topluluk bir-ki – 4 (peki nasıl olacak bu iş?)
Geldik zurnanın zırt dediği yere. Belki altı aydır bu konuya dair yazmak istiyorum ve esas yazmak istediklerime, dördüncü yazıda ancak sıra geldi. Yazı yazmaya her oturduğumda neredeyse tüm denetimi akışa bıraktığım için, -çoğu zaman olduğu üzere- niyetlendiğimden farklı şeylerle başladım anlatmaya.
Henüz o yazıları okumadıysanız ve oralardan başlamak isterseniz buyursunlar:
topluluk bir-ki – 1
topluluk bir-ki – 2
topluluk bir-ki – 3
Girizgahı daha da fazla uzatmadan “Nasıl bir topluluk, nasıl bir yapılanma?” sorularına güncel cevaplarımı vermeye başlıyorum. Bir önceki yazıda yazdığım üzere, son bir yılda yaklaşımım epey değişti. Bunun ana nedeni, o yazıda lafı geçen -ve bende bir süre epey güçlü olan- idealist yaklaşımların beni/bizi yavaşlattığını, hatta durdurduğunu ve harekete geçmemizin önünde belki de bir engel olduğunu düşünmeye, fark etmeye başlamış olmam. Aynı yazıda yazmış olduğum üzere, birlikte yaşamayı öncelikle kendim için çağırmaya başladım başlayalı, bu konuda atacağım(ız) adımlar benim için giderek çok daha kolay görünmeye başladılar; en azından teoride…
Şunu da yazmadan geçemeyeceğim ki bugün bu fikirlere epey yakın hissetsem de yarın başka şekilde düşünebilirim. Hayatta genel olarak belli fikirlere sıkı sıkı tutunmadığımı sanıyorum. Daha önce defalarca yazdığım üzere, her bir an yeni bir ben’in doğduğuna şahit olurken tutarlılık denen ölüm hâline girmeye hiç niyetim yok. Zihnime geliveren her yeni fikir; okuduğum her bir kitap, makale, feysbuk iletisi; belki bu yazının tetikleyeceği ve sizlerden gelecek her türlü eleştiri, geliştiri, meydan okuma, itiraz; yaklaşımımda ufak tefek değişikliklere neden olabileceği gibi içimdeki her şeyi tepetaklak edip beni bambaşka yerlere de taşıyabilir. Buna tüm samimiyetimle kendimi açıyor ve başlıyorum.
Topluluk yaşamı, bütün hayatı kapsayan ve yaşamımızdaki her maddeye dokunan bir konu olduğu için bütünlüklü bir bakış gerektiriyor. Görüşleri daha anlaşılır bir şekilde ortaya dökebilmek için şu an bana öncelikli görünen birkaç başlık üzerinden ilerleyeceğim ve fakat bütün bu başlıkların birbiriyle etkileşimli ve iç içe olduğunu ve bu şekilde ayrımlar üzerinden yazmanın, düşünmenin aslında biraz sakıncalı olabildiğini; ben yazarken, siz de okurken, hiç aklımızdan çıkarmayalım.
Bizi ne bir araya getirecek, ne bir arada tutacak? Kimlerle yola çıkmalı?
Krishnamurti, konuşmalarında iş birliğine şüpheyle yaklaşır. Bir konu, bir görev, bir ülkü etrafında bir araya gelmeye dair uyarıda bulunur bizlere; zira ona göre bir konu bizi birleştirebiliyorsa başka bir konu da ayırabilir. Bugün belli konulara dair ortak bir gündemimiz, yaklaşımımız varken birlikte hareket ederiz, yarın gönlü başka konulara takılanlar olduğu takdirde (ki mutlaka takılacaktır) işler muhtemelen zorlaşır. Ve bu değişimlerin herkes için olabileceğini, hatta birçok insanın ilgi ve odaklanma alanının doğal olarak zaman zaman değişeceğini düşündüğümüzde, bir ideal etrafında bir araya gelmek epey sallantılı bir şey gibi görünüyor. Sallanmakta sorun yok, bir şeyler başlar, biter, yenisi başlar… Fakat özellikle de söz konusu olan birlikte yaşamak, birlikte hayat kurmaksa, mutlak olmasa da daha kalıcı bir yapıştırıcı gerekiyor sanki.
Krishnamurti’nin önerdiği tutkal sevgidir. Bir fikir bizi birleştirirken başka bir fikir bizi ayırabilir ancak ortada sevgi olduğu takdirde birbirimizi çok daha sıkı tutarız; hem de zorunlukluktan, “dava”ya hizmet için falan değil, sadece ve sadece içimizden geldiğinden ötürü. Bu, elbette ki bir araya gelmiş kişilerin asla ve asla ayrılmayacağının garantisini sunmaz, böyle bir garantiye ne gerek duyuyorum ne de bunu gerçekçi buluyorum. Ama ortamda sevgi dolu bir ilişkiler ağı kurulabilmişse, bu, omuz omuza vermiş topluluk sakinleri için görece sürdürülebilir bir zemin sağlar.
Sevgiye ekleyeceğim tutkal düş birliği olacak. Bir topluluğun üyelerinin düşleri ne kadar uyumluysa, bu kişilerin bir aradalığı kotarma ve sürdürme ihtimallerini o kadar yüksek görüyorum. Düş birliğimiz, hem bireysel yaşamlarımıza ve nasıl bir gündelik yaşam kurgulamak istediğimize dair mikro hem de görmek istediğimiz dünyaya dair makro konuları kapsadığı takdirde tadından yenmez ve bir aradalık daha kolay akar diye düşünüyorum. Altı yıldır konuya dair konuştuğum, bu konuyla yatıp kalkan hemen herkesin özlediği dünyanın ve yaşamak istediği bireysel hayatın epey ortaklaştığını söyleyebilirim aslında. Farklar daha ziyade detaylarda ortaya çıkıyor, ki bu detaylar çoklukla idealizm devreye girdiğinde görünür oluyor. İdealizmi ön planda tutmaktan kendiliğinden vazgeçmeye başladıkça bu farkların aslında o kadar önemli olmadığı bir yere yaklaşmaya başladım. Dolayısıyla bu konu benim için daha bir kolaylaştı; benden farklı olanları (örneğin özellikle ekolojik konularda benim kadar hassas olmayanları) çok daha kabul halinde hissediyorum artık.
Sonuç olarak şu an itibariyle, -yazının sonlarında bahsedeceğim- asgari müştereklerde hemfikir olan, düş birliği içinde hisseden düş adamları ve kadınlarından oluşan ve sevip sevileceğim birçok kişiyle bu yola çıkabilirmişim gibi görünüyor bana.
Dev bir konu olan iletişime dair bir-iki cümle kurup devam ediyorum: Düş birliği içinde olduğum ve sevip sevildiğim insanlarla bu sevgi hâlinin devam etmesi, hatta güçlenmesi için en güvendiğim mekanizma çember. Bu kadim ve kıymetli uygulamaya hayatlarında yer veren kişiler her türlü riskten, sıkıntıdan, anlaşmazlıktan uzak değiller elbette fakat çemberin hakkı verildiği takdirde, kişiler içlerinde olan ve karşısındakileri ilgilendiren her şeyi -onları üzmekten, kırmaktan çekinmeden ve kendi kırılganlıklarını da ortaya koyabilecek şekilde- paylaşabildikleri, birbirlerine karşı açık olabildikleri takdirde hemen her türlü anlaşmazlığın, uyuşmazlığın bir şekilde dengelenebileceğini sanıyorum. Bu konuda kendime ve birlikte yola çıkabileceğime inandığım insanlara epey güveniyorum.
Topluluk skalası
Bu yazıyı en çok da bu bölüm için yazdığımın, aylardır aklımda dönüp duran ve formülize etmek istediğim kısmın burası olduğunun altını çizmeliyim. Topluluk olarak yaşamaya dair yapmış olduğum sohbetler, okumalar ve deneyimlerim, bu konuda beni bir yerlere taşıdı ve gelmiş olduğum bu yerde her şey daha kolay görünmeye başladı.
Ayıptır söylemesi bizzat uydurduğum bir tabir olan topluluk skalasına göre her topluluk, yatay bir çizgiden oluşan topluluk skalasında, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir yer seçer kendine. Bu çizginin en solunda; üretimden tüketime, yemekten alışverişe, yaşama dair her şeyin ortaklaştığı, tam anlamıyla bütünleşmiş bir organizma gibi yaşayan bir topluluk; en sağında ise komşu olmak dışında hiçbir zorunlu müşterek etrafında birleşmeyen, çok daha bağımsız hücrelerden oluşan bir topluluk hayal edelim. Politik çerçeveden baktığımızda birincisi komünizme, ikincisi ise anarşizme denk düşüyor demek yanlış olmaz sanıyorum. (Yani her koşulda sakıncalıyız, burası net!) Hayatta hiçbir şeyin siyah ve beyaz olmadığı gibi bu konuda da tam anlamıyla ve bütünüyle iki kutuptan birinde olunacağını düşünmüyorum. En gomünist toplulukta bile birtakım özel alan isteklerinin ortaya çıkacağını ve en anarşik toplulukta bile bazı şeylerin illaki ortaklaşacağını zannediyorum.
Bir önceki yazılarda haykırdığım üzere, artık buna dair fikirler geliştirmekle, sohbetler etmekle, hayaller kurmakla tatmin olmuyor, kendimi bunlarla oyalayamıyorum. Yan yana durabilme istek ve ihtiyacım bu kadar yüksekken harekete geçmenin zamanının geldiğini umuyorum. Topluluk skalasında tutmuş olduğum yer ise, bunu nispeten kolayca ve hafifçe kotarabileceğimizi fısıldıyor bana:
Skalada bana yakın gelen yer, yazdıklarıma ve/veya bana aşina olan dostların şaşırmayacağı üzere bireyci, yani anarşist kutba yakın bir yerler. Yine çok büyük bir konu olmakla birlikte, kestirmeden birkaç cümle ile açıklamak istiyorum olduğum yerin nedenini: Başlıca sebep kolaylık aslında. Beğensek de beğenmesek de, tam olarak bir parçası olsak da olmasak da, epey bireyselleşmiş insanlar üreten bir sistemin çocuğu olduğumuz ortada ve birçoğumuzun da özgür olma isteği olduğunu, zorunlu ortak sorumluluklardan kaçındığını, buna dair konuştuğum hemen herkesten ve kendimden dolayı iyi biliyorum. Gerçeklik böyleyken; ortak kararlar alma, ortak üretim yapma, birbirine karşı büyük sorumluluklar alma gibi şeyleri -en azından başlangıçta- ne kadar aza indirirsek o kadar hafif başlarız ve daha yolun başında bir sürü zorluk, tartışma, sancı yaşamayız diye düşünüyorum.
Zira verili (default) olarak, üstünde düşünmeden, bunu istediğine emin olmadan ortak yapılan her şey, beraberinde kocaman bir risk taşıyor. Görev paylaşımı yapmanın potansiyel zorlukları, birilerinin sık seyahat etmek isterken birileri daha fazla kökleneceği için işlerde-güçlerde ortaya çıkması muhtemel dengesizlikler, ortak yaşam alanındaki farklı davranışlar ve bunların kişileri tetikleme riski: Derli toplu olanlar ve dağınık olanlar, titiz olanlar ve olmayanlar, daha fazla çalışmak isteyenler ve daha az çalışmak isteyenler, mutfaktaki çalışma şekilleri, mutfağın düzeni, temizliği … Bunlara sonsuz sayıda madde eklenebilir ve bütün bunlar tehlike arz ediyor gibi geliyor bana.
Skalanın sağı, daha keyifli ve hafif görünüyor bana: hiçbir şey verili olarak ortak yapılmasın, yani varsayılan fabrika ayarımız ayrı-gayrı, bağımsız takılmak üstünden olsun ve fakat aşağıda anlatacağım üzere, yaşam alanını ve/veya üretim alanını ve/veya birtakım ortak kullanım alanlarını birleştirmek isteyenler olursa, bunun önünde de herhangi bir engel olmasın.
Bu çerçevede, bir an için zamanda sıçrama yaptığımızı ve kullanımımıza hazır bir arazinin mevcut olduğunu ve barınma konusunun hızlıca çözüme kavuşturulduğunu varsayarak -ve bu konuyu yazının sonraki kısımlarına paslayarak- ilerlediğimiz takdirde şöyle bir hayat akışı bana iyi ve uygulanabilir görünüyor:
* Her bireyin yatıp kalkabileceği, hava koşullarından kendini koruyabileceği kapalı bir alanı olsun. Bana kalırsa, klasik anlamda ilişki yaşayan çiftler dahil olmak üzere herkesin ayrı mekânının olması iyi bir fikir ama birlikte yaşamak isteyenler de olabilir. Ayrıca içinde çift olsun – olmasın, “Biz dört kişi bir arada yaşayacağız.” deyip ona göre bir yer inşa etmek isteyenler de olabilir elbette. Burada önemli olan, bana göre, isteyen herkesin bağımsız bir hücresinin olabilmesi ve bunun bir lüks olarak görülmemesi.
* Birbirimize karşı zorunlu sorumluluklar üstlenme konusunda son derece çekimserim fakat bu, gönüllü sorumluluklar altına girilmesinin önünde bir engel değil. Topluluk skalasının sağ tarafında, anarşik kutba yakın bir yerlerde durmanın bana makul gelmesi, isteyenlerin sol tarafa yanaşmasının önünde bir engel olduğu anlamına gelmiyor. Yeter ki en sağ tarafta durmak isteyenlerin bunu yapabilme hakkı olsun.
Bunu biraz daha açıklığa kavuşturmakta fayda var. Öyle bir topluluk hayal ediyorum ki önce sevgi (kalp), sonra düş birliği (ruh), sonra belki asgari müşterekler (zihin) çerçevesinde yan yana gelmiş bir grup insandan oluşsun ve fakat bu insanların birbirine karşı tanımlanmış hiçbir sorumluluğu olmasın. Yani isteyen, sadece ve sadece komşuluk çerçevesinde takılabilsin; kendi işini, kendi yemeğini, kendi bahçesini, kendi üretimini diğerlerinden tamamen bağımsız bir şekilde yapabilsin. Ve isteyenler, istedikleri konular ve işler etrafında birleşebilsin, istedikleri yükümlülükler altına girebilsinler.
Anlatmaya çalıştığım yaşam akışı, anarşist toplulukların karar alma süreçlerine dair yaptığım birkaç okuma sonrasında gelişmişti zihnimde. Umarım yanlış ifade etmiyorumdur, anarşist yapılanmalarda zorunlu sorumluluk, itaat, hiyerarşi gibi kavramlara hiçbir şekilde yaşam hakkı yok; birey olmak, kendi vicdanın ve isteklerin doğrultusunda yaşamak en doğal ve kaçınılmaz hak. Okuduğum metinler daha ziyade birlikte eylemler yapma, anarşist hareketi görünür kılma vs. üzerineydi bu arada ve anladığım kadarıyla deniyordu ki 100 kişiden oluşan bir anarşist topluluk varsa mesela, yapılacak her eylemde her bir birey bu eyleme katılma/katılmama hakkına sahiptir. X eylemine bu 100 kişinin 75’i katılırken Y eylemini belki sadece 8 kişi gerçekleştirebilecektir. Burada önemli olan, eylemi ya da hareketi gerçekleştiren kimlerse, sorumluluğun da onlarda olması… Yani Y eyleminin her kısmından bu 8 kişi sorumlu, diğer 92 kişi hiçbir şekilde değil; X eyleminden ise 75’i sorumlu…
Oradaki mantığı, hemen hemen olduğu gibi, birlikte yaşama üzerine yerleştiriyorum. Sevgi, düş birliği ve asgari müşterekler çerçevesinde yan yana gelmiş grubun her bir üyesi keyfince yaşayabilir, toplulukta yalnızca istediği sorumlulukların altına girebilir ve istiyorsa ortak yaşama dair hiçbir sorumluluk almayabilir. Kimi konuların, üretimlerin etrafında kendi iradeleriyle bir araya gelmiş kişiler ise, bu konulardaki süreçleri yine kendi istedikleri gibi kurgulayabilir; istediği gibi iş bölümü yapabilir, istediği şekilde karar alabilir ve ortaya çıkan meyveleri de istediği gibi değerlendirebilir.
Basit bir şekilde somutlaştırayım: Velev ki sekiz kişi birlikte yaşıyor olsun. Bu kişilerden ikisi, tamamen kendi kafasına göre takılıp sanatla veya belki aylaklıkla meşgul olmak istiyor ve ortak hiçbir konuda sorumluluk almıyor; dördü gıda üretimine yanaşıyor ve hep birlikte belirlenen ve onlara ayrılan bir alanda ekip biçmeye başlıyor; diğer iki kişi ise ahşapla çalışmayı seçiyor ve bir ahşap atölyesi kuruyorlar; gıda üretenlerden ikisi ahşap konusunda da heyecanlı ve buna da vakit ve enerji ayırmaya gönüllü; onlar da ucundan tutuyorlar.
Gıda üretimi konusuna dair tüm sorumluluk buna gönüllü olan dört kişide oluyor. Bahçe aletlerini alması ya da üretmesi gerekenler onlar, bahçede çalışma sorumluluğunu paylaşanlar onlar, iş bölümü ve planlaması yapanlar (ya da yapmayıp akışa bırakanlar) onlar, gerekiyorsa yardım talep edenler yine onlar. Diğer dördüne çağrı yapabilirler, destek için alan açabilirler ama bunun için beklentide olmazlar, taleplerine karşılık almadıklarında trip falan atmazlar mesela 🙂 Bütün sorumluluk bu dört kişide olduğuna göre sürecin her türlü meyvesi de bu kişilerin yetkisi altında. Üretilen gıdanın ne yapılacağı tamamen onlara bağlı. İster yerler, ister satarlar, ister diğer üyelerle paylaşırlar, isterlerse de toprağa döküp çürütürler.
Ahşap atölyesi kuran dört kişi de benzer şekilde, her nasıl uygun görüyorsa o şekilde yapılanır. Malzemeleri ister satın alır, ister bir kısmını kendileri üretir; gereken parayı ister eşit bir şekilde bölüşürler ister parası olan ve buna gönüllü bir kişi bütün masrafları karşılar; çalışma saatlerini istedikleri gibi düzenlerler ve yine, ortaya çıkan ürünleri de canları her nasıl istiyorsa o şekilde değerlendirirler.
Hiçbir sorumluluk almak istemeyen iki kişi ise, belki zaman zaman bir şeylerin ucundan tutar, belki arkadaşlarına maddi destek verir, belki onların ortaya çıkarmış olduğu ürünlerin dağıtılması, satılması gibi konularda destek verir; fakat belki de bunların hiçbiriyle ilgilenmeme hakları vardır. Kimse onlardan illaki bir şeyler yapmasını beklemez.
Sonuç olarak kimsenin üstüne yapışmış herhangi bir sorumluluk, herhangi bir -meli/-malı yoktur. Her bir kişi diğerleriyle istediği kadar ortaklaşır, istediği kadar ayrı takılır. Kimsenin kimse üzerinde bu konuda baskı yapmaya hakkı yoktur.
Umarım nasıl bir hayat akışı öngördüğümü anlaşılır bir şekilde ete kemiğe büründürebilmişimdir. Bu şekilde yapılanan bir toplulukta kişisel olana sonsuz bir özgürlük verilmesi ve hiç kimseye herhangi bir sorumluluk dayatılmamasının yan yana durmayı kolaylaştıracağını sanıyorum. Bunla birlikte beraber üretim yapmanın güzelliğini ve yapıştırıcı etkisini unutuyor değilim. Ama zaten bu hayatta yan yana yaşamayı seçmiş kişilerin birlikte üretim yapmaktan kendilerini alıkoyabileceklerini hiç zannetmiyorum. Bunun bir zorunluluk, bir ödev olarak kimsenin üstüne yüklenmemesinin özgürleştirici etkisi, tahminime göre tam ters etkide bulunarak birlikte bir sürü şey yapmaya alan açacaktır.
Görsel: Melike Demirbağ Kaplan |
Ya mülkiyet?
Bir arada yaşamanın belki en önemli, en kritik ve belki de en zorlu, çetin kısmı bu gibi görünüyor olabilir ama hiç öyle olmayabilir de. Konunun bu -büyük- kısmının kolayca, hafifçe halledebileceğine dair umudum, inancım var ama gerçeklikte ne yaşayacağımı(zı) zaman gösterecek.
Bu başlığın akabileceği en kolay yol, bizzat içinde yer almak istesin/istemesin, halihazırda kullanmadığı ya da kullandığı ve yanına insan aradığı, hatta belki içinde birtakım yapılar bile olan arazisini bir topluluğun kullanımına açmak isteyecek birileriyle hareket etmek olabilir gibi geliyor. Birileri şimdiye kadar buna dair yol aldıysa ve mülkiyetini -belki belli bir anlaşma çerçevesinde- ortak kullanıma açmak isterse ne kadar da pratik olur. Her şeye illaki en baştan ve sıfırdan başlamak zorunda değiliz diye düşünüyor, hatta buna açık olan en az birkaç yer/kişi olduğunu biliyorum. Nasıl bir anlaşma çerçevesinde bunun mümkün olabileceğine dair teorik atıp tutmalar çok anlamlı olmayacaktır, zira herkesin beklentileri ve ihtiyaçları farklı. Kimisi sahip olduğu mülkiyeti bir derneğin veya vakfın üstüne geçirip o yeri tamamen nötr bir yer haline çevirmek isteyebilir; kimisi “Gelin beraber yaşayalım işte, istediğiniz kadar; herhangi bir beklentim de yok” diyebilir; bir başkası onca emekle ve masrafla yapmış olduğu şeyleri paylaşırken belki kira ya da farklı türde katkılar isteyebilir; … Sonsuz varyasyon mümkün.
Aynı şekilde davet alan kişilerin kimisi belli bir süre garanti (sözlü ya da yazılı, resmi ya da gayrıresmi) isteyebilir; kimisi sürece güvenmeyi seçip arkasını düşünmeden hop diye atlayabilir; kimisi mevcut bir yere eklemlenmek ya da başkasının arazisinde bir şeyler yapmaktansa bunu, resmi olarak kendi sahip olacağı bir yerde yapmayı tercih edebilir; … Bu tarafta da sonsuz varyasyon mümkün, uzatmaya ne hacet.
Ama öyle ama böyle, halihazırda atılmış olan adımları, alınmış arazileri, yapılmış ya da yarım kalmış yapıları değerlendirmek bana çok makul geliyor. Dolayısıyla böyle bir yola çıkarken önceliğim, mevcut adımların üstüne bir şeyler inşa etmenin bir yolunu aramak olacak sanki. Tabii ki diğer konularda olduğu gibi bunda da her kimlerle hareket ediyorsam, o kişilerle yaratacağımız ortak bilgeliğin sezgisine güvenmek en iyisi bu arada.
Ve olur da böyle bir yol bulunamıyorsa, o zaman yeni bir yer satın almak, devletten ya da belki bir şahıstan uzun süreli yer kiralamak, boş duran bir araziyi ve/veya bir yapıyı işgal etmek gibi, yine sayısız seçenekten biri üzerinden ilerlenecektir. Bu kısma gerek bile kalmayacağını umduğum için şu anda burayı çekiştiresim gelmiyor.
Ama kendi adıma şunları söyleyebilirim en azından: Yaşayacağım yerde herhangi bir sahiplik ihtiyacı duymuyor, birlikte hareket edeceğim insanlara güveniyorum. Diğerlerinin de güven dolu olmalarını önemli buluyor, hatta güvensiz kişilerle zorlanacağımı sanıyorum. Birilerinin sözü benim için senettir, hele ki bir arada yaşamaya dair hayaller kuracak, fikirler üretecek kadar yakın hissettiğim birilerinden bahsediyorsak. Kendimi, -hiç inanmadığım sistemin- yasal sözleşmeleriyle falan sağlama alma gibi bir arzum yok. Bir şeyler yürümediği ve yollar ayrılacağı takdirde tüm tarafların dengede olacağı, kimsenin mağdur olmayacağı şekillerde bunu yapabileceğimize dair en ufak bir şüphem yok. Bunu yapmaktan acizsek, birbirimize güvenemiyorsak hiç yola çıkmayalım daha iyi diye düşünüyorum. İletişime dair bu ve diğer her türlü durumda çemberin varlığına, gücüne, yaratacağımız o kıymetli ortak alanın bizi koruyacağına dair inancım tam.
Yazının başlarında “Topluluk yaşamı, bütün hayatı kapsayan ve yaşamımızdaki her maddeye dokunan bir konu olduğu için bütünlüklü bir bakış gerektiriyor.” demiştim; öyle olduğu çok bariz. Bu nedenle böyle bir yazıda konunun her kısmına ışık tutmak mümkün de değil, amacım da… Tüm detaylara girmek istersem bir gün, yapmam gereken bir kitap yazmak olur. Ancak her topluluğun oluşum dinamikleri kaçınılmaz bir şekilde kendine has olacağı için bunu gerekli göreceğimi pek zannetmiyorum. Bu yazıda, vurgulamak istediğim üç çok önemli noktayı elimden geldiğince anlattım. Birinci kısımda bizi nelerin bir araya getireceğini ve nelerin bir arada tutacağına dair fikirlerimi, ikincisinde topluluk skalası diye tabir ettiğim şeyi ve bunun neresinde durmanın bana makul göründüğünü açıklamaya çalıştım.
Üçüncü olarak da mülkiyete dair fikirlerimi kısaca paylaşırken özellikle şu sıralar fena hâlde kafama takılmış olan “mevcut yerleri kullanma, açılmış patikalardan yararlanma ve daha kolayca ilerleyebilme” konusuna şöyle bir girdim çıktım ama sırf buna dair ayrı bir yazı yazma isteği dolanıyor içimde. Kocaman bir çağrı yapma isteği, mülk sahiplerinin mülklerini, onların da uygun görecekleri şekillerde açmaları için bir davet, bir talep, bir yüreklendirme, bir destekleme yazısı… Belki de bu yazıdan sonra sıra buna gelecektir. Bu ateş içimde epey canlı zira. Sadece kendim için falan değil, sadece doğada yaşamak isteyen topluluklar için de değil; daha geniş bir düzlemde yanan bir ateş…
Asgari Müşterekler
Kaçınılmaz olarak uzayan yazıyı burada bitirmeyip son bir kısma daha yer vermek istiyorum; bu da birkaç kere kullanmış olduğum asgari müşterekler kavramına dair birkaç lakırdı olacak. Yazının tamamında geçerli olduğu ve bir önceki yazıda altını çizdiğim üzere, bütün bunlar özellikle son altı yılda yapıp ettiklerim, okuduklarım, sohbetlerim ve deneyimlerim çerçevesinde bugün itibariyle ortaya çıkan kişisel bir bakıştan ibaret. Her bir cümlemi, her bir fikrimi değiştirmeye, dönüştürmeye, geliştirmeye ve hatta çöpe bile atmaya prensip olarak açığım. Tıpkı asgari müştereklere dair, şu anda içimde oluşan fotoğraftakileri aşağıda paylaşacağım ama bunların da her birinin değişime açık olduğu gibi.
Asgari müşterekler, topluluğu bir arada tutacağını düşündüğüm üç ana ayaktan bir tanesi. Yazının başlarında diğer ayakları sevgi ve düş birliği olarak anmıştım. Asgari müşterekler, bana göre, sevgi ve düş birliği içindeki kişilerin yan yana durmasını kolaylaştıran bir takım niyetlerden ibaret olabilirler. Bu bir manifesto değildir, bir kurallar ya da ilkeler bütünü de değildir. Bu, olsa olsa bir niyet beyanıdır; yan yana durmaya gönül vermiş kişilerin sevgi ve düş birliklerini destekleyecek ve dengede tutmalarına yardımcı olacak olan sacayağın üçüncü ayağıdır.
Aşağıda paylaşacağım asgari müşterekler örneğinin*, yazının kalanıyla ve özellikle de topluluk skalasına dair yazdıklarımla tutarlı ve onları tamamlayacak ve geliştirecek nitelikte olmakla birlikte bunun, detaylı bir düşünmenin sonucu değil, aklıma gelen ilk şeylerden ibaret yol gösterebileceğini düşündüğüm basit bir örnek olduğunun ama konuya dair her önemli noktayı kapsamayabileceğinin farkında olduğumun altını çizmek isterim. Ama bu tip bir metnin, bu tip maddelerin ve bu tip bir üslubun hayatı kolaylaştırabileceğini sandığım için böyle bir örnek ortaya çıkarmak ve yazıyı bununla bitirmek istedim.
* Salt niyet beyanı şeklinde bile olsa, bu tip bir metni hiç hazırlamamak da seçilebilir elbette.
Bir Asgari Müşterekler Metni Örneği
Prensipler
– Topluluk üyeleri, her şeyden önce kendi vicdanlarına ve kendi ruhlarının onları davet ettiği yönde yaşamaya; hemen sonrasında ise içlerinden ve ellerinden geldiği kadarıyla bir aradalığa, dayanışmaya niyetlidirler.
– Topluluk üyeleri, attıkları her adımın biyosfere olan etkilerinin farkındadır ve bu etkilerden yaşamı olumsuz etkileyenlerini azaltmaya, onu besleyenleri ise çoğaltmaya niyetlidirler.
– Topluluk üyeleri, bir önceki maddede yazan durumlar dahil olmak üzere hiçbir nedenle diğerlerinin davranışlarına ve yaptıklarına müdahale etmezler; bunla birlikte gerek ekolojik gerekse diğer konularda -herhangi bir şekilde baskı yapmamak koşuluyla- birbirlerine önerilerde bulunurlar.
– Topluluk üyeleri, çember ve diğer açık iletişim yöntemlerinin de yardımıyla, birbirlerine karşı şeffaf olmaya, içlerinden geçen her şeyi -kırıp dökmemeye özen göstererek- ifade etmeye; diğerlerinden gelebilecek her türlü ifadeye de aynı şekilde açık olmaya niyetlidirler.
– Topluluk üyeleri, maddi ve diğer her türlü konuda birbirine destek olmaya ve birbirinden destek istemeye açıktırlar.
Somut konular
– Topluluk üyeleri, ihtiyaç duydukları bir ürün topluluktaki birileri tarafından üretiliyorsa, bunu dışarıdan almaktansa içeriden edinme yolunu seçmeye gayret ederler. İç alışverişin ne şekilde gerçekleşeceği, karşılığın ne şekilde belirleneceği, hatta bir karşılık belirlenip belirlenmeyeceği, sadece tarafların isteğine ve anlaşmasına kalmıştır.
– Topluluk üyeleri, edinmek/tüketmek istedikleri gıda ya da gıda dışı ürün topluluk içinde üretilmiyorsa, bu ürüne mümkün olduğunca doğa dostu üretim yapan ve mümkün mertebe yerel üreticiler aracılığıyla ulaşmaya gayret ederler.
– Topluluk üyeleri, ayrı üretim sahalarında çalışıyor dahi olsa (örneğin ayrı bahçeler), malzemeleri ve aletleri mümkün olduğunca ortak kullanmaya özen gösterirler.
16 Yorum
KIVANÇ
Merhaba Emre, yazına çok yakın arkadaşım Barış vasıtası ile ulaştım. Oldukça uzun zamandır “birlikte yaşamak”, “şehir hayatından kopmak” gibi hayallerin, organize olma çalışmalarının içine girip çıkıyorum. Yazında bahsettin inişlerin, çıkışların, motivasyon yükselişleri ve düşüşlerini belli seviyelerde tecrübe ettim. Bu tecrübelerim sırasında içimde oluşan hislere benzer hisleri senden duymuş olmak, aklımı kurcalayan bazı sorunlar ile ilgili çözüm önerileri görmek beni çok sevindirdi ve umutlandırdı. Önümdeki dönemde faydalanabileceğim, etkileşebileceğim şeyler aldım yazından. Emeğine sağlık. Uygun bir zamanda Barış aracılığı ile seninle tanışmayı ve yüz yüze paylaşım yapmayı ümit ediyorum.
emre
Selam Kıvanç
Hangi Barış acep? Görüşelim, tanışalım elbet ((;
KIVANÇ
Hahahah.. Sarı çizmeli Barış aga gibi olmuş. kusura bakma.
İzmir'den Barış Altuner. Sanırım Mayıs ayında Bodrum'daki organizasyonda tanışmışsınız.
emre
selam kıvanç
o barış olduğunu tahmin de etmiştim aslında. ve dün akşam birlikteydik desem… :))
ulaşsana bana. barış'tan numaramı alabilirsin.
aman ya da yazayım buracığa: 0533 302 5525
AHMET BUĞRA OK
Emre selam,
Hepsini okudum, bir hayli uzun olmakla beraber en kısa sürede okuduğum en uzun yazı diyebilirim.
Bana bu yazı bütünündeki fikir şu anki dünya düzenine bakınca ütopik geldi. Senin de belirttiğin ve bildiğimiz üzere insanların kişisel çıkarları mevzu bahis olunca durum anarşizm ve veya komunizm kavramlarının dışına çıkıyor sanırım.
Çoğu şeyin ortak yapılması ve yardımlaşma düşüncesi zihinlerde çok güzel duruyor da fiiliyatta aynı sağlıklı görüntüyü vermiyor.
Aslında ben de senin olmak istediğin taraftayım biliyor musun?
Gerekli durumlarda yardım etmeyi ve yardım almayı çok normal hatta görev olarak algılayan ama özel alanıma girilmesini istemeyen, özgürlüğüne düşkün militan ruhu ağır basanlardanım. Ekolojik hayatın öneminin dünyadaki her şeyden daha önemli olduğunu, eğer yaşanabilir bir dünya isteniyorsa, bilen ve bunu kavrayan ve de eylemleri ile bunun mücadelesini veren biri olarak söylüyorum. Böyle bir topluluğun oluşumu, böyle bir toplulukta yer almak isteyen ama böyle bir şeyi tecrübe etmemiş; bununla yaşamanın ne olduğunu bilmeyen ama yaşayabileceğini sanan kişilerce ağır arızaya uğratılabilir. En başta da dediğim gibi düşüncede güzel fakat fiiliyatta çok zor bir durum gibi gözüküyor. Gerçekleşemez mi peki? Elbette gerçekleşebilir ve bence de dünyamızın sağlıklı bir şekilde yaşalmaya devam edebilmesi için bu düşünceleri taşıyan kişilerin oluşturduğu komün hayatlarına ihtiyacı var.
Çok selamlar sevgiler, inşallah Ağustos ayında oralarda olursan eşim ve kızımla seni kucaklamaya geleceğim 🙂
emre
Eyvallah. Denk gelecek miyiz bakalım…
Hoş gelirsiniz.
Düşüncede güzel olup fiiliyatta zor olan şeyler de mümkün neyseki; bu arada… ;))
Nalan
Merhaba Emre, uzun zamandır yazılarını takip edamiyordum. Uzun ama hızla okunabilir bir yazı.
Yazında belirttiğin gibi pratikte çok farklı birliktelikler süreç içerisinde bazen zorunluluktan Brezilya topraksızlar haraketi gibi bazen bilinçli olarak birçok ortak yaşam grupları gibi ortak yaşamlar kurulacak ve belki de iklim ile ekonomik kriz sonrası zorunluluk gereği komünal yaşamlar oluşturulacak.
Yazıların devamını da okuyacağım.
Sevgiyle.
Not. İzmir e yerleştim. Barış Altunel ile tanışmak sohbet eylemek isterim. Tel 536 6920919
yeniyedogru
Merhaba Nalan (hangi Nalansın acaba :))
Bakalım, neler olacağını hep birlikte göreceğiz. Diğer yazılar biraz daha hikaye kısmı ve onlar da keyifli bence. Fikirlerin derli toplu düzenlendiği yazı ise buydu 🙂
AyNur
Merhaba Emre
Yıllar içerisinde topluluk kurmakla ilgili gelişen fikirlerini yaklaşık bir saattir okuyorum. Zihninde her ayrıntıyı o kadar detaylı tasarlamışsın ki, somutlaşmış ve evrilmiş. Ulaştığı noktayı çok beğendim. Ve dediğin gibi fazla idealize etmek süreci uzatır, yavaşlatır. Bu akshaya tritiya gününde o anarşist topluluk bir çırpıda olsun diyelim . Bahsettiğin anarşist toplum okumalarından neleri tavsiye edebilirsin? Yazarsan sevinirim
yeniyedogru
Selamlar Aynur, yorumlar için teşekkürler.
Okumalara gelince, detaylı bir anarşist okuma yapmışlığım yok aslında. Örneğin anarşizmin kurucusu olan Bakunin’in herhangi bir eserine henüz dokunmadım. Bunla birlikte geçtiğimiz yıllarda karşıma çıkan ve hayatıma ciddi katkıda bulunmuş iki temel kitap var: Biri Kaos Yayınları’ndan “b’olo b’olo”, diğeri ise Ursula Le Guin’in meşhur “Mülksüzler”i. Bunlardan gayrı, sanıyorum ki anarşist karar alma süreçleri vs.ye dair bilgi aldığım tek kitap, Türkiye’nin ilk vicdani retçisi Tayfun Gönül’ün yazılarının derlendiği “Vicdani Anarşizm”.
Kesin vardır birkaç okuma daha (en azından makale, yazı vs.) ama şu an aklıma gelmiyor. :))
yeniyedogru
Ahh, dün gece geldi aklıma: Bookchin var, Murray Bookchin. :)) “Geleceğin Devrimi” kitabı epey yol göstermişti bana mesela. Ekolojik anarşist diyebiliriz sanırım kendisine.
Bir de Kropotkin vardır mesela. Hangi kitabını ya da kitaplarını okuduğumu hatırlamıyorum şu an ama kıymetlilerden… :))
Sevil
Merhaba Emre’cim 🙂 son topluluk çağrısının bende yarattığı heyecanla yazılarını bir çırpıda tekrar okudum ve can-ı gönülden teşekkür ediyorum. Emeğine, düşüncelerini her ayrıntısıyla buraya aktarabilmene ve bizlere ulaştirabilmene…Topluluk olma konusunda yıllardır nasıl bir aşk ile yanıp tutustuğumu en iyi sen bilirsin…artık yalnız da degilim 1.5 yasindaki oğlum Aziz Çınar’ın doğada ve toplulukla kabileyle büyümesi en büyük hayalim…ilişkilerde, ailede ve toplulukta en önemli şeyin sevgi, güven ve anlayış olduğuna inaniyorum temeli böyle olursa gerisinin geleceğine inaniyorum yada inanmak istiyorum…umarim kolaylikla olur her şey sevgiler 🙂
yeniyedogru
Canım benim, fiziken öyle görünmese de hep birlikte yürüyoruz bu yolu ve tüm yolları.
Bakalım hayat daha neler getirecek, ne güzellikler doğuracak…
Bu güzelliklerin bir kısmına vesile olmak ne güzel, ne şans!!
Nisan Su
Merhaba Emre, ben de arazi çağrını takiben şimdi bugün bu “topluluk bir ki” serini heyecanla okudum. Aslında hepimizin içinde ne kadar canlı olduğunu bir kez daha duyumsadım. Benim topluluk yaşamı deneyimlerim yurt dışında oldu (Portekiz ve Uruguay). Türkiye’den çoğunlukla ayrı geçen yıllarda Türkiye’de kendimi ait hissettiğim bir kabilem olmasından uzaktım. Şimdi hala Israil’de özel mülkiyetin olduğu bir ekoköyde yaşam deneyimime devam ediyorum. Bir diğer yanım ve kalbimin yarısı ise hep Türkiye’de, ve bir gün bu kabile yaşamını memleket topraklarında deneyimlemeyi temenni ediyorum. Benim buna özlemim de benzer ihtiyaçlardan kaynaklanıyor. Tek bir kelimeyle anlatacak olursam “dayanışma” derdim. Memleketten haberleri senin aracılığınla almaktan keyif alıyorum. Çok kişisel görünse de aslında bana Türkiye ile ilgili de çok şey söylüyor. Takipteyim. Güzel günler göreceğiz. Dayanışmayla…
Bilal
Süper yazılar, deneyimlerine, düşüncelerine sağlık. Benim de çok kafa-gönül yorduğum bir konu. Yardımın dokundu, teşekkürler 🙂
yeniyedogru
Ohh ne güzel.
:))