para – 6
Geçtiğimiz günlerde yazmış olduğum para, para-2, para-3, para-4, para-5 yazıları için üstlerine tıklayabilirsiniz. ((;
Uzun zamandır aklıma takılan ve yazmak istediğim bir şey var: Mesela bir atölyeye, çalışmaya, geziye veya başka bir şeye parası olmadığı için katılamama durumları söz konusu olduğunda bir sürü insan isyan ediyor “Offf hep para yüzünden işte!”. Oysaki para yüzünden değil, sende para olmadığı ve veremediğin ya da olsa bile o meblağı vermek istemediğin için katılamıyorsun. Arada ciddi bir fark var. Açıklamaya çalışayım: Bir kere, muhtemelen, bu etkinliğin yapılmasını sağlayan şey aslında paranın ta kendisi. Para diye bir şey var olduğu ve her şey, her şeye dönüşebildiği için insanlar her türlü becerisini veya üretimini herhangi birilerine satabiliyorlar ve bunun karşılığında almış oldukları parayı, yine istedikleri herhangi bir mal veya hizmeti satın almak için kullanabiliyorlar (tabii yaptıkları, para ettiği ve almak istediklerine paraları yettiği sürece, o başka mesele). Ama bir şekilde para ortadan kalksa, bu koca organizasyonun, yani sistemin yürümesi mümkün olmayacak ve -aslında bazen tam da hayâl ettiğim gibi- iyice küçülmüş hayatlar yaşamak durumunda kalacağız. Para olmadığında o konser zaten olamayacak yani. Bunun iyi veya kötü bir şey olması bir yana, bu farkı doğru anlayalım ve yakınacaksak doğru şey için yakınalım istiyorum: Para yüzünden değil, paramız olmaması yüzünden gidemiyoruz o konsere.
Hemen her türlü buluşmanın, atölyenin veya tiyatro oyununun para sayesinde dönmesine ve aksi durumda hiç olamayacağına, hemen hepsinde kontenjan sınırı olduğu gerçeği eklendiğinde ise şuraya ulaşıyorum: Ben gidemiyorsam bir başkası gidiyor, ben faydalanamıyorsam bir başkası faydalanıyor. E ne güzel! Böyle düşünmek bir süredir gayet iyi hissettiriyor bana. “Hepimiz biriz” diye atıp tutmuştum ya birkaç yazı önce, tam da o hikâye işte; benim katılamamam başka birinin katılmasına yol açıyorsa, üzülecek çok da bir şey yok sanki.
Kaldı ki son birkaç yılda defalarca tecrübe ettiğim ve çevremde de birçok örneğini gördüğüm üzere, eğer birisi bir şeye katılmayı can-ı gönülden isterse bunun bir yolunu buluyor. Bu bir etkinlikse burs imkânları olabiliyor; olmadı facebook’tan ya da bazen kitle fonlama sitelerinden yaptığı bir çağrı ile ihtiyacı olan paraya ulaşabiliyor; bu bir konser/tiyatro vs. ise davetiyeye ulaşabiliyor vs vs. Elbette ki bunlardan olumlu sonuç alma garantisi yok, istediği parayı bir saatte toplayan da bir ayda toplayamayan da olabiliyor ama bana öyle geliyor ki gerçekten istiyorsan ve gerçekten ihtiyacın varsa ve bunu samimi ve şeffaf bir şekilde aktarmayı, anlatmayı becerebiliyorsan -ve galiba bir de sonuç alacağına inanıyorsan- bir şekilde oluyor. Ama bu yollarla ama başkalarıyla…
Kendi deneyimlerim doğrultusundaki hissiyatımı paylaşayım ve bunda en ufak bir abartı yok: Şu anda, uzaya çıkmak gibi çok uç örnekler dışında, yapmak isteyip de parasızlık yüzünden yapamayacağım hiçbir şey yok gibi geliyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, katılmak isteyip de katılamayacağım bir çalışma, görmek isteyip de göremeyeceğim bir gösteri hayâl edemiyorum. Ama öyle ama böyle, gerçekten istiyorsam bir yolunu bulurum ve giderim gibi geliyor. Gidemiyorsam, gerçekten istemediğim içindir. (Şu sıralar köyde, evimde gayet mutluyum ve hiçbir yere kıpırdayasım yok mesela. ((: )
Ayrıca tüm bu zorluklar ve çabalar, ilişki kurmak ve birbirimizin deneyimlerinin içine girmek için harika fırsatlar. Bir önceki yazıda paranın ilişkilenmeyi engelleyebildiği durumlardan bahsettim ama aynı para, farklı bir şekilde kullanıldığında, ilişki kuran bir enerji topu olarak da zuhur edebiliyor işte. Şu anda, tam da bu satırları yazarken jeton düşüyor bende de, şöyle ki, paranın ilişkiyi engellemesi alım-satım durumunda geçerli. Eğer bir şeyi, parasını verip satın alıyorsam (bkz. bir önceki yazı, kayık örneği), bu, ilişki kurmayı gereksiz hâle getirirken, birinin katılmak istediği bir etkinlik için ona para gönderdiğim takdirde, artık o kişinin, hayallerinin, katıldığı etkinliğin ve sonrasının bir parçası oluyorum ve aynı para, bu sefer, kolay kolay kopmaz bir bağ kurmayı sağlayan şey oluyor. Çok acayip! İki durumun müsebbibi de para ve onun pratik bir araç olması. Biri, yapılan alışverişin ruhunu öldürürken diğeri yapılan alışverişe ruh katıyor. Bu ikincisinde, ilişki kuran para, alışveriş yapanlar arasında değil, üçüncü kişi tarafından sisteme armağan olarak eklendiği için ilişki kuruyor işte. Hımm, ama muhtemelen aynı para, o kişi ve katıldığı etkinliğin hocası arasındaki ilişkiyi yine kişiliksiz hâle de getirmiş olabilir. Amanın nerelere geldik! Takip edebildiğinizi umuyorum!!
Öte yandan -az önce Burcu ile yaptığımız minik görüş alışverişinin de katkısıyla- düşünüyorum da karşılığında para verdiğim ama bunun, kurulan/kurulacak olan ilişkiyi engellemediği durumlar da oldu/oluyor. Bir önceki yaz katılmış olduğum doğaçlama tiyatro atölyesine para vererek gittim ama çok sevgili Sena Hoca’mla gayet de güzel bir ilişkilenmemiz oldu; para vermiş olmam aramızdaki ilişkinin sadece alıcı ve satıcı olarak kalmasına neden olmadı. Bunun nedenleri ne olabilir: Birincisi, parayı cebimden verecek durumum yoktu ve yapmış olduğum destek çağrısına almış olduğum karşılıklar sayesinde katılmıştım, yani benim olmayan para ile… Ama cebimden versem de çok farklı hissetmeyebilirdim sanırım. İkincisi, fiyatların makul olması idi. (Bu konu bende çok canlı ve epeydir atölye vb. şeylerin fiyatlarına dair yazmaya niyetliyim ama bakalım ne zaman yapabileceğim bunu) Makul fiyat (tabii ki son derece öznel bir durumdan bahsediyorum; bana makul gelen başkasına çok pahalı gelebilir veya tam tersi olabilir) -veya daha da güzeli gönül bedeli-, galiba, şeylerin tam olarak metalaşmasını engelliyor. (meta=ticari mal) Siz, yaptığınız güzel şeyler karşılığında makul denebilecek bir fiyat istediğinizde, sanki bu güzel şeyler az metalaşmış oluyorlar ve armağan ruhunu tamamen kaybetmiyorlar. Az metalaşma terimi, muhtemelen tarihte ilk kez şu anda kullanıldı ve yine, nesnel bir karşılığı yok. Bu, tamamen içimizde hissedebileceğimiz bir şey (makul olmak gibi, güzellik gibi) ve tabii ki kişiden kişiye değişecektir. Bunu hep cepte tutmak lâzım ki birbirimizi yargılamaların önüne geçebilelim veya en azından bunu azaltabilelim.
Burcu’yla konuştuğumuz yerden bir örnek vermek gerekirse de, –reklam yapmak gibi olmasın– Burcu’dan bir keçe patik satın alırsam ve ona 80-90 TL verirsem, bu da onla hiç ilişkilenmememe yol açacak bir şey olmaz. Çünkü ben Burcu’yu tanıyorum, biliyorum; onun ne şekilde üretim yaptığına dair fikrim var, el emeği kullanıyor, elinden geldiğince ekolojik davranmaya çalışıyor; yapacağı patik sadece bana özel olacak ve istese bile bir eşini yapamayacak vs. Bu durumda patiği para karşılığında almış olsam dahi (lütfen a’yı kısa okuyun), yapmış olduğu işe ruhunu kattığı, yani patiğin içine armağan üflediği için, bir ilişki kurulacaktır. Muhtemelen her giyişimde aklıma gelecektir ve ben de onun ruhuna üfleyeceğimdir. Bu durum elle, ruhla yapılan üretimlerde geçerli iken mağazadan aldığım üründe geçerli olmayacaktır. Tanımadığım, üstelik genellikle çok uzak coğrafyalarda birilerinin üç kuruş karşılığında ve göz yaşları ve alın teri ile üretmiş olduğu, bu ürünlerin binlercesinin dev gemilere yığılan dev sandıklarla dünyanın dört bir yanına taşındığı, kişiliksiz, birbirinin aynı ürünlerden birkaçının hasbelkader benim alışveriş yapacak olduğum mağazaya da düştüğü ve yine bu ürünlerin süreciyle ilgili hiçbir şey bilmeyen tezgahtar tarafından bana pazarlandığı bir alışverişte nasıl bir bağ kurabilirim ki! Endüstriyel ürünler, hem kişiye özel hikâyeler ortaya çıkaramazlar ve ruhsuzdurlar hem de kolektif psişemize olumsuz hikâyeler işleyerek kolektif iyi olma hâlimize sekte vururlar. Bu nedenle bağ yaratmazlar.
Burada duruyorum. Şimdilik… ((:
—————————————–
Blog yazarının üç notu:
1 – Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi “Yeni”ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.
2 – Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum.
3 – Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık iletmek istersen bana ulaşır mısın?
emreertegun@gmail.com