) bana ulaşır mısın? 

2 – Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum. 

3 – Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi “Yeni”ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.

emreertegun@gmail.com

4 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir