bize dair

topluluk bir-ki – 3

Geldik üçüncü -ve muhtemelen sondan bir önceki- yazıya. Evet, üç yazıya sığamadım; dördüncüye taşacağım! :))

Önce ilk iki yazıyı okumak isteyenler, yazı isimlerinin üzerilerine tıklayabilirler: topluluk bir-ki – 1 & topluluk bir-ki – 2

***

Zihnimde iki temel soru var şu an: Neden topluluk yaşamı istiyorum? Nasıl bir topluluk yaşamı istiyor, öneriyorum? Bu yazı birincisine, bir sonraki ikincisine dair olacak. Bu yazı daha kişisel bir yakarışım; sonraki ise konuya dair bir öneri, tasarı olacak.

“Neden topluluk yaşamı?”nın benim için iki temel cevabı var baştan beri: Birincisi çok daha keyifli, neşeli, rahat ve çok daha bana uygun olduğunu düşündüğüm için, ikincisi ise dünyanın gidişatına yerinde ve tatlı bir cevap olacağını, güzel örnek oluşturarak başkalarını da etkileme ve genel gidişata olumlu bir katkı yapacağını düşündüğüm için. Yani hem kişisel olarak Emre’ye iyi gelecek hem de bütüne. Aslında benim için iyi olanın bütün için de iyi olduğuna dair pek şüphem yok; bütüne hizmet etmek için kendimden fedakârlık etmenin, özveride bulunmanın falan çalışmadığına, zira sürdürülebilir olmadığına dair de öyle. İlk yazıda bir cümlede geçirdiğim üzere, kişisel olanla bütünün bu şekilde ayrılmasını çok da doğru buluyor değilim yani ve fakat fikir üretimi ve paylaşımı yaparken bu tip sınıflandırmalar, anlatmayı ve anlamayı kolaylaştırabiliyor.

Bu nedenle yapmış olduğum sunî ayrımdan devam ediyorum: Uzunca bir süre, kendim için çok keyifli ve tercih edilebilir olduğunun bilincinde olmakla birlikte ikinci cevap beni daha çok heyecanlandırdı. Bu tip iyi örnekler yaratarak önce yakın çevreye, sonra benzer diğer oluşumlarla birlikte belki ülkeye, sonra da dünyaya örnek olmak, daha güzel bir yaşamın varlığını göstermek ve bunun yayılmasını sağlamak; böylece dünyayı değiştirmek, olmasını istediğimiz şekle bürünmesi için çalışmak için bunu istiyordum daha ziyade…

Yani kendim için de iyi olacak bir şeyin hayalini kuruyordum ama idealist tarafım daha ağır basıyordu. Bu blogun üst kısmından uzun zamandır kendime “dünyayı kurtarmak senin işin değil” şeklinde seslensem de içimdeki o kahraman, bundan vazgeçmiyordu aslında. Bunu, iyi veya kötü diye nitelendirmek istemiyorum ama şu sıralar bunun dönüştüğünü ve bu dönüşümden memnun olduğumu ifade edebilirim.

İdealist tarafım* daha güçlüyken ayrım yaratan, başkalarını “beğenmeyen” bir hâlim vardı ve konuya dair fikir üretir ve konuşurken (örneğin Acemi Kabile sürecinde) ideallerime uymayan kişileri uzak tutmayı isteyebildim: Topluluğumuzun içinde Ikea ürün olmasın, topluluk üyeleri uçakla seyahati tercih etmeyen kişiler olsun, topluluk üyeleri her adımlarında ekolojik kaygıları fazlaca gözeten kişiler olsunlar… Bunlara -ve daha fazlasına- uymayanlarla yan yana durmak o kadar da iyi bir fikir değil(di) sanki; zira kurtarılacak bir dünya var, her şey tepetaklak gidiyor; iklim değişikliği, nesli tükenen türler, toprağın yok olması ve zehirlenmesi, her yerde gördüğüm(üz) sağlıksız iletişim hâlleri vs. ve yapacağımız şey, atacağımız adımlar bütün bunlara cevap olmalı, iyi bir örnek olmalı; bu durumda önce bizler “doğru” olanı yapmalıyız, “temiz” ve tutarlı davranmalıyız; …

* “İdealist tarafım” derken kast ettiğim şeyi, detaylara girmeden ve kestirmeden, yaşama ve attığımız her adıma ekolojik çerçeveden bakma konusundaki derin hassasiyet ve ısrarım ile ve büyük firmalardan, zincir mağazalardan, yani bir nevi sistemden, kapitalizmden olabildiğine uzak durma isteğim ile biraz olsun anlatabilirim sanki.

-Uzunca bir süre için içimde ciddi yer eden- bu tip fikirleri bugün tamamen yadsıyor değilim; “Ahh ne sersemmişim!” falan da demiyorum. O bakış açısının kendine göre doğru ve kendi içinde son derece makul olduğunu söyleyebilirim. İdealizmi ön plana alınca; daha saf bir grubun oluşması, belli hassasiyette buluşan kişilerin yan yana durması akışı kolaylaştıracaktır. Belki daha homojen bir topluluk olacaktır ve herkesi içine almayacaktır ve fakat belki de harika bir örnek olacak ve gerçekten de dünyanın değişim sürecine önemli bir katkı koyacaktır. Kim bilir…

***

Görsel: Ayşegül Duygu Top

Ve fakat bugün (aslında yaklaşık bir yıldır) başka bir noktada geziyorum. Bir kez daha sunî ayrım üzerinden gideceğim; artık bunu, her şeyden önce ve en çok da kendim için iyi olduğu düşüncesiyle çağırıyorum hayatıma. Bunun başkalarına ilham vereceğine şüphe yok, bir sürü kişinin buradan gelip geçeceğine, burada ekolojik hayata ve -en az bu kadar önemlisi- kendilerine dair tonla şey öğreneceklerine dair hiç şüphe yok. Bu, hâlâ dünyayı değiştirme ve güzelleştirme yönünde atılacak bir adım olacak muhtemelen. Bunların hiçbirine itirazım yok ve hatta, bunları yine davet ediyorum; buyursunlar…

Fakat artık önce kendim için istiyorum bu hayatı. Sevdiğim tonla insanın her birine sürekli hasret kalmayı istemiyorum öncelikle. Artık kaç kişi olacaksak, atıyorum 8, en azından bu 7’si seyahat vs. durumlar haricinde hemen yanı başımda ve kolayca ulaşılabilir olsun istiyorum.

Enerjim düştüğünde, depresif olduğumda, her şey anlamsız geldiğinde, bana alan tutacak birileri olsun istiyorum yakın çevremde; bana seslenecek birileri, nasıl olduğumu merak eden ve bunla ilgilenen birileri, yeri geldiğinde hiç ilişmeyecek ama hazır olduğum an’da destek olmaya hazır birileri… Ve aynı şekilde, ben de onlara aynı şeyleri sunabilmek istiyorum. Hizmet etmek; var olduğumu derinden hissettiğim, anlam bulduğum yolların başında geliyor.

Artık insanlarımın en azından bir kısmının birkaç adım ötemde olduğunu bilmek istiyorum. Buna aşırı derecede ihtiyacım var! Hayatın sınavlarını tek ya da iki başımıza göğüslerken, başkalarının da bunu yaptığını izlerken içimden geçen tek kelime “yeter” oluyor. Uzun zaman önce çatlamış olan topluluk ruhunun ayağa kalktığını görmek istiyorum. Hiçbir şeyi tek başıma göğüslemek zorunda değilim. Hem ne gerek var!

Önce kendim için istiyorum bu hayatı. Ne zaman insanlarla bir arada olsam, içimdeki komik adam ortaya çıkıyor, o adamı daha çok yaşamak istiyorum; o adam olmak çok eğlenceli ve iki-üç kişiyken çoğunlukla saklanıyor. Ne zaman ki nüfus 5 ve üstüne çıkıyor, hop sahne alıveriyor. İşte o zaman çok eğleniyorum!

Önce kendim için istiyorum bu hayatı. İyi beslenmek istiyorum, temiz gıda istiyorum. Mümkün mertebe, dalından kopararak yemek istiyorum gıdayı. Bunu muhtelif sebeplerden ötürü yalnızken kotaramıyorum ve insanlara ihtiyacım var. Birlikte çalışmak, birlikte üretmek istiyorum; benden iyi bilenlerin yönlendirmeleriyle çalışmak istiyorum, yola çıkmam icap ettiğinde bahçeyi emanet edebileyim istiyorum…

Önce kendim için… Daha fazla oyun oynamak istiyorum, ki bunun için insan lâzım; ufkum daha fazla açılsın istiyorum, ki bunun için daha fazla insan, daha fazla bakış açısı lâzım; teknik becerilerim artsın, elimden daha fazla iş gelsin istiyorum ki bunun için iş bilen insan lâzım…

Daha fazla sevilmek istiyorum. Kırılganlıklarımı, arızalarımı daha fazla görünür kılabilmek, daha da fazla şeffaflaşabilmek; bütün bunlarla kabullenilmek istiyorum.

Daha fazla sevmek istiyorum; herkesi olduğu gibi kabul etme, olduğu gibi sevme yolunda adımlar atmaya devam etmek, daha da çok sevmek istiyorum.

***

Şu an bütün bunlardan tamamen uzakmışım gibi okunmasın. Dağ başında yalnız başıma, kimseden destek almadan ve kimseye destek sunmadan yaşıyor değilim. Yanı başımda olan sevdicek ile epey güzel dayanışıyor, birlikte gülüyor, eğleniyor, birlikte büyüyoruz. Kimisi gerçekten kimisi ise sanal -ama bir o kadar gerçekten- yakınımda olan, kimi zaman birbirimizin elinden tuttuğumuz, kimi zaman birbirimizde bir şeyleri tetikleyerek birbirimizi büyüttüğümüz, kendimizi tanıma ve gerçekleştirme yolculuğumuzda türlü şekilde bilinçli/bilinçsiz destekleştiğimiz onlarca dost var. Yurt dışından gelip bu topraklara bir takım bilgelikleri aktaran, içimizdeki bilgeliği uyandıran güzel insanlar var. İnternet sayesinde etkileşebildiğim yüzlerce (hatta binlerce) insan var.

Velhasıl halihazırda da bir topluluk, bir dayanışma ve destek ağının içindeyim aslında ve buna dair çok şanslı hissediyorum. Ve fakat artık bir adım daha atma zamanının geldiğinin çanları kulağımda yankılanıyor. Artık bu dayanışmanın, birlikte geçirilen sınırlı zamanla, internet bağlantısıyla, birtakım etkinliklerle sınırlı kalmadığı, çok daha iç içe, çok daha koyun koyuna olacağı günleri özlemle çağırıyorum. C.Eisenstein’ın şu sıralar Türkçeye kazandırma çalışmaları yaptığımız güzel kitabının adından ödünç alacağım tabirle, Kalplerimizin Mümkün Olduğunu Bildiği Daha Güzel Dünya’yı gözümde canlandırabiliyor, ete kemiğe büründürdüğümüz zamanları bu kadar net görebiliyorken, bunu yaşamaktan daha fazla geri durmak istemiyorum.

Sanki artık vakit geldi, artık bir an önce harekete geçmemek için bir sebep yok gibi geliyor bana. Ve daha hızlı ve hafif bir şekilde harekete geçebilmek için çok basit birtakım fikirler dolanıyor kafamda. Bir sonraki yazıda işte bu fikirlere gireceğim. Konuya dair geldiğim noktada bu işe nasıl adım atabileceğimize dair güncel düşüncelerimi yazacağım. Ve sonrasında da umarım ve sanırım, yeniden harekete geçeceğim.

*** Bir sonraki yazı ise üç gün sonra geldi: topluluk bir-ki – 4 (nasıl olacak bu iş?)

4 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir