-Şehirden göçmek isteyenler için- kırsal hayattaki zorluklar
Kentten kıra adım attığım süreçte (vayy! neredeyse beş yıl olmuş) genellikle bu hayatın olumlu yanlarını yazıyor, anlatıyorum. <buna dair en kapsamlı paylaşımıma buradan ulaşabilirsiniz.> Bu, hiçbir zorluk yaşamadığımdan değil ama içimden bunları yazmak geldiği içindi. Ayrıca gerçekten de bazı zorluklarıyla yeni yeni yüz yüze geliyorum; ya da hep yüz yüzeydim de şu sıralar daha fazla dikkatimi çekiyorlar belki. Öyle ya da böyle, bu yazıda biraz bunları paylaşmak istiyorum. Yazdığım tüm maddeler benim de deneyimlerimi içeriyor ama bazılarını biraz genelleyerek yazacağım, zira bunların hiçbirinin benle sınırlı olduğunu düşünmüyorum.
– Listenin en başında, buradaki hayatta aşksal, duygusal vs.sel deneyimler yaşamanın zorluğu var. Hem mevcut sevdiceklerle hem de potansiyel olanlarla…
Burada, hemen hiçbirimizin, gidip geldiği tam zamanlı bir işi olmadığı için, birlikte yaşayan sevgililerin 24 saatlerini dip dibe geçirmeleri gibi bir durum oluşuyor ve bu, kaçınılmaz olarak bir takım gerginlikleri yanında getiriyor. Birlikte çalışmak, birlikte üretmek her zaman çok kolay olamadığı gibi, hemen her an’ı birlikte geçirdiğin evin/bahçenin/arazinin/hayvanların düzenini ve dirliğini sağlamadaki, işleri halletmedeki ritmlerin ve ihtiyaçların uymaması da başka bir konu. Velhasıl yıpratıcı bir süreç. Tabii aynı durumun bir sürü güzelliği de yok değil.
Ayrılık süreçleri de sıkıntılı. Şehirde yaşayanlar için, zaten herkesin kendi meşgalesi, işi gücü, arkadaşları oluyor ve ayrılık vuku bulduğunda kişiler kendi yollarına gitmekte biraz daha az sıkıntı çekiyorlar. Burada ise birlikte yaşıyorsun, zamanla hayatının ve arkadaşlarının hemen hepsi ortaklaşıyor. Üstelik maddi ve manevi olarak birlikte yatırım yapılan tonla şey oluyor (arazi, hayvanlar, bahçe işleri, ağaçlar, sosyal hayat vs.) ve ayrılık gelip kapıyı çaldığında “Şu beş nar ağacı benim, erikler senin olsun; ev sende kalsın ama atölyeyi sırtlanıp götürücem” diyemiyorsun.
Ayrıca hayatına yeni birini almak da kolay iş olmuyor. Birileriyle tanışma olasılığı şehirdekiyle kıyaslanamayacak kadar düşük. Tanıştığında da süreç bambaşka. Şehirde tanışırsın, bir etkileşim olur, görüşmeye başlarsın, belki bir kahve, belki bir yemek, sonra evine gidersin, o da kendi evine gider, süreci sindirirsin; birkaç gün sonra bir daha görüşürsün, bu sefer belki o sende kalır, sen onda kalırsın vs. ve ertesi gün (bilemedin ondan bir sonraki gün) yine kendi yerlerinize dağılır ve hadise bir anda çift kişilik bir yaşama dönüşmez falan filan ya… Burada bunu yaşamak mümkün olmayabiliyor. Hayatınıza giren ya da girme sürecinde olan kişi, aynı köyden ya da yakınlardan birisi olmadığı sürece (ki buralarda seçenekler pek kısıtlı oluyor <gülücük>), daha uzun süreli bir arada kalmalar ve daha uzun süreli ayrı durmalar vuku buluyor; ve benim deneyimime göre iki durum da yaş! Görüşmek istiyorsunuz, seni ziyarete geliyor ve -diyelim ki- bir hafta beraber takılıyorsunuz. Daha yeni tanışmışsınız ve bir anda 168 saati bir arada geçiriyorsunuz. Ehh, istediğin her an gelmek-gitmek maddi ve manevi olarak pek mümkün olmadığı için daha uzun zaman geçirmek istiyorsunuz ama bu uzun zaman, sindirim sistemi için başa bela. Şey gibi sanki: Ortada kocaman bir pasta var, diyelim ki 12 kişilik; sağlıklı olan bundan bir dilim yemek ve ertesi gün bir dilim daha yemek şeklinde ilerlemekken, burada pastayı önünden kaçıracakları için hepsini birden mideye indiriveriyorsun ve hazımsızlık yaşatabiliyor. İşin diğer kısmı da kolay değil: Üç-beş gün ya da bir haftayı -öyle ya da böyle- geçirdiniz ve herkes yuvasına kondu; bir süre sonra yeniden görüşmek istiyorsunuz ama çoğu zaman bunu pat diye yapamıyorsunuz. Süreç, ciddi bir organizasyon gerektirebiliyor ve bu durumda çok sevdiğimiz akış hâlleri, spontanlıklar vs., hepsi yalan oluyor. O an görmek istiyorsun ama iki hafta sonraya organizasyon yapabiliyorsun (bazen onu da yapamıyorsun). Ah, o an görüşemediğin ve bu isteğinin karşlılığını alamadığın gibi iki hafta sonra aynı coşkuyla isteyecek misin bakalım. Geçtiğimiz yıl tüm bunları bire bir yaşadım da oradan biliyorum. Tükettik resmen, olduramadık…
– Sosyal çevre eksikliği ile devam edelim. İlk maddeyi de kısmen içine alıyor bu. Bu hayatlarda, her istediğin zaman görebileceğin tonla yakın arkadaşın yakınlarda olamıyor çoğunlukla. Her biri bir yere dağılmış, kimi başka bir şehrin köyünde, kimi şehirlerde didinmeye devam ediyor ve istediğin veya ihtiyacın olduğunda görüşmek kolay olmayabiliyor.
Bunla birlikte, bir üst maddedeki dezavantajlı durum burada avantaja da dönüşebiliyor: Arkadaşların gelip seni ziyaret ediyor ve çoğunlukla en azından birkaç gün kalıyorlar ve bu son derece doyurucu ve bol paylaşımlı oluyor. Şehirdeki bir kahvelik, iki biralık buluşmaların koşturmacasından ve sığlığından uzak, daha derin birliktelikler yaşanıyor. Susmaya da laklaka da, iş yapmaya da eğlenmeye de, dans etmeye de birlikte film seyretmeye de alan açılabiliyor ve birbirimize doyabiliyoruz, birkaç günün sonunda. Ama yine, bir ay sonra tekrar görmek istesen, göremeyebiliyorsun işte.
– Şehirsel etkinlikler, adı üstünde şehirlerde gerçekleşiyor. (Hatta her şehirde de değil, çeşitlilik ve kalite peşindeyseniz sadece büyük şehirlerde) Köyde yaşarken bir konser izlemek, sergiye, tiyatroya, sinemaya gitmek “ha” deyince olabilemiyor maalesef. Bırakmak istemediğiniz bu tip alışkanlıklarınız varsa biraz zorlanmaya hazır olun.
Ben, bunca vakittir bunların eksikliğini çok çekmiyordum ama son zamanlarda, konsere, sinemaya falan gitmek içimi epey hoplatıyor ve uzak olmaktan dolayı bazen sıkıntı duyuyorum. Gerçi son zamanlarda iyi bir planlamayla, yolum şehirlere düştüğünde, bu konuda az zamanda çok işler becermeye başladım. Ocak ayında üç gün Antalya’da kaldım ve üç gün içinde bir devlet senfoni orkestrası konseri, bir film izleyip bir caz grubunu canlı dinlemeye alan açabildim. Önceki hafta ise İzmir’deydim ve bir buçuk gün içinde bir caz konseri izleyip aynı gece brit-rock çalan bir grubu canlı dinledim (güzel arkadaşlar ve birkaç bira eşliğinde); ertesi gün ise başka bir mekânda yaramaz şeyler yiyip içmenin yanı sıra yine pek güzel arkadaşlarımla sohbetleşebildim. Az kalsın araya bir de sinema girecekti ama son anda canımız istemedi, vazgeçtik.
– Bir üstteki maddede yazdıklarım doğrultusunda, kırsalda daha özgür bir hayat yaşarken, şehirdeyken yapamadığımız birçok şeyi ve fazlasını her zaman olmasa bile istediğimiz zaman gidip gelmeler esnasında yapabiliyoruz. Ve lakin, burada kocaman bir varsayım var: Bahçe-hayvan gibi sorumlulukların olmaması veyahut etrafta bunları paslayabilecek birilerinin olması gerekliliği.
Çok sayıdaki yeni-köylüden bildiğim bir durum bu: Bir yerlere gidilir, bir şeyler yapılır ama onlar ya katılamazlar ya da katılsalar bile erken dönmeleri gerekir. Sulanacak fideleri, doyurulacak keçileri vardır. Kendi somut ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bu çok önemli “iş”ler, eğlenme, dostlarla olma gibi daha soyut diğer birtakım ihtiyaçların karşılanmasını imkânsız kılar. Kısa vadede bu sorumluluğun tatlı gelme olasılığı yüksek olsa da bir yerden sonra bütün bunlar kişiyi bayabiliyor ve isyan bayrağı çekmesine veya kös kös oturmaya devam etmek zorunda kalmasına neden olabiliyor.
– Benim için en sıcak maddelerden biri de bilgi-beceri-deneyim eksikliği. Yukarıda hayvan, bahçe vs. dedim ama beş yıla yaklaşan kurumsal ve kentsel hayat dışılığıma ve üç yıla yaklaşan köyde yaşıyor olma durumuma rağmen aşmakta zorlandığım bir sürü engel var. Bunlara bilgi-beceri falan dediğime bakmayın, bunların hepsi aşılacak şeyler; bir çiftlikte gönüllülük yaparsın, komşu köylüye sorarsın, yuutub videolarına bakarsın; ayrıca denersin-yanılırsın ve öğrenirsin.
Benimkiler daha ziyade içsel engeller, özsabotajlar, “yapamam-edemem-beceremem”ler… 30 yıl şehirde yaşamışım, herhangi bir somut ihtiyacını karşılamaktan acizim, bir “iş” yaparak para “kazanmaya” ve kazandığım para ile istek ve ihtiyaçlarını “satın alarak” gidermeye alışmışım ve dahi, bundan başka bir yolun olabileceğini aklına bile getirmemişim. Sonra bir şekilde yollara düşmeye, çiftlikleri ziyaret etmeye, “somut iş”ler yapmaya başladığımda tüm o beceriksizliklerimle, bilgisizliklerimle, düşünememelerle, kafamın basmamalarıyla yüzleştim. Üstelik bir de bazı insanlar gibi doğuştan becerikli, hızlı kavrayan biri değilsen şenlik başlıyor. Buna benzer şeyleri, sonradan köylü diğer bazı dostlardan da duyuyorum; yani bu da bana özel bir durum değilmiş.
Yani gerek gerçekten de bilmemeler ve deneyim eksiklikleri gerekse özsabotaj halleri, kırda yapmak istediğimiz şeyleri yapmamızın önünde engel olabiliyor. Haa, bazısına da bakıyorum, çatır çatır yapıveriyor bir şeyler; darısı başıma. (Kendime haksızlık yapmayayım, son zamanlarda biraz olsun mesafe almaya başladım.)
– Para, bu taraflara göçmek isteyenleri sınırlayan başlıca etken olabiliyor. Kırsala gelmek isteyen ben-gibilerin bir sürüsü ile süreçlerimiz çok benziyor tabii ki. Onlar da işten güçten pek anlamıyorlar, burada emeklerini paraya çevirebilecekleri teknik becerileri yok ve seçmek istedikleri(ni düşündükleri) bu hayatta az paraya ihtiyaç olsa dahi (ortalama bir köy evinde iki kişi yaşamanın maliyetinin kişi başı 500-600 TL civarında olduğunu çok kereler yazdım) bu az paraya nasıl ulaşacaklarını bilemiyor ve bundan korkuyorlar.
Tamamen yersiz bir korku değil bu ama bir sürü örneğini gördüğüm üzere, bu yola baş koyunca bir yolu bulunuyor. Hele ki bir süre (mümkünse altı ay veya daha da iyisi bir yıl) idare edecek bir para cebinizde varsa veya aileden, eşten-dosttan armağan ya da borç olarak edinebiliyorsanız, bir de korkulara, endişelere esir olmuyorsanız, inanın ki çeşitli yollardan geliyor para. Bunun için biraz zaman gerekebildiği için, az bir başlangıç parasıyla veya uzaktan yapabildiğiniz mevcut işinizle yola düşmenizi (tabii ki mümkünse) tavsiye ederim. Buralara gelir gelmez para kazanma zorunluluğu yaşamamak, bu telaşeye düşmemek ve onun kendiliğinden size akmasına izin vermek için bu önemli.
Ve bu yolda, eğer ki ben gibi, doğrudan paraya ulaşabilecek somut becerileriniz yoksa, biraz belirsizliğe ve bilmezliğe alan açmakta fayda var. Temkinli olmaya kocaman bir evet lakin korkmaya kocaman bir hayır. Bir şeyler oluyor illaki…
– Şehirden göçen / göçmek isteyen kişilerin karşılaştığı bir diğer sorun ise, birçok yerde bu kişilerin, kırsalın mevcut yerleşikleri tarafından para kapısı olarak görülmeleri. İktisatta geçen bilgi asimetrisi durumu burada ortaya çıkabiliyor. Kiralanacak evin, satın alınacak arazinin veya yaptırılacak işlerin maliyetinin, geçiş sürecindeki eski-kentliler tarafından iyi bilinmediği durumlarda, bu kişiler yolunacak kaz hâline gelebiliyorlar. Sadece para da değil tabii, aynı bilgi asimetrisi, ilaçsız yiyeceklerin organik diye satın alınmasına, yapılacak işlerin, ehil kişiler tarafından yapılmamasına ve bunu ruhumuzun bile duymamasına neden olma gibi olasılıklar var. Süreçte bu durumun da bilincinde olmakta fayda var.
– Ayrıca şehirden para kazananların kırsala göçme süreçleri, ev kiralarını, arazi fiyatlarını fena hâlde hoplatabiliyor ve bu konuda da dikkatli olmak önemli. Bir köye yerleşip orada ev tutan bir şehir göçgünü için -diyelim ki- 250 TL çok komik ve düşük bir meblağ gibi görünebiliyor ve bunu düşünmeden verebiliyor ama o köydeki benzer evlerin kiraları 150 TL ise durup dururken dengeler bozulabiliyor, rayiç yükselebiliyor. Aynı şey ev/arazi satın alırken de geçerli ve bu, hızlı yükselen fiyatlar olarak hepimizin karşısına çıkıyor; mevcut kiracıları zor durumda bırakabiliyor vs.
Tüm bunların varlığını kabul etmekle birlikte, artık değil kent, küçücük bir sahil kasabasında ve hatta bir köyün hafiften turizmleşmiş olanında dahi yaşamamın pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Yani bu zorluklar var olmalarına varlar ama burada yaşamanın artıları o kadar fazla ki benim için hiç baskın değiller.
Ha bir de… Bütün bunları yazarken, düşünürken, tabii ki dönüp dolaşıp topluluk olarak yaşama konusuna geliyor iş. Yukarıda yazdığım zorlukların büyük bir kısmı, büyükçe bir topluluk olarak yaşadığımız takdirde çözülüverecek. Herkesin kendi özel alanları olduğu, ayrıca etrafta konuşacak, dertleşecek kişiler olduğu takdirde birliktelikler daha sağlıklı ilerleyecek; ayrılık durumlarında çevrede başkaları da olacağı için yolları tamamen ayırma gerekliliği olmayabilecek; sosyal çevre eksikliği daha az duyulacak; şehirsel etkinliklerin en azından bir kısmı, topluluk içindeki çeşitliliğe göre de değişir tabii, içeride icra edilebilecek (müzik yapan birileri, zanaatle uğraşanlar vd.); sorumlulukları paylaşan bir sürü kişi olduğu için bir yerlere gidip gelmeler daha özgürce gerçekleştirilebilecek; bilgi-beceri-deneyim eksikliğini birbirimizden öğrenerek çok daha kolayca aşabilecek; ürettiğimiz her artı ürünle paraya olan ihtiyacımız zaten iyice aşağılara düşecek…
Buradaki hayat, bu ve şu an aklıma gelmeyen diğer zorluklarıyla bile harikayken büyükçe bir topluluk hayatını hayâl etmek dahi içimi ısıtıyor. Çok güzel olacak! Ama şu anda da çok güzel!
—————————————–
Blog yazarının üç notu:
1 – Belki bilmiyorsundur, benim bir kitabım var, ismi “Yeni”ye Doğru. Okumak istersen, facebook sayfasına giderek en üstte sabitlenmiş olan iletide, onu nerelerde bulabileceğini öğrenebilirsin. Olmadı, yaz bana.
2 – Bu blogdaki ve hayattaki tüm üretimim, bütünden beslenip bütüne akmaktadır. Hiçbir hakkı saklı değildir. Her türlü üretimimi, izin almadan, kısmen ya da tamamen paylaşabilir, çoğaltabilirsin. Kaynak gösterirsen memnun olurum.
3 – Eğer yukarıdaki veya başka bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa ve bunun sonucunda bana bir karşılık iletmek istersen bana ulaşır mısın?
emreertegun@gmail.com