bize dair

önce tek tek, sonra çok çok

“O kadar fazla akut durumla, sorunla yüz yüzeyiz ki hayâl kurmaya, ütopya düşünmeye, etik duruş oluşturmaya enerjisi, vakti -ve hatta, bir şekilde bunu yapabilenlere tahammülü- yok birçoklarının. Ve bunu anlayabiliyorum.” – Birkaç gün önce defterime aldığım bir not

Çok değil birkaç gün önce keyfim, ırmak olmuş coşkuyla akıyordu. Nihayet köyde biraz yalnız günler; en çok yaz-çiz-oku-izle, arada ormanda yürüyüş, akşamları sobada kestane vs. En güzel direnişin, kalbi temiz tutarak ve görmek istenen değişimi yaşamaya çalışarak gerçekleştirildiğine yürekten inandığım için içim de rahattı. Dünya ve yaşadığım ülke, hiç de daha iyiye gidiyor gibi görünmese de, hatta zihinsel analizlerle bakınca gelecekteki durum pek ümit vaat etmese de ben yapabildiğimi yapıyordum nihayetinde.

Önceki gün müydü, ondan önceki mi (daha doğrusu, galiba iki güne yayılan bir süreç içinde), birden her şey değişti. İstanbul sarı dolmuş patlaması, Halep’te yaşananlar, ülkedeki diktatörvarî yönetim ve diğer tüm sorunları sırtlanıverdim birden. Dünya bir anda başıma çöktü sanki, ne keyif kaldı ne coşku; yazmalar bir anda anlamını yitirdi, kendi kendime yazdıklarımın bile enerjisi düştü. Başka bir dünya hayalleriymiş, ütopik düşüncelermiş, -daha da basitinden- gündelik hayattaki küçük güzelliklermiş; hepsi puf oldu, uçtu gitti. Halbuki yalnızlığa, sosyal medyaya ve diğer küçük, basit ama önemli şeylere dair fikirler geliştiriyor ve yazmak üzere bunları demlendiriyordum içimde ve kendi kendime heyecanlanıyordum. Gün içinde bir sürü bardak su içmeme, düzenli bir şekilde bakliyat filizlendirmeme, yaptığım ekmeklere heyecanlandığım gibi… Ama hepsinin anlamı yitiverdi!

Epeydir, istisnalar hariç, ülke gündemi sorunlarına enerjimi vermemeyi seçiyorum. Seçmek diyorum ama içimden öyle geliyor daha doğrusu. Akut sorunlarla boğuşmak ve onları tamir etmeye çalışmak, bazen gerçekten de günü kurtarmaya yarıyor ama -yarın aynı sorunların daha da büyüyerek karşıma çıkacağını bildiğim için- beni kesmiyor. Bir zamanlar hem gönüllü hem profesyonel olarak parçası olduğum sivil toplum kuruluşlarının çoğunlukla yaptığı gibi yaraya pansuman yapmak istemiyorum mesela; dileğim ve niyetim yaraların yok olması. Yerini bulur-bulmaz, onu bilemem ama çabam galiba hep buna yönelik olacak. Daha azı heyecanlandırmıyor, harekete geçirmiyor beni. (Bu, benim yönelimim ve benim bu yolu seçmiş olmam onu diğer yollardan daha kıymetli yapmıyor. Tam da bu çok önemli konuda, jam kolaylaştırıcı el kitabında 4R* diye bir uygulama var<dı>. Uygulamanın ilgili kısmını çeviriyor ve yazının en altına EKliyorum. Kitabın web’deki son sürümünde bu bölümü göremediğim için kaynak veremedim.)

* Canım Aysu’cum bir buçuk yıl kadar önce, bu 4R’ye dair çok güzel bir yazı yazmıştı. Kesinlikle okunası!

***

Ben gibilerin yaşam tarzı ve önerileri, bazılarına, kolektif çözümler içermiyormuş ve sadece kendimizi kurtarmakmış gibi görünüyor. Yaptıklarım(ız)ın ve söylediklerim(iz)in illaki bütünsel çözümler içermesi gerekmiyor ve-lakin bence bizimkiler içeriyor: Doğaya dönüş yoluna girmek, -ama kırda ama şehirde- yavaş fakat kararlı adımlarla kendi ihtiyaçlarını üretmeyi “hatırlamak”, tabii ki tüketimi azaltmak, topluluk hissine (sadece bir arada yaşamaktan değil, her türlü dayanışma ağından bahsediyorum) yeniden sahip çıkmak… Bütün bunlar önce -ve işin güzeli çok hızlı bir şekilde- bunu yapanlara hizmet ediyor; sonra ise, zamanla, yeterince kişi bunları yapıyor olduğu takdirde sistemsel ve bütünsel bir dönüşüme, yani hepimize hizmet etme potansiyeli taşıyor. “Ya hep beraber ya hiçbirimiz” sloganı var ya hani, onu şu şekilde değiştirebilir miyiz (slogan gibi okuyunuz): “Önce teeeek tek, sonra çoooook çok, en sonuuuundaaaa da hep beraaaaaber” (“kurtuluş yok tek başına” kısmı aynı kalabilir.)

Sanıyorum ki şu sıralar “tek tek”le “çok çok” arasında bir yerlerdeyiz. Yukarıda kısaca yazdığım adımları atanların sayısı “çok” diyecek kadar artmadı ama bi’ beş yıl önceki kadar da nadir bir durum değil gibi görüyorum. Öyle ya da böyle, hayatını değiştirmek isteyenler de, değiştirmeye başlamış olanlar da, değiştirenler de çok daha fazla. (“Yeni”ye yelken açanlar, eski paradigmada kalanlar ve bunlar arasındaki bağları kurup geçişi kolaylaştıranlara dair çok güzel bir yazı okumuştum aylar önce, sanırım bugünlerde çevirisini yapacağım. Orijinali (İngilizce) için buraya buyrun.)

Diyeceğim -ve umduğum- o ki, kartopu etkisiyle hızla büyüyebilir ve yuvarlanarak, önce “çok çok”a, sonra da “hep beraber”e doğru ulaşabiliriz. Ve evet, ulaşamayabiliriz de. Tek bildiğim şu ki sonucu bizler belirleyeceğiz. Atacağımız ve atmayacağımız adımlarla, tükettiklerimiz ve tüketmediklerimizle, ürettiklerimiz ve üretmediklerimizle, yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla biz belirleyeceğiz. Hem tek tek hem de bunun sonucu olarak hep beraber, kolektif olarak…

Ve evet, “çok çok”a ve oradan da “hep beraber”e geçene kadar, bu adımlar naif görünmeye devam edecek. Sadece başkaları tarafından yargılansa iyi, adım atanların kendisi de kendini yargılayabiliyor, sorular ve suçluluk duyguları içe düşebiliyor “ne yapıyorum”, “neye yarıyor” gibi. Bunu zaman zaman kendimde de görüyorum, başkalarında da. Ama şu an itibariyle, yaptıklarımı yapmaktan, söylediklerimi söylemekten daha iyi yollar göremiyorum. Değiştirmek için değişmem gerekiyor ve bu kendimle başladığı için minicik, ufacık, naifcecik görünebilir ve sahiden öyle de olabilir. Ama işte bir gün “çok çok”a ve oradan da “hep beraber”e geçtiğimiz takdirde, bu naif adımlar dünyadaki koca bir devrimin, dönüşümün başlangıç adımları olacak.

“En uzun yolculuklar bile tek bir adımla başlar.” – Lao Tzu

Yolculuk uzun görünüyor olabilir ama ilk adımlar çoktan atıldı. Şimdi adımları ve safları sıklaştırmanın, topluluklar oluşturmanın, “çok çok” olmanın zamanı. Hem kendimiz hem de bütün için. Bu sadece ideal ve zorunlu olduğu için değil, aynı zamanda keyifli, şenlikli ve “gerçek” olduğu için.

***

Kendimle başlamıştım, öyle son vereyim. Puf olan, uçup giden hayaller, ütopik özlemler tamamen yok olmadı elbette, sadece geçici olarak servis dışı kaldı; hatta şu yazıyı yazma sürecinde (dün gece başladım, bu öğlen tamamlıyorum) bile geri gelme yolunda olduklarını gösterdiler. Ah bi’ “çok çok” olsak, belki hiç gitmeyecekler. Şu süreçte bazen tüm hayatım, tüm yaptıklarım saçmalık gibi görünüyor. Ümitsizlik pençesini bi’ geçirdi mi fena yaralıyor! Şükür ki muhtaç olduğum pansuman kalbimde yanan güçlü heyecanda ve çevremdekilerin bazen farkında olarak bazen de olmayarak verdikleri desteklerde mevcut. Mesela dün Şule Seda Ay’ın yazdığı şu satırlarla bitireyim; pek iyi geldi bana:

“(…) 

Bir de umut var mecbur olduğum. Şimdi’m var. Şu an hissettiklerim ve hâlâ canlı olan var. Görebildiğim ve yaşadığım dünya var etrafımda. O da benimle. Hep yanımda. Tek hakikatim ve gerçekliğim bu. 

Yanı başımdaki, içimdeki, komşumdaki acıya elimin değmesini ve şifa olmasını istiyorum. Yapabildiğim şeyleri yapabilmek istiyorum. Elim kolum düşmesin istiyorum. 

Sürekli olarak herkesin çaresizlik hâlini okumak, bana da çaresiz olduğumu hissettirsin, beynim bu bilgiyi benden habersiz içselleştirsin, normalleştirsin istemiyorum. Bazen oluyor çünkü, silkeleniyorum. Oradakini görüp burada ne yapabilirim diye sormak ve yapmak istiyorum. Yas tutayım ama harekete geçmek istediğimde, geçebilecek enerjim olsun istiyorum. 

Acıyı sol yanımda hissedip güzellikleri çoğaltmak istiyorum. 

Kendimi yorup büyütmek istediklerimden, dünyadaki güzellikleri görmekten, yaşadığım için şükretmekten, gülümsemekten, kucaklamaktan ve elimden geleni yapmaktan alıkoymak kimseye iyi gelmiyor, şifa olmuyor. Biliyorum.” – Şule Seda Ay (Metnin tamamını okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.)

***

EK: “4R – DÖNÜŞÜM TEORİSİ



Neden?

Sosyal hareketlerde yer alan kişiler sık sık strateji konusunda anlaşmazlıklara düşüyorlar. Bu anlaşmazlıklar verimli, yıldırıcı veya bölücü olabiliyor. Farklı stratejilerin, genellikle aslında farklı kişiliklerin anlaşmazlığı olduğunu düşünüyoruz. 4R modeli, bu tartışmalara yeni bir gözle bakmamızın ve bu farklılıklarımızı kullanmamızın bir yolu.

4R’ler şunlar:

Reform (ıslah/düzeltme) (Mevcut sistem içinde çalışmak): Toplumdaki mevcut yapıların günlük yaşamımıza ve öz karar alma süreçlerimize doğrudan dokunan etkileri var. Yeni yapılar kurmak üzere çalışırken, eş zamanlı olarak toplumdaki mevcut kurumları da değiştirmeliyiz. Anlıyoruz ki, özellikle de bu insanlarla sıfırdan bir şeyler inşa etmeye niyetliysek, öncelikle insanların çok acil ve çok gerçek ihtiyaçları (açlık, barınma, gelir getiren bir iş sahibi olma ve güvenlik) karşılanmalı. Bu strateji, mevcut politik ve sosyal kurumların, dört bir yana yayılmış acil ihtiyaç ve gerekliliklere yönelik tedavi üretmesine destek oluyor. İnsani yardımlar ve yasa geliştirmeleri, bu yaklaşımın içindedir.

Resist (direniş) (Mevcut sisteme karşı çıkış): Tarih boyunca gördük ki “hak verilmez, alınır”. Direniş mücadeleleri en büyük kazanımlarımızı sağlamıştır. Adaletsizliğin derindeki köklerini göstermek için, yıkımı gerçekleştirenlere karşı sıkça ayağa kalkmamız gerekiyor. Bu strateji, meşruiyetlerini sorgulayarak ve eşitsizliği sürdürenlere doğrudan karşı çıkarak, mevcut politik ve sosyal kurumlarımıza meydan okuyor. Doğrudan eylem, topluluk organizasyonları ve sosyal kampanyalar, bu yaklaşıma dahildir.

Recreate (yeniden yaratmak) (Yeni sistemler yaratmak): Tahayyül ettiğimiz gelecekte, artık bize hizmet etmeyen bozuk olanların yerine yeni kurumlara ve uygulamalara ihtiyaç var. Mevcut haksız sistemlere direnir ve onları alaşağı ederken, yeni ve alternatif kurumları ve paradigmaları inşa etmemiz gerekecek. Bu strateji; yepyeni modelleri, yönetişim formlarını, liderlik yapılarını inşa ederek yeni bir toplumu kurmanın yollarını denememizi sağlıyor. Bu yaklaşım; demokratik okullar, onarıcı adalet süreçleri, yerel ekonomiler, açık kaynak teknolojileri gibi süreçleri içerir.

Reimagine (yeniden tasarlamak, yeniden hayâl etmek) (Yeni sistemleri kavramsallaştırmak): Yeni “olma biçimleri” gerektiren kritik bir sosyal evrim sürecindeyiz. Makûl bir dünya kurmak için; ortaklık, kapsayıcılık ve karşılıklı bağımlılık temelli bir toplumun neye benzeyeceğini hayâl edebilmemiz gerekiyor. Bu strateji, diğerleriyle ve bütünle olan ilişkimizle iç içe geçiyor; bireysel ve kolektif hayâl kurma becerimizi hareketlendiriyor ve yeni kültürel normlar oluşturmamızı sağlıyor. Bu yaklaşım ise; sanatı, yaratıcı süreçleri, medyayı, akademiyi, kültürel ve tinsel gelenekleri içermektedir.

(…)

—————————————–

Blog yazarının üç notu: 

1 – Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın? 

2 – Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi “Yeni”ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana. 

3 – Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir