Paradoks
Bu yazı HT Hayat için yazıldı ve ilk olarak orada yayımlandı. https://hthayat.haberturk.com/yazarlar/emre-ertegun/1077831-paradoks
***
Uzun zamandır ilk kez asıl yazı günümde bilgisayarın başına oturuyorum; bakalım ne çıkacak…
Hımmm, tam da buradan yürüyebilirim sanki. Asıl günde oturamamamın bir sürü nedeni var. İki haftadır bahsettiğim inişli çıkışlı hâllerim adım atmamı zorlaştırıyor. Daimi bir erteleme hastalığında buluyorum kendimi bu aralar. İllaki yapılması gerekenler, yumurtanın kapıya dayandığı durumlar olmadıkça kolay kolay yapamıyorum yapmak istediklerimi. Yazı yazmadan tut yemek yapmaya, cevap bekleyen dostlara seslenmekten tut yapmak istediğim çember çalışmalarına; hemen her şeyi erteliyorum, elimden geldiğince… Ki şimdi de şöyle bir soru oluşuyor zihnimde: Yapmak istediklerimi gerçekten yapmak istiyor muyum?
Zihnimde o kadar çok tilki dolaşıyor ve kuyrukları öylesine birbirine dolanıyor ki -benim için- neyin doğru neyin yanlış olduğunu, neyi isteyip neyi istemediğimi, neyi düşünüp neyi düşünmeyeceğimi, kim olduğumu, kim olmak istediğimi ve buna istinaden -sonsuz uzunluktaki listeden- neleri yapıp neleri atmam gerektiğini çözmek kolay olmuyor bugünlerde.
Tüm bu içsel karmaşa ise atalete çekiyor beni. Tuhaf bir cümle olacak ama “O kadar fazla şey yapmak istiyorum ki hiçbir şey yapamıyorum.” gibi bir durum söz konusu. Ve bu da aklıma, geçtiğimiz Mayıs ayında katılmış olduğum çalışmada içime doğan ve grupla paylaştığım şu cümleyi getirdi: “O kadar yaşam doluyum ki şu an ölebilirim.”
Yaşamın bu paradokslarını* seviyorum. Kafayı karıştırıcı ve bir o kadar açıcı oluyorlar. Her şeyin bir ve bütün olduğu ve fakat bu birlik içinde her parçanın nadide bir yeri olduğu da şahane bir paradokstur mesela. Ya da, geçenlerde bi’ arkadaşım ile sohbet ederken konu bi ara “özel olma ihtiyacı”na gelince şöyle bir cümle dökülmüştü ağzımdan ve heyecanla not almıştım; bu yazıda paylaşmak kısmetmiş: “Herkes çok özel… Ve tam da bu sebeple hiç kimse özel değil; ya da özel olmak o kadar özel bi’şey değil.”
Bir diğeri de durmanın, sessizliğin, sakinliğin önemi ve fakat bunu yaşamdan elini ayağını çekerek değil, tam da yaşamın içinde uygulama becerisini geliştirmek olabilir. Köyümde, evimde, fanusumda huzurla oturabiliyorum, değişkenlerin çoğu kontrolüm altında, kolay kolay sürpriz yok. Peki insanlarla görüştüğüm, buluşmalara katıldığım, yapacaklarımı yaptığım zamanlarda nasılım? İç huzurumu, dinginliğimi koruyabiliyor muyum?
***
Tam olarak paradoks başlığına girer mi emin olmamakla birlikte bir de meşhur neyin hayır, neyin şer olduğunu bilmeme konusu ile ilgili bir gündemim(iz) var, gittikçe güçlenen. Şer görünenin beni/bizi hayırlı bir yere götürebileceğine dair bir gündem (tabii bazen de tam tersi söz konusu)…
Şöyle ki bizler için kırsalda yaşamak çok yüksek bir hız ile zorlaşıyor. Ev kiraları hop hop hopladı ve hoplamaya devam ediyor. Bizim Güneybatı köyleri acayip coşmuş durumda; dostlardan aldığımız havadislere göre İzmir de farklı değil. Her geçen yıl zaten üstümüzde daha çok hissettiğimiz kira artışı baskısı, Covid ile hızlanan kırsala göç ile birlikte çok acayip noktalara geldi. Anlatsam ağlarsınız :)) (Gerçi şehirlerde de ciddi bir barınma sorunu konuşulur oldu son zamanlarda; durum buralarla sınırlı değil belli ki.)
Öte yandan şu an bizleri zorlayan bu durum, yıllardır atmak isteyip de atamadığımız birtakım adımları hızlandıracak gibi görünüyor. Özetle, bir sürü insan yıllardır araziye yerleşme, evlerini yapma, bir çeşit topluluk olarak yaşamaya dair konuşuyor, hayaller kuruyor, toplaşmalar yapıyoruz ve fakat bir noktada tıkanıyor süreç. Bunun türlü sebebi var elbette ve bu yazıda uzun uzun bunları analiz edecek değilim. Fakat başlıcalarından biri, bence, mevcut hayatlarımızda (kiralık evlerimizde) keyfimizin, rahatımızın yerinde olması. Aynı ve yakın köylerdeki, kasabalardaki dostlarla komşuluk ve dayanışma temelli tatlı bir birlikteliğimiz var halihazırda; herkes kendi gönlünce yaşayıp gidiyor. Hâl böyle olunca, şahane hayaller kuruyor olsak da şu anki tatlı konfor alanımızdan çıkıp büyükçe adımlar atmaya bir türlü yeltenemedik sanki. Şimdi ise çember büyük bir hızla daralıyor ve hayat bize “Hadi koçum, hadi canım, hadi artık…” diyor gibi. Yakın zamana kadar -ve belki hâlâ- bu bir tercih iken yavaş yavaş kaçınılmaz bir hâl almaya, zorunluluk teşkil etmeye başladı.
Ehh Corona süreci zaten her yönden başlı başına bu gidişata hizmet ediyor aslında…
Belki de şer görünen ve şu an bazılarımıza kabuslar gördüren bu gelişmeler sayesinde dünyada cenneti yaratmaya başlayabileceğiz. Keyfimize ara verip at(a)madığımız adımları artık mecburen atacak ve öncelikle kendimiz bu yaşamı daha da keyifli ve temiz yaşamayı öğrenirken aynı zamanda örnekler oluşturup şahane ilhamlar saçacağız belki ortalığa…
Merakla bekliyorum olacakları…
*Sözlükte “paradoks” kelimesi yerine daha Türkçe bir karşılık bakınırken ona en yakın olarak “çatışkı”yı buldum ama bu da sanki biraz kulak tırmalayan ve alışık olunmayan bir kelime olduğu için yazıda kullanmadım. Yine de buraya not düşmeden geçemedim.