bize dair

Bir tüketim nesnesi olarak atölyeler, vörkşaplar…

Bu konuda yazmaya kalkışmam ironik görünebilir. Zira özellikle şu sıralar, bir ya da birkaç günlük etkinlik, atölye vs. çağrıları yapıp duruyorum. Bu yazıda tüketim nesnesi hâline gelmiş atölyeleri, buluşmaları sorgulayacak olduğuma göre kendi ayağıma ateş ediyor olabilir miyim? Belki. Bu beni durduracak mı? Hayır. ((:

“Tüketmekten ne anlıyorum?” diye sordum kendime şimdi ve aklıma ilk gelen cümle, bir şeyi içselleştirmeden, sindirmeden, ondan beslenemeden kullanmak oldu. Yani her türlü kullan-at-unut ilişkilenmemizi, tüketme kapsamına alıyorum galiba. Tükettiğimiz şey gıda da olsa, ilişki de, atölye de; temel mantıkta bir fark yok diye düşünüyorum.

Ve müthiş bir yabancılaşma içinde yaşayan günümüz insanı hemen her şeyi tüketir oldu. Zamanımızı, paramızı ve diğer her şeyi tüketiyor, aslında çoğunlukla sadece oyalanıyor, harcıyoruz. Arada olan; her birimize, diğer canlı ve cansız varlıklara ve biricik Gaia’mıza oluyor tabii. Ama bütün bunları zaten biliyoruz değil mi?

O yüzden bu kısmı kısa kesiyor ve konuya, etkinlikler özelinde mercek tutmak istiyorum. O kadar çok ilgi çekici davet ortada geziniyor ki birçoklarımız hangi birini seçeceğini, hangi birine ve nasıl bütçe ayıracağını şaşırıyor. Bu buluşmalar, birçokları için hayatın öylesine vazgeçilmez bir unsuru hâline geldi ki örneğin işinden ayrılmayı değerlendiren bir sürü kişinin “İyi de o zaman nasıl bu eğitimlere, atölyelere katılacağım?” sorusunu kendisine sorduğunu işittim.

Tabii ki çok geniş bir skaladan bahsediyorum bu arada (yoga, kişisel gelişim-değişim-dönüşüm, ekolojik hayat, ekolojik beslenme, permakültür, seramik, ses, dans, ruhanî, diğer…) ve benim haberdar olduğum çalışmalar, yapılanın yüzde biri bile değildir belki. Ve bu yüzde birde bile o kadar kıymetli çağrılar oluyor ki bütün bunları görenlerin katılmak için yanıp tutuşmaları anlaşılmayacak bir durum değil elbette.

Bunla birlikte, sorgulasak iyi olur diye düşündüğüm birkaç şey var; kişiler ya da çalışmalar özelinde değil ama genel olarak bunları paylaşmak istiyorum:

1 – Atölyeden atölyeye, inzivadan inzivaya koşmak: Yukarıda paylaşmış olduğum sindirememe durumuna neden olan bir hareket bence. Eğer ki bu buluşmaların bana gerçekten hizmet etmesini istiyorsam, bir süre için o birkaç günde yapmış olduğum şeylerle, ortaya çıkan hislerle, hikâyelerle kalmalı ve bütün bunları içselleştirmeliyim. Ama hop orada hop burada boy gösterip üst üste bir sürü çalışmaya katılım sağladığımda bunu yapmam pek mümkün olamayabilir. Bu “bir süre için”i belirlemek için bir formül yok elbette; bunu ancak kendimle bağ kurabildiğim takdirde ben bilebilirim.

İngilizcesi fear of missing out olan güzel bir deyim var: Kaçırma korkusu. Bu, uykum geldiği hâlde ortamda dönen muhabbetten mahrum kalmamak için yatağa gitmeye direnç olarak da tezahür edebilir, çağrıların cezbediciliğine karşı koyamayarak her atölyeden faydalanma istek ve coşkusu olarak da.

Peki herhangi bir çağrıya cevap vermeden önce şu soruları sormak nasıl olur:

– Bu çağrı bana gerçekten hitap ediyor mu? Yoksa yeni bir tüketim nesnesinin peşinden koşuyor olabilir miyim?
– Bunun için doğru zaman şimdi mi? Yoksa bir sonraki çağrıya kadar beklemek bana hizmet edebilir mi?
– Bu çağrıya gidecek olanın ben olması şart mı? Yoksa, çoğunlukla sınırlı kontenjanlar olduğunu da göz önünde bulundurarak, başvuruyu yapmak yerine alanı başka bir can’a bırakmak nasıl bir fikir?
– Bana hitap eden, etkinliğin kendisi mi yoksa oradaki sosyal ortam veya başka bir şey mi? Sosyal ortam için bir şeylere katılmakta bir sakınca görüyor değilim ama bunun farkında olmak iyi bir şey bence. En azından kendimizi kandırmamış oluruz. :))

2 – Kişileri atölyeden atölyeye, buluşmadan buluşmaya davet etmek: Bugünlerde sıklaşan çağrılarımı da göz önünde bulundurarak yazıyorum. Bu aralar benim için sıcak bir sorgulama konusu ve aşağıdaki gibi sorular soruyorum kendime, cevap bulmaya çalışmadan; ben sormaya devam ettikçe cevapların zaten zuhur edeceğini bilerek… Belki başkalarına da dokunur.

İnsanları bir şeye davet ederken kendimde neyi beslemek istiyorum? Hizmet etme, paylaşma hissi ile mi çağırıyorum; benliğime, egoma yatırım yapıp sevilme, beğenilme, önde olma arzularımı mı tatmin ediyorum? Bu çağrılar kalbimden mi geliyor, yoksa etkinlik enflasyonu yaşanan şu dönemde kendi yerimi sağlama almaya ve güçlendirmeye mi çalışıyorum? Şu aralar hızlanmaya alışan zihnimi oyalayacak bir şeylerin mi peşindeyim, yoksa bu zamanlardaki oluş hâlim ve yaşam enerjim mi kendiliğinden ve en doğalından, daha çok “yapma”ya götürüyor beni? Ne olduğunu ve miktarını katılımcıların kendi belirledikleri karşılık armağanlarını alma hevesim bunun neresinde? Etkinlik açıklamasında vaat ettiğim şeyleri karşılayabilecek miyim, yoksa heyecanlanıp biraz uçuyor olabilir miyim? Kendimi fazla büyütüyor olabilir miyim?

çizim: Ece Pürtaş

3 – Yüksek fiyatlar: Çok zorlu bir alana girdiğimin bilincinde olduğumu paylaşarak başlayayım. Konu son derece öznel ve birçoğu somut, elle tutulur şeyler önermeyen fakat katılanlara çok ciddi katkılarda bulunma potansiyeli olan çalışmalara değer biçilmesi gerçekten hiç kolay değil.

Yüksek fiyat nedir? Hangi çalışma için hangi fiyat yüksektir? Atölyeyi veren kişi, birikimini nasıl koşullarda edinmiş ve şimdi birilerine alan açıyordur? Bu birikimi edinmek için ne gibi maddi-manevi ödemeler yapması gerekmiştir? Yaptığı çalışmadan bağımsız, bu kişinin gerçek ihtiyaçları nedir? Para ile karşılanabiliyor mudur?

Her birinin cevabı herkese göre değişken olacağı için bu konuda devam etmekte zorlanıyorum; bir yandan da içimdeki çocuk “İyi de şu-şu atölyelerin şu fiyatlara olmasında biraz aşırılık yok mu yani?” diye yırtınıyor. Mesela geleneksel ve basit bir bilginin üç saatlik bir paylaşımının karşılığında 150 – 200 TL istenmesinin aşırılığı da mı öznel yaklaşımım, yoksa baĞzı şeyler gerçekten de biraz abarmış durumda mı?

Yüksek fiyatlara takılmamın temel nedeni, kişilerin bundan edindikleri parayı hak edip etmedikleri değil. Daha ziyade, bu “iş”lerin gittikçe sektörleşmesi, sistemin bir parçası hâline gelmesi. Yukarıda yazdığım üzere, yapılan çalışmaların birçoğunu çok beğeniyor, çok faydalı buluyorum. Ve galiba bütün bunların, herhangi bir para kazanma aracına dönmesi ya da mevcut hayatlarından memnun olmayan kişilerin birkaç günlüğüne deşarj olarak hayatlarını aynı şekilde sürdürebilmelerini desteklemesi gibi sonuçları tercih etmediğimden bunca önemsiyorum bu konuyu.

Ama her zaman yazdığım ve söylediğim üzere, bu güzel “iş”leri yapan kişilerin bunları yapabilmeye, bilgi, deneyim ve becerilerini aktarabilmeye devam etmeleri için beslenmeleri ve dengeli karşılıklar almaları çok önemli. Bütün bunlar, bu şeylerden para edinmeye karşı olduğum gibi bir izlenim oluşturduysa, bu izlenimi yavaşça yere bırakın lütfen.

4 – Çareyi hep dışarıda aramak: Birçok insanda düşünme ve hareket tembelliği ve kolaya kaçmayı isteme görüyorum. Yok, hiçbir şeye illaki zor yollardan, acı çekerek, sürünerek ulaşılacağını düşünüyor değilim. Kendi adıma, geldiğim noktada hayatımdan epey memnun bir insanım ve hiç de büyük acılardan, dev fedâkarlıklardan geçmiş gibi hissetmiyorum. Ancak hayatımı, içimden gelen farklı bir doğrultuya yöneltmeye başladığımda kendimi rüzgâra bıraktım, gerek maddesel ve bildiğimiz anlamda gerekse manasal düzeyde bir yolculuğa çıktım ve halen onun içindeyim. Bu yolculuktaki öznel keşiflerimi seve seve ve heyecanla zaten paylaşıyorum, o da ayrı fakat hiç tanımadığım bir insanın tek bir cümleden oluşan e-postasında “Yazınızı okudum ve çok beğendim; sizce Ege’de hangi köyler bizim için uygun olabilir?” diye sormasını anlamakta güçlük çekiyorum. Fikir sormakta, almakta hiçbir sorun yok ama hiç değilse bu iletiye biraz emek vermek ve kendi koşullarından, hayallerinden vs. bahsetmek daha makul olmaz mı? Benzer şekilde, aynı yazıda, kırsalda para edindiğim beş örnekten bahsetmişim ama gelen başka bir e-posta “Oralarda başka ne şekilde para kazanabilirim?” diye soruyor. Soru tam olarak yanlış değil ama adresin yanlış olduğu kesin.

Biraz uzattım ama meramımı anlatmak için faydalı olduğunu umuyorum. Atölyelerde de benzer bir durum gözlemliyorum, ki bu, atölyeden atölyeye koşma maddesiyle de bağlantılı. İnsanlar kişisel yolculuklarında ilerlemek istiyorlar, çok da iyi ediyorlar ve fakat bazı dostlar her şeyi hazır ve dışarıdan istiyorlar. Birileri ona ne yapması gerektiğini, nasıl düşüneceğini, neleri değiştireceğini, nasıl meditasyon yapacağını ve diğer her şeyi öğretsin; her şey değişiversin, hep beraber aydınlanıverelim.

Bir yandan hepimizin bir olduğuna, ayrılmaz bir bütünün parçası olduğumuza inanıyorum, diğer yandan ise bu bütün içinde her birimizin biricikliği söz konusu. Herkesin huyu, suyu, anlama kapasitesi, anlama süreci, hangi yolları seçeceği, sindirme, hazmetme süreci ve diğer her şeyi farklı. Ama birçoğumuz kişisel yolculuğunu ve gelişimini paket programlara indirgemiş durumda ve bu da olsa olsa, programlı ve aynılaşmış kişisel yolculuklara; her yerde karşımıza çıkan ve içi pek de dolu olmayan ezber cümlelere yöneltiyor bizleri. Velhasıl, gidelim tabii, gitmeyelim demiyorum ama kendi özgün yolumuzu bulmamıza yardım edecekse, bu niyetle gideceksek gidelim. Aksi takdirde, özellikle inzivalarda rüya gibi birkaç gün geçirip gündelik hayatımıza döndükten sonra, için için değiştirmeyi çok istediğimiz kabuğumuza daha çok sığınır ve kaldığımız yerden devam etmeye çalışırsak, daha bile fazla zorlanmamız mümkün. Zira önceden en azından uykudaydık; şimdi ise başka bir dünyayı, başka bir iletişim hâlini bir ya da birkaç günlüğüne deneyimlemiş olarak eskiye dönmek ve orada sıkışıp kalmak hiç de kolay değil.

*** *** ***

Tüm bunlar ve özellikle ikinci maddede kendime de sorduğum sorular bir yana, bu buluşmalar, atölyeler gayet güzel bir aradalıklar ve -en azından benim katıldıklarım- başka bir dünyanın mümkün olduğunu hepimize gösteren ilham verici örnekler. Ayrıca Eisenstein’ın kitabında yer verdiği üzere bu tip buluşmalar, inzivalar, yalnız olmadığımızı, deli olmadığımızı hatırlatıyor bize; ki sırf bu bile çok kıymetli.

Yalnızca istiyorum ki olay tüketmeye dönmesin, istiyorum ki bu konular da iyice piyasalaşıp sistemin değirmenine su taşıyan piyonlar olmasın.

*** *** ***

Okuyana not:

Bi’şey dicem. Bu yazıları okuyor, beğeniyor, güzel güzel yorumlar yapıyor olmanız benim için harika armağanlar ve geri dönüşler. Bunla birlikte kendimi berekete ve karşılık armağanlarına daha da çok açasım var artık. 

Eğer ki bu yazım veya daha öncekiler, belki kitabım veya yaptıklarım sana iyi geliyor ve bunlara dair minnet hissi besliyorsan ve manayı maddeye çevirmek istersen ben buradayım. Her türlü karşılık armağanını (para ve diğer) keyifle ve sevinçle kabul ediyorum.

Anlamlı şeyler yaptığımı düşünüyor ve bunların hiçbirini belirlediğim bedeller karşılığında satmıyor, öylece sunuyorum. Yüreğine dokunduğum kişilerden ise bu anlamlı şeyler karşılığında bir şeyler almayı çok istiyorum. Zira aldıkça daha çok verme isteği duyuyor, verdikçe daha çok alıyorum ve bu muhteşem alışveriş hâlinin daha da büyümesine niyet ediyorum. Haberin olsun. 💗

2 Yorum

  • Unknown

    Zevkle okudum. Sonuna kadar.. mana ve madde arasindaku dengeyi yillardir "para sevgidir" basliginda anlatmaya calistim.

    Yazida en sevdigim sorular bolumu; sormak ilerlemektir.

    Biz, 3.GÖZ adinda bir dergi cikartiyoruz. Tanimani ve eninle tanismayi usterim. Sevgiler http://www.3gozdergisi.com 'dan bakabilirsin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir