bize dair

GSYİH’yi yükseltmek – bir kısa öykü

O gün öğrendi ki ülkelerin gelişmişliği GSYİH, yani gayri safi yurt içi hasıla ile ölçülüyormuş. Buna göre, bir ülkenin sınırları içinde para ile yapılan her türlü işlem GSYİH’yi artırırken, parasız yapılan işlemler -çok afedersin- bi’ boka yaramıyormuş.

“O zaman…” diye düşündü kendi kendine, “benim bu ülkeye yapacağım en büyük hizmet, kendi çapımda H’yi artırmaktan başka bir şey değil!” Bunu neden daha önce düşünememişti! Yıllar önce televizyondaki “Alın-verin, ekonomiye can verin.”leri şimdi anlamıştı, jeton maalesef biraz geç düşmüştü ama olsundu, düşmüştü ya…

Nerden başlamalıydı peki? “Hizmet”in büyüğü küçüğü olmazdı, aklına ilk gelen ve yapılması ona en kolay gelenlerden başladı. Günde en az bir otomobilin kasasını çizmeye başladı. Geceleri en tenha sokaklarda usulca süzülüyor, alarmı olmadığından emin olduğu arabaların kaportasını, bir önceki evlerinden elinde kalan kullanılmayan anahtarla bir güzel çiziyordu. “Hiç olmuyorsa 200 TL masrafı oluyordur bunun” diye düşünüp hesaplayıveriyordu “Vayy bee, ayda 6.000 TL’lik işlem hacmi yaratıyorum, ne mutlu!” Bu işlem hacmi gibi lafları da haber kanallarının gündüz seanslarından öğreniyor, gündelik hayatta kullanmayı çok seviyordu. Çok istediği iktisat bölümüne girdiğinde de daha ne laflar, ne tabirler öğrenecekti kim bilir…

“Daha daha ne yapabilirim” diye düşünürken suya takıldı aklı. Bunca hayati bir şeyin bu kadar ucuz, neredeyse bedava olması akıl alır gibi değildi. Hele o hayratlar (umumi çeşme) yok muydu, ahh ahh! Haftada birkaç hayratı bozmayı kendine hedef koydu ve bu hedefine de ulaştı. Meblağı tam olarak bilmesi mümkün olmasa da bozuk olan çeşmelerden su içemeyenlerin mecburen bakkaldan (“bakkal” lafın gelişi, artık sokak aralarında bile zincir marketlerin şubeleri vardı) su satın alacaklarını düşündükçe içi içine sığmıyordu. Ülke ekonomisine katkıları artarak sürüyordu.

Su konusunu sevdi. Şebeke suyu içilen küçük bir şehirde yaşamasına rağmen haftada birkaç hanenin içme su alışkanlığını, daha temiz olur, hem hijyenik gibi gerekçelerle çeşme suyundan damacana suyuna çevirmesini sağlayarak da 400-450 TL’lik işlem hacmini ülkenin cebine koymuştu.

Vay bee! Ülke ekonomisini düze çıkarmak ne de kolaydı aslında. Düşündü, her vatandaş biraz sorumluluk alıp işin ucundan tutsa, bir şekilde ekonomi yaratsa, ülkenin müreffeh ülkeler seviyesine gelivermesi işten bile değildi. Şu yaptıkları kabaca ayda 10.000, yılda 120.000 TL’lik işlem hacmi yaratmıştı. 1 milyon kişi kendince böyle katkılar sunsa ülkenin GSYİH’sinin iki katına çıkması işten bile değildi.

Evet evet, işlem hacmini artırmak önemliydi. Yoksa GSYİH yükselemezdi, Allah muhafaza!

Gün geçtikçe bu ve benzeri şeylerle bu konuda ülkesine katkı sunmaya devam ederken devlet büyükleri de bunun farklı versiyonlarını hayata geçiriyorlardı. İçi rahat olsundu. Otomobillerden, iletişimden, alkollü içeceklerden ve diğer birçok kalemden alınan vergiler sürekli yükseltiliyor; özellikle kırsalda bedava kullanılan dere sularının önü kesilerek, gerek HES’ler yoluyla enerji üretiliyor gerekse dolum tesisleri ile özgür sular zapt edilerek, yaşam kaynağı olan su cansız bir metaya dönüştürülüp mis gibi hijyenik pet şişelere doldurularak, yani ekonomiye kazandırılarak bir taşla sayısız kuş vuruluyordu (yaşam alanlarından olup ölen kuşlardan gayrı). Kendi kıyafetini az-çok kendisi dikebilen hanelerin sayısı hızla milyonlardan sıfıra yakınsarken kot pantolon satış eğrisi ise bir anda sıfırdan on milyonlara fırlamıştı!

Bunlar sadece birkaç örnek. Gerek bireylerin gerekse devletin asil çabalarıyla ülke ekonomisinin çarkları hızla dönüyor, her yana can gidiyordu.

Gerçi bu hesaplarda bir yanlışlık vardı ama neydi? Her yana can giderken nedense sadece birileri muratlarına eriyor, bizse kerevetine çıkamıyorduk bir türlü.

Zaten kerevete çıkmanın ne demek olduğunu bilemiyorduk, GSYİH’yi de yükseltmiyordu bunu bilmek. Amaaaan, o zaman gerek de yoktu.

—————————————–

Bildiğin -ya da bilmediğin- üzere 2012 Temmuz’undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda “çalışmak”tan bahsediyorum tabii. Zira aslında hiç olmadığım kadar üretim halindeyim, ayrıca -yeri gelmişken- son derece keyifli ve afiyetteyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında “para eden” şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi’takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki… 

Yok yok, katiyen şikayetçi değilim bu durumdan, hatta bunun için ayrıca şükran doluyum. Cidden! Hayatımı sürdürürken az miktarda da olsa (ayda birkaç yüz tl) paraya gereksinim duyuyorum ve yaptıklarım, bu parayı çoğu zaman “doğrudan” getirmiyor. Hep bi’takım dolambaçlı yollar… Neyse ki bu yolları da seviyorum. ((: 

Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir