topluluk bir-ki – 2
Bir önceki yazıda (okumayanlar buyursun: topluluk bir-ki – 1) topluluk kavramıyla şimdiye kadar ne şekilde ilişkilendiğim üzerinden paylaşımım olmuştu; Barış Köyü buluşmalarından ve Çandır Candır tecrübem(iz)den bahsetmiştim. Bu yazıya ise Acemi Kabile girişimimizle başlayacağım ve sonrasında yazı nereye akarsa teslim olacağım. İçimde dönen epey bir şey var, bakalım hangileri görünür olmaya daha hevesli.
Acemi Kabile
İki yıl kadar önce, Çandır’da yaşamımız devam ederken bir yandan da -geçen yazıda biraz bahsettiğim- daha bi’ özlemini duyduğumuz tarz topluluk hayallerimize dair konuşup duruyorduk. Derken kış aylarında, içinde benim de olduğum bir dört kişi kurtlandı ve bir çağrı yapmaya karar verdik. Bu sefer Barış Köyü’nde olduğu gibi sadece bir araya gelmek ve paylaşımlar yapmak yoktu hedefimizde; fiiliyata dönen, gerçekten bir arada yaşayan bir ya da birkaç topluluk çıkartır mıyız acaba sorusu üzerinden yaptık çağrımızı. İki kriter çerçevesinde davet ettik dostları: Birincisi, bir arada yaşamayı istediğimizden büyük oranda emin olduğumuz, çok sevdiğimiz kişiler olmaları, ikincisi ise kısa vadede harekete geçmeye hazır kişiler olmaları idi. Yani aslında çok sevdiğimiz ama o an hareket edemeyecek olan ya da hareket edemeyeceğini varsaydığımız kişileri haberdar etmedik örneğin.
20 kadar kişiye seslendik ve Mayıs 2016’da 15 kişi ile harika bir toplaşma yaptık. İlk buluşmamız Kayaköy’deydi ve 4-5 gün süren birlikteliğimizin iskeletini pek tabii ki çember uygulamaları oluşturdu. Süreci kolaylaştırma işini, ilk gün için, çağrı yapan dört kişi olarak üstlendikten sonra diğerlerini de dahil etmek istedik ve bence çok güzel ve iyi işleyen bir fikir çıktı ortaya. Farklı buluşmalarda kullanılabilir diye düşünerek buraya not düşmek istiyorum:
Her bir araya gelişimizin sonunda (ki günde iki ya da üç kez toplandık) bir sonraki seansı kolaylaştırmaya gönüllü olanlar el kaldırıyor ve sorumluluğu devralıyordu. Bir sonraki bir araya gelişi bu kişiler kurguluyorlar ve bunun sonunda daha sonraki tur için yine gönüllüler ortaya çıkıyordu. Böylece son derece katılımcı ve organik bir şekilde ilerledi sürecimiz. Daha önce kolaylaştırıcılık tecrübesi olsun/olmasın, herkese açıktı bu alan; dikkat ettiğimiz tek nokta ise bir önceki seansı yürüten kişilerden en az birinin bir sonrakine de kalmasını sağlamaktı. Bu, sürekliliği sağlamamıza ve süreçler arasında kopukluk olmasını engellememize hizmet ediyordu.
Yapmış olduğumuz çemberlerin ve kullanmış olduğumuz diğer araçların desteği sonucunda varmış olduğumuz derinlik ve oluşan aşk hâli heyecan vericiydi. Son akşam yapmış olduğumuz çemberde öyle yoğun ve kuvvetli bir enerji vardı ki “Sanki bütün insanlık tarihi şu an için, bu çember için hazırlanmış, bunca şey sanki bunu yaşamamız için gelmiş, geçmiş.” diye bir cümle döküldüğünü hatırlıyorum ağzımdan. Sanki C.Eisenstein’ın öne sürdüğü üzere insanlık çok uzun zamandır bir çocukluk evresindeydi ve şimdi yetişkinliğe geçiyordu ve bu buluşmanın işleme şekli ve akışı bu yetişkinliğin harika bir dışavurumu, yansımasıydı.
Acemi Kabile’nin Çekirgesi – Gonca Mine Çelik |
Ertesi sabahki çemberde ise, bu topraklarda örnek alacağımız toplulukların yer almaması ve bu nedenle el yordamıyla yolumuzu bulmaya çalıştığımız ve bu süreçte zaman zaman en hayırlı adımları atamayabilecek olmamızdan bahsedildi ve “Acemi bir kabile gibiyiz.” cümlesi dile geldi. Grubun adı o an, kendi kendini koymuştu: Acemi Kabile. Ertesi sabahki çemberde bizi ziyaret eden ve saatlerce her birimizin üstünde, saçında, omzunda takılan harika yeşil çekirge ise grubun bir nevi simgesi oldu. Ki sonraki günlerde sevgili Mine bu çekirgenin görselini çizdi.
Hem çok keyifli hem de son derece umut verici günlerdi. Hemen herkes muhtelif adımlar atmaya hazırdı, ki sonraki aylarda hızlıca birbirini ziyaretler, bir süre birlikte yaşamayı deneyimlemeler vs. vuku buldu. Kabile eşrafından izin almadığım için neler yaşandığının detaylarına ve isimlere burada girmiyorum.
Aynı yılın Ekim sonu Kasım başında, bu sefer Çandır’da bir buluşma daha gerçekleştirdik. Tam kadro olmadıysak da 15 kişinin 12’si gelebildi. Yine gayet keyifli bir 3-4 gün… Bir önceki buluşmanın büyüsü yoktu sanki bu sefer, zira ilk buluşma çok daha çember ve kalpten iletişim hâlinde geçmişti; bu kez ise -yine çember de uygulamış olmakla birlikte- biraz daha pratik konulara girmeye çalıştık. Tam olarak ne istiyorduk; nasıl bir arazi, nasıl bir yapılanma, nasıl bir dayanışma, kaç kişi… Yani biraz daha zihinsel bir süreç oldu diğerine göre. Fakat zihni tu-kaka etmeyelim tabii.
Bence bütün süreçlerde zihnin de kalbin de önemli bir yeri var. İlk buluşmamızda zihin-kalp dansı zikredilmişti, tam da öyle bir şey var içimde. Tek tek ve kolektif olarak hepimiz için en hayırlı hareket biçimi, bana göre, kalbimizin ve hayatın doğal akışının çağırdığı yöne doğru ilerlememiz, bu ilerleme esnasında ise zihnimizin kapasitesinden sonuna kadar faydalanmamız. Yani çok basit bir ifadeyle karar merci kalp, uygulama merci zihin olduğu takdirde güzelliklere doğru yol aldığımızı ve alacağımızı düşündüğümü (belki de bildiğimi) öne sürebilirim.
Bu buluşmanın akabinde haberleşmeler, gidip gelmeler, e-postalaşmalar, facebook grubu paylaşımları epey aktif bir şekilde devam etti. Gruptaki heyecanın gayet canlı olmasının yanı sıra bir takım fikir ve yaklaşım farklılıkları da gündeme gelmeye başladı. Bunları (en azından benle ilgili kısımları) ve şu an nasıl bir noktada olduğumu, galiba bir sonraki yazıya bırakacağım. Aslında bütün bu tantanayı o yazı için yapıyorum, esas niyetim o yazıya ulaşmak ancak henüz gelemedim oraya. ((:
Belki gündeme gelen farklılıklarımızdan, belki o sırada Çandır’daki birlikte yaşamımız miadını doldurduğu -ve bir süre birlikte yaşayan diğer bir grup daha ayrıldığı için- grup enerjisini tutacak bir aradalıkların çözülmesinden, belki içimiz kıpraşmışken bu potansiyel enerjiyi hareket enerjisine çevirme konusundaki ağırdan almalarımızdan, belki de bambaşka sebeplerden ötürü Kabile’nin iletişim süreçlerinde bir yavaşlama gerçekleşti ve 2017’nin yaz aylarında iletişimimiz neredeyse bir anda kesiliverdi. Arkadaşlık, dostluk ilişkilerimizden değil, topluluk konusundaki paylaşım ve enerjimizden bahsediyorum.
Yaz sonlarında, sonbahara doğru grubu şöyle bir hareketlendirmeye çalıştıysam da muvaffak olamadım ve sonraki aylarda iyiden iyiye sönümlendik.
Gel zaman git zaman, 2018’in bahar aylarına geldik; bu konu beni yeniden ve güçlü bir şekilde çağırmaya başladı. İçimdeki huzursuzluk sönümlenmenin kendisinden değil, bunun adını koymamışlıktan ve kendi hâline bırakmışlıktan ileri geliyor. Hemen herkesin, her kurumun, her oluşumun -bana pek sağlıksız gelen- yaklaşımı vuku buluyor bana göre:
Bir şey başlarken iyidir, güzeldir, kutlamalar vs. yapılır ama biterken bir sessizlik çöker, bir şeyler görmezden gelinir, buradan alınabilecek dersler alınmadan yüz çevrilir, “eski”nin çürümesi ile onun kompostlaşarak “yeni”ye besin olmasının önemi unutulur. Tam da bu nedenle -ve istisnalar hariç- evlilikler, sevgililikler kutlanırken ayrılıklar sessiz sedasız halledilir; bir eve taşınırken partiler verilirken oradan ayrılma zamanı geldiğinde bu çok nadirdir; bebek doğduğunda hep birlikte sevinirken ölümler olduğunda o kişinin hayatını kutlamak yerine karalar bağlanır…
Ve bunun aynısı şimdi Kabile’de vuku buluyordu sanki. Kuruluş ve ilerleme döneminde işin tadını çıkarırken gerileme ve -muhtemelen- sona erme döneminde onu görmezden geliyor, unutulmaya terk ediyorduk. Bu, aynı zamanda, sıkışmış ve tamamlanmamış bir enerji olarak, ileride birlikte ya da ayrı ayrı atacağımız diğer adımların önünde de bir nevi engel oluşturuyor. Benim hissiyatım bu şekilde en azından.
Tam da bu nedenle, şu sıralar, yeniden bir araya gelerek bir aradalığımıza yakışır bir kapanış yapma fikri var şu an ortada. Henüz uygun tarihleri yakalayamadık ama bu yaz sona ermeden toplanacak gibiyiz. Bir araya gelmek yine çok keyifli olacak ve keyfin yanı sıra, bu süreçten tek tek ve kolektif olarak neler öğrendiğimizi, heybemize neleri kattığımızı konuşma, paylaşma fırsatı bulacağız. Ve sonunda her ne olacaksa ona teslim olacağız diye düşünüyorum. Kapanışsa kapanış, hortlamaysa hortlama, şekil değiştirerek var olmaysa ona da eyvallah; ve diğer bütün olasılıklara da… Yeter ki bir araya gelelim ve bu işin hakkını verelim.
2 Yorum
Zeynel
Bu yazıda http://icimdensohbetler.blogspot.com/2018/01/fazla-dusunuyor-olabilir-miyiz.html verdiğin öğüt ile çelişiyorsun gibi geldi bana 🙂
emre
ne açıdan? fazla mı düşünüyorum? :))
birincisi, belki bu bir "dediğimi yap, yaptığımı yapma" örneğidir :))
ikincisi, kendimle çelişmeyeceğim bir hayatı hiç istemezdim 🙂