bana dair,  bize dair

kuzu göbeği

Yazmıyorum bir süredir. Kelimeler güçlerini ve gerekliliklerini yitirdiler sanki. Geri kazanacakları zaman gelecektir mutlaka, ve yeniden kaybedecekleri zaman da…

Her şey değişiyor, dönüşüyor; hep… Devr-i daim…

2018’e fena hâlde yüksek girdim, sonra minik bir çakılma, sonra hafif bir yükseliş ve şimdi durulma… Hiçbir şey yapmama gerek yokmuş gibi; illaki bir gereklilik varsa, o da, hiçbir şey yapmama gerekliliğiymiş gibi bir hâller…

Biri bi’şey yazıyor/söylüyor, diğeri kendi penceresinden, kendi algılarıyla, kendi yansımasına uygun düşeni okuyor/duyuyor. Ben bunları yazarken sende kim bilir neler oluyor; ben ne yazarken sen ne anlıyorsun…

Yazdığım şey nereden geliyor, orası da muallak. Yani yazan kişi ben miyim, o bile belli değil… Sahi ben ne?

Ne desem boş gibi, ama tatlı bir boşluk hâli deneyimliyorum tam şu anda ve bunu paylaşmak istiyorum. Boşluğu paylaşmak çok keyifli gibi geldi bir an; arka gündem olmadan…

Çünkü benim genelde arka gündemim vardır. Kötü değildir bu, zaten hiçbir şey kötü değildir. Ayrıca arka gündemim iyi bir şeyler için diyecem ama hiçbir şey iyi de değildir. Şeyler, olgular, diğer canlılar sadece vardırlar ve olurlar. İyiymiş, kötüymüş düşünmezler. Bi’ biz, insanoğlukızı, takılıyoruz böyle nitelemelere…

Diyeceğim o ki aslında diyeceğim bir şey yoktur. Denecek şeyler vardır ama hangileri denmeye değer, bunu bilmek sanattır. Denecek şeylerin muhtemelen tamamı, değilse %99,999’u defalarca denmiştir zaten; aynı şeyleri tekrar tekrar demek, varoluş üstüne yük yüklemek değilse nedir? Daha az desek, daha çok sussak acaba nasıl olur… Belki biraz dinleniriz.

***

Az önce dolu yağıyordu, hatta filme almaya çalıştım ama pek belirgin görünmedi kamerada. Dolu bana bir şey fısıldadı o an ve bunu sizlere fısıldamak istedim. O sırada zihnim hemen, bunu video görseliyle zenginleştirebileceğimi düşündü ama olmadı işte. Önemli değil, dolunun bana fısıldadıklarını ben de buradan fısıldayacağım alt tarafı; bu kadar tantanaya gerek olmayabilir.

Ufacık bir ulaklık yapacağım, lafı bin dereden getiriyorum. Alt tarafı diyeceğim ki, doluyu izlemek çok güzel. Onun çiçeğe durmuş ağaçlara, bostandaki otlara verebileceği zararları düşünmediğim an, bayılarak izliyorum. Görüntüsü de çok güzel, sesi de. Çocuk gözüyle bakınca mesela, dolu en güzel bir şey. Yetişkin ise eyvahlayarak bakar doluya. “Gitti bahçedeki bilmemneler!”…

Bazen o an çok kötü görünen şey bir an sonra iyi görünür; bazen de tersi. Hangi an’a inanacağız peki; ve üstelik bana iyi görünen sana kötü görünebilir; kime inanacağız peki; her şey ve herkes mütemadiyen değişirken… Ve üstelik birkaç paragraf önce iyi-kötü yok diye atıp tutarken…

Doluya karşı önlemimi alıp (ya da almayıp), yağdığında her halükarda onun keyfini çıkarabilir miyim? Dolu yağar, ben bu görsel ve duysal şölenin tadını çıkarırım ve sonra hasar tespite geçerim. Mümkün mü bu? Dolu yağdığı an, onun verebileceği zararı düşünürsem yazık olmaz mı şölene… O an yapabilecek bir şeyim yoksa, sadece izleyip onla kalabilir miyim acaba? Vakti geldiğinde yaraları sararım zaten, sarabildiğim kadar. Ve bir dahaki sefere belki daha dikkatli, daha önlemli yaklaşırım. Ha bu sefer de don vuracak belki; akıl edebildiysem ona dair de önlem almışımdır, edemediysem de canım sağ olsun.

***

heykel ve fotoğraf: memço
(arka plan: istanbul)

Bi’ de geçenlerde ormana kuzu göbeği mantarı bulmaya gidip hiç bulamadığım(ız) o gün, bir yerlerden bir takım düşünceler fısıldanmıştı yine; gelenler nadiren aklımda kalıyorlar, bu ise kaç gündür yer ettiğine göre yazmalıyım.

Kuzu göbeklerini ararken diğer her şeyi ıskaladığımı fark ettim bir an. Gözlerim göbeklere (kısaca öyle diyorlar) odaklanmıştı ve geri kalan hiçbir şeyi görmüyordum; göbek de bulamıyordum, o ayrı, yarın bir gün bulurum belki*. Fakat yine göbeğe çıkarsam algım yine sadece göbeğe açık olacak. Diğer şeyleri yine göremeyeceğim.

Göbek konusunda sözsüz bir şekilde pes ettik ve sohbete başladık, bu sefer gözüme perde indi adeta, motor becerilerle yürüyor ve kısa an’lar haricinde hemen hiçbir şey görmüyordum. Sohbetin içinde yüzüyordum. Arada muhteşem bir manzaraya takılıyordu gözüm ve bir anlığına görüyordum lakin mevzu derindi, hızla sohbete dönüyordum ve şahane manzara, arka planda çalan ve bir süre sonra unuttuğum müzik durumuna geçiyordu.

Bunların hiçbirinde iyilik ya da kötülük olduğunu söylemiyorum, olsa olsa farkındalık vardır; ki o varsa başka ne isterim. Buraya yazdım diye farkında mı oluyorum hemen? Kelimelerle kendimi(zi) kandırdığım(ız) çok sık olmuyor mu?

Hepsinin ayrı güzelliği var ama: Göbek peşinde koşmak ayrı bir heyecan; bulmak, hem damak hem vücut hem bütçe için sevindirici; bulamamak biraz hayâl kırıklığı ama o bile tatlı belki. Sohbet mühim; anlamak, aktarmak (artık ne kadar olabiliyorsa), paylaşmak güzel. Dayanışmak, destek almak/vermek güzel; çoğu zaman göbek yemekten daha güzel. E manzara da güzel.

Göbek, sohbet, manzara; hepsi güzel ve aslında ne fark eder. Olan oluyor ve yeni olanlara doğru akıyor, yeni olanları yaratıyoruz anbean; hepsi bu. Çok da büyütecek bir şey yok.

Ama göbek biraz fazla güzel. Her şeyi ıskalamaya değebilir…

*** ***





* Bu satırların büyük kısmını 24 Mart’ta yazdım, paylaşmak bir hafta sonrayı buldu. Ve bu satırlardan birkaç gün sonra göbeklere de kavuştuk. Şükür… Immm…

2 Yorum

  • Plus Trade

    Ah Emre' cim o kadar güzel anlatmışsın ki "an be an" ları… içimde koca bir kalabalık var benim de. Bir an 5 yaşındayım, duygularım çok yoğun, bir an 90 yaşındayım duygularım ağır hangi birini anlatsam diğeri eksik kalıyor, anlamsız ya da tutarsız görünüyor. Oysa hepsini birden ve yüksek bir bilinç halinde algılayacak akla sahip olmadığımızı idrak etsek, 8 tanecik sesli harf içeren zavallı bir alfabenin yüksek teknolojisinden bu kadar medet ummaz ve bu kadar da yorulmazdık muhtemelen. Sevgiyle ve senin çok sevdiğim deyiminle sarılıyorum 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir