bana dair

Güneşe bakarken

Bu yazı HT Hayat’ta da yayımlandı. https://hthayat.haberturk.com/yazarlar/emre-ertegun/1077596-gunese-bakarken

***

Bu hafta, iki hafta önceki yazının devamı gelsin; yine Ocak 2016’dan…

***

İki önceki yazıda (bir anda!) bahsettiğim “Karanlık gibi aydınlık da beni kör edebilir“den, “Bazı hayaller o kadar güzeldir ki insanın yaşamını mahvedebilir.”den devam ediyorum.

Orada da yazdığım üzere, hayalimdeki dünya öyle güzel parlıyor ki bazen gözlerim fena halde kamaşıyor. Oraya saplanıp kaldığım, gözüm başka bir şey görmez hale geldiği takdirde ise kör olmak işten değil. Bu hayalleri neden hemen-şimdi-bugün yaşamadığıma dertlenip yaşamımı mahvetmek de öyle… Bu saplanmayı ara ara yaşıyor ama neyse ki fark edip kendimi çıkarıyorum.

Bunun en canlı örneğini para konusunda yaşıyorum. Hayal ettiğim dünyada paraya gerek ve ihtiyaç yok; herkes armağanlarıyla yaşıyor ve topluluk(lar) olarak dayanışarak tüm ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz. Herkes sunabildiği katkıyı sunarken, en azından asgari ihtiyaçlarına zorlanmadan erişiyor. Bundan bir adım öncesine kadar ise, yani daha epey bir süre için, paranın varlığına ihtiyacımız olduğunu ve onu güzel şekillerde kullanabileceğimizi düşünüyorum. Paraya karşı düşmanlık beslemek bir yana, son yıllarda onu sevdiğimi bile ifade etmeye başladım. Kendisiyle kavgalı değilim artık; o ideal dünyayı oluşturana kadar ondan harika bir müttefik olabileceğini düşünüyorum.

“O gün” gelene kadar para enerjisini hep birlikte güzel şekillerde kullanıyor olmayı istiyor lakin mesela ona ulaşmak için fazladan çaba sarf etmek zorunda olmayı istemiyorum. (Tabii ki sadece kendim için değil, herkes için!) Olumlu bir cümleye çevirirsem, aksini, yani ihtiyacım olan az miktarda paraya kolayca erişmeyi, böylece yeni dünya’yı hayal etme ve kurma yoluna taşları dertsiz-tasasız bir şekilde koymayı istiyorum.

Yani para diye bir şey var olduğu sürece benim için aydınlık; buna kolayca ulaşmayı, armağanlarımı ortaya serdiğimde ihtiyacım olana kolayca ulaşmayı temsil ediyor. İşte bunu o kadar kuvvetli istiyorum ki gözüm kör olabiliyor. Para kazanmak için fazladan bir şey yapmadığım(ız) bir dünyayı o kadar hasretle düşlüyorum ki buna ulaşmadığımı(zı) gördüğümde bundan çok rahatsız olabiliyorum. Sonra gelsin körlük!

Ama şükür ki hatırlıyorum bunun bir süreç olduğunu, şu anda bu ideal dünyada yaşamadığımızı ve bazen bunun için fazladan bir çaba sarf etmemiz gerektiğinde dünyanın sonu olmadığını…

Petrol ve petrol ürünlerinin tüketimi konusunda da mesela… İstiyorum ki kendine büyük oranda yeten, mümkün mertebe ekolojik ürünler üreten/kullanan topluluklar oluşturalım. Ortalıkta plastik sandalyeler, muşambalar, hayatım(ız)da motorlu araçlarla sürekli oraya buraya gitmeler vs. olmasın. Sonra bulunduğum eve bir bakıyorum, bu kadar dikkatli olmamıza rağmen petrol türevleri her yerde. Bir bakıyorum yaşantıma; sıkça yollardayım, seyahat halindeyim, fosur fosur salıyorum karbonları.

Yine aynı mesele: Hayalimdeki aydınlığa bakıp kaldığımda ve gözüm başka bir şey görmediğinde, fena oluyorum, darlanıyor, sıkışıyorum. Hemen “orada” yaşamak istiyorum. Neyse ki yine hatırlıyorum bunun bir yolculuk olduğunu, “oraya” giden yolun başında olduğumu, böyle bir dünyaya doğduğum için suçluluk duymam gerekmediğini ve zaten elimden geleni yaptığımı… Yaptığım seyahatlerin karbon ayak izimi artırırken bir sürü güzelliğe hizmet ettiğini; -özellikle uzun ömürlü- plastik ürünlerin aslında hayatımı ne kadar ucuza kolaylaştırdığını… Sonra derin bir nefes alıyorum, bu konulara bir sonraki takılmama kadar.

Başka bir örnek modern tıp olsun… Buna kendimden değil de Doğukan’dan örnek vericem. Tanıyanlar bilir, pek güzel bir insandır, bir süredir “emekli” ve yollardadır ben gibi. Zaten bir sürü konuda ben gibidir kendisi, ya da ben o gibiyim. Neyse, geçenlerde dert yanmış facebook’ta “Çok çaresiz kalınca eninde sonunda beğenmediğim ‘modern tıbba’ gebe kalmaktan çok mutsuzum” diye; iletisi şu soruyla bitiyor: “Bu kadar sancılı mı olmalı bir dönüşüm?”

Aynı mesele işte. O da ben gibi, istiyor ki hemen her şey hallolsun, hayallerimiz hemen bugün gerçekleşsin; modern tıp hayatımızdan çıksın, şudur-budur… O kadar istiyor ki dönüşümü hemen yaşamayı, -bu örnekte mesela- modern tıptan tümden kopmayı. Oysaki, birincisi, bunun hemen olması şart mıdır? Bir süre daha, en azından mücbir durumlarda modern tıbba gebe kalsak ne olur? İkincisi, hatta, bunun olması gerçekten şart mıdır? İletinin altına bir arkadaşı yorum yazmış ve demiş ki “Modern dünyada yaşıyoruz, modern hastalıklarla boğuşuyoruz, modern dünyanın belki de en faydalı tarafı olan tıptan faydalanmamak neden?”. “Belki de en faydalı tarafı” konusunda şüpheliyim ama yaklaşım bence çok güzel. Beni de bu konuda farklı şekilde düşünmeye sevk etti.

Ehh, durumlar böyle; örnekler her alanda, her konu başlığında çoğaltılabilir. Aydınlık iyi, güzel, hoş ama ona çok fazla bakıp gözümü kör etmemin, şahane hayallerimin beni daraltmasının, sıkıştırmasının bir alemi yok. Güneşe çıplak gözle bakmanın da öyle… Güneş gözlüğü şart!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir