bize dair

topluluk bir-ki – 1

Topluluk konusu son zamanlarda bende yeniden harlanınca, aylardır buna dair içimde bekleyen; son durumları, güncel fikirleri yazıya dökme isteğine nihayet cevap vermek istedim ve başlıyorum yazmaya. Tahminimce üç yazıdan oluşan ufak bir dizi olacak; belki iki yazıda da bitebilir; bakalım…

Bu yazılarda; topluluğa dair deneyimlerimi ve bunlardan neler çıkardığımı, şu sıralar buna dair bende nelerin canlı olduğunu ve bundan sonra ne şekilde hareket etmenin bana iyi göründüğünü ortaya dökmeye çalışacağım. Yazıyı şu an blog arayüzünde yazıyorum ama inanın en çok da kendim için yazıyorum, zira aklımda dolanan fikirleri ve hayalleri bir araya getirmek ve ne yöne gideceğimi anlayabilmek için yapmam gereken tam da bu. Bunla birlikte buradaki deneyim ve fikirlerin başkalarına da ilham verebileceğini umuyorum.

***

Çizim: Sedef Güneş

2012 Anadolu Jam’e katılana kadar, topluluk kelimesinin hayatımda özel bir yeri yoktu. Akabinde ise en sık kullandığım kelimelerden biri, en çok hayalini kurduğum yaşam ve bir aradalık şekli oluverdi ve yıllardır öyle devam ediyor.

Bir hafta süren Jam’de, topluluk olmanın nasıl bir şey olduğunu ilk kez hissettim; tüm yaralara ve her şeye ilaç gibiydi adeta. Sevmeler, şefkatler, kalpten konuşup dinlemeler, birbirimizin her halini kabul etmeler, birlikte hayal kurmalar ve neler neler… Ve böyle bir haftayı geçirdikten sonra, bunun, hayatın kendisi olduğu bir oluşumun mümkün olabileceğine dair türlü hayaller kurdum, kuruyorum, kuruyoruz yıllardır.

Sonraki yıllarda başka başka etkinliklerde de bulundum (birçoklarını da organize ettim, kolaylaştırdım) ve her birinde başka başka güzellikler, hoşluklar yaşadım/yaşadık. Tabii nihayetinde etkinlik bunlar ve belli bir süre için bir araya geldiğimiz için arızalarımızdan ziyade cici taraflarımızı gösteriyoruz birbirimize. Sahtekar olduğumuzdan falan değil, arızalar genellikle zamanla görünür oldukları için. Ayrıca bu buluşmalarda yemek yapmak, çocuk bakmak, çit onarmak, temizlik gibi işler de yok; tamamen kendimize ve birbirimize odaklanma imkanı bulduğumuz günler… Dolayısıyla bu bir aradalıklar, toplu halde yaşamanın bir nevi simülasyonu olsa da tam bir gerçekliğin resmini ortaya çıkarmıyor elbette.

6 yıla yaklaşan bu zaman diliminde topluluğa dair yaşadığım şeyler etkinliklerle sınırlı kalmadı. Yaptığım okumaların, içimde büyüttüğüm hayallerin, belki onlarca kişiyle konuya dair ettiğimiz sohbetlerin, kırsalda ziyaret ettiğim dostların; birkaçını bizzat gözlemlediğim, birkaçına dair ise dedikodu mekanizması ile fikir sahibi olduğum diğer topluluk girişimlerinin yanı sıra birkaç deneyim yaşama şansı da buldum.

Barış Köyü

2013 yılında, bu konu ben ve çevremdeki birçokları için taze ve pek heyecanlı iken, Begüm’le (Erenler) telefonda konuştuğumuz bir gün, bir toplaşma çağrısı yapmaya karar veriverdik ve sonradan Barış Köyü adını alacak olan buluşmalar başladı. Belirli bir grup birlikte hareket edelimden ziyade Ortaya duyuralım, isteyen gelsin, eteğimizdeki taşları ve hayallerimizi ortaya dökelim; fikir alışverişi yapalımvari bir çağrı idi. Birinci buluşmayı Köyceğiz-Çandır’da, sonraları birlikte yaşayacak olduğumuz Begüm’ün evinde 15 kadar kişi ile gerçekleştirdikten sonra sıkı bir rüzgar esti ve birkaç ay içinde Olimpos’ta, İzmir’de ve İstanbul’da, her birinde başka başka insanlarla altı buluşma daha yapıldı ve güzel güzel hayalleşmeler, tanışmalar, niyetleşmeler vuku buldu.

Barış Köyü’nün neticesinde ortaya somut bir şey çıkması gibi bir niyetim(iz) yoktu; bir araya geldik, güzel zaman geçirdik, konuya dair çemberler, beyin fırtınaları vs. yaptık. Ama iki ya da üçüne katıldığım bu buluşmalarda idrak ettiğim en önemli nokta, detaylarda farklı farklı düşünüyor olabilmekle birlikte özde hemen hepimizin birebir aynı şeyleri düşlüyor olmamızdı: Doğanın içinde, sakin bir yaşam; birlikte üretmek; dışarıya bağımlılığın mümkün olduğunca aza indirilmesi; bol oyun, müzik, kahkaha ve dayanışma… Bu yazdıklarım herkeste o kadar aynı ki… Hatta kafalardaki soru işaretleri, şüpheler bile son derece ortak: Mülkiyet sorunu ne olacak, birileri çalışmadığında aylaklık yaptığında ne olacak, parası olmayanlar, kazanamayanlar ne olacak, “Ama özel alanım olmalı” gibi…

Çandır Candır

Barış Köyü’nün ilk toplantısının sonunda sevgili Begüm, “Bu ev kocaman ve ben bu işi ufaktan deneyimlemek istiyorum. İsteyenlerle belli süreler için burada birlikte yaşamı deneyimleyebiliriz.” dedi ve sonraki aylarda konuya dair paylaşımlarımız sürdü. Detaylara girmeye gerek yok (süreci, yazdığım kitabı okuyanlar ve eş-dost zaten biliyor, bilmeyenleri candircandir.blogspot.com adresine yönlendirelim), 2014 Mayıs sonu itibariyle Çandır’da bir nevi topluluk yaşamını hayata geçirmeye başladık. Evin ilk sakini Begüm’den gayrı Burcu, ben ve -bizden birkaç ay önce oraya konmuş olan- Bülent vardı. Velhasıl 4 kişi yaşamı paylaşmaya başladık.

Bir süre sonra açtığımız blogun adını Çandır Candır koyunca bu, bir aradalığımızın da gayrıresmi ismi oldu.

Bir yıl kadar dördümüz takıldıktan sonra Bülent ayrıldı, birkaç ay üçümüz devam ettik ve sonrasında yanıbaşımızdaki evi de tuttuk, Gülengül aramıza katıldı ve yeniden dörtledik. Derken yaklaşık olarak 2017 başlarına kadar devam etti sürecimiz. Neredeyse üç yıl…

Bu üç yılda milyon tane keyif, kahkaha, coşku paylaştık; herhalde 100’ün üzerinde dostumuzu ağırlamışızdır; bir sürü de zorluk, sıkılma, birbirinden tetiklenme, uyuşamama, anlaşamama, iletişememe vs. yaşadık. Bu yazıda hangi birilerini öne çıkarmalı bilmiyorum ama birlikte yaşamaya dair çok fazla şey öğrendim(k) elbette. Açık iletişimin önemi, özel alanlara olan ihtiyacımız, birlikte üretmenin güzelliği -ve bunu yapmıyorsak eksikliği-; birlikte yaşarken, aslında bireysel yapıyor olduğumuz şeyleri de bir anlamda birlikte yapıyor olduğumuz gerçeği (örneğin, ben kitabı yazarken Begüm ve Burcu’nun varlıkları, gözle görünen ve görünmeyen destekleri vs.), topluluğun ihtiyaçları mı / bireylerin ihtiyaçları mı öncelikli sorusuna gelen ve aslında bu ikisinin birbirinden ayrı olmadığı bilgisi ve daha bir sürü şey…

Üç yılda bir sürü güzellik yaşamanın yanı sıra kendimize dair birçok şey öğrendik, ki benim için bu süreç halen devam ediyor, halen bu üç yıla dair bir şeyler dank ediyor ara ara. Ayrıca hayal ettiğimiz topluluk yaşamına dair de epey bir şey şekillendi ve şekillenmeye devam ediyor.

O an yaşadığımız, tam olarak hayal ettiğimiz şey değildi fakat tam olarak hayal ettiğimiz şeye doğru yürürken önümüzde böyle bir fırsat belirdiğinde onunla yetinmeyi bildik ve ilerisi için epey deneyim biriktirdik diye düşünüyorum. En baştan beri bunun geçici bir adım olduğunun bilincindeydik ve gittiği yere kadar birlikte takılıp keyfini çıkarmaya çalıştık elimizden geldiğince. Kirada oturuyorduk ama keyfimizce kullanabileceğimiz ve çok daha büyük bir arazi hayal ediyorduk; aynı kapalı alanda yaşıyorduk ama herkesin bireysel alanları olan bir yaşam yerini çağırıyorduk; dört kişiydik ama en az 6-8 kişinin, mümkünse daha da kalabalık bir topluluğun içinde soluk almak istiyorduk; Bülent gidip Gülengül geldikten sonra üç kadın bir erkektik ve -poff!- daha dengeli bir kadın-erkek oranına ihtiyaç duyuyorduk.

Çandır’da en eksik kalan şey, oradaki hayatımızda hepimizin ortaklaştığı üretimlerin olmaması idi sanıyorum ki. En kolayca sürdürdüğümüz büyük konu ise para idi. Ortada duran bir kâsemiz vardı ve herkes uygun bulduğu ve gücünün yettiği miktarı oraya koyuyor, evin ortak harcamaları buradan karşılanıyordu. Bir süre, kimin ne koyduğunu takip etmek için liste tuttuk, sonraki zamanlarda bunu da bıraktık. Aynı şekilde gelen giden dostlarımız da, içlerinden gelen miktarı bu kâseye koyuyor ve evin masraflarına destek oluyordu.

En kıymet verdiğim pratiğimiz ise; bazen düzenli, bazen düzensiz uyguladığımız çemberlerimizdi*. Gerek evin sakinleri olarak gerekse gelen giden dostlarla yaptığımız çemberlerde, günlük akışta çok kolay dile gelemeyen birçok konuyu konuştuk, paylaştık; bazen neşemizi, coşkumuzu, heyecanımızı bazen ise göz yaşlarımızı, kırgınlıklarımızı, kızgınlıklarımızı… Her zaman ve her derdimize deva oldu demek çok iddialı olur ama epey desteğini aldık bu kadim uygulamanın.

* Bu satırları okuyanların çoğunun çembere dair fikri olduğunu zannediyorum ama tek cümle ile anlatmak gerekirse, basit ve pek kıymetli, kadim bir iletişim yöntemi olduğunu söyleyebilirim.

Ve üç yılın sonunda -şimdilik- her birimiz başka yan yollara saptık ve fakat sürekli iletişim halindeyiz ve yeniden bir araya geleceğimiz günler belki de çok uzak değildir. İnşallah amin!

***

Bu arada daha Çandır’da bile yaşamaya başlamadan önce, bu konuya dair zihinsel keşifler, fikir üretimleri yaparken, Topluluk Oluştururken 123 diye üç tane yazı çıkmıştı benden (her rakamın üstüne tıklayarak ilgili yazılara ulaşabilirsiniz) ve ilginç bir şekilde, 4,5 yıl önce konuya dair sıfıra yakın deneyimle yazdığım şeylerin büyük kısmı, bugün düşündüklerimle ve hayal ettiklerimle paralel. Genel olarak hızlı değiştiğini düşünen ve belli fikirlere saplanıp kalmadığını sanan biri olarak, bu konudaki istikrarım hoşuma da gidiyor aslında. Benim için doğru olanı daha en başlarda bulmuşum sanki ve oradan devam ediyorum. Bunla birlikte, bu yazılarda yer almayan ama mesela bir yıl önce düşündüğüm bazı konulara dair ise şu an bambaşka yerlerde olabiliyorum. Bunlara dair paylaşacaklarım, görünen o ki bir sonraki yazıya kalacak; topluluk olmaya dair diğer girişimimiz olan Acemi Kabile de öyle…

Bir sonraki yazı için: topluluk bir-ki – 2

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir