bize dair

Ben ne yapabilirim?

The More Beautiful World Our Hearts Know is Possible, Türkçesiyle, Kalplerimizin Mümkün Olduğunu Bildiği Daha Güzel Dünya‘yı okuyorum; ki üniversite yıllarından sonra İngilizce olarak okuduğum ilk kitap. Bu blogda Kutsal Ekonomi adlı muhteşem kitabını sıkça andığım Charles Eisenstein’ın mevcut dört kitabından biri. Şu an için Türkçesine ulaşamazsınız ama çok uzak olmayan bir gelecekte, çok şükür ki mümkün gibi görünüyor. Bu da konuya dair kamuoyuna ilk bilgi sızdırma olsun. Kıpss! (2019 güncellemesi: Kitabın Türkçesi topluluk desteğiyle basıldı, dağıtıldı. Türkçe kitabın facebook sayfası için buraya, çevrimiçi okumak için ise şuraya buyrun.)

İngilizce kelime haznem, Charles’ın her yazdığını anlamama yetmiyor ve sürekli sözlüğe bakmak akışı bozduğu için çoğu zaman kullanmıyorum ama anladığım kadarı bile ilhamla dolup taşmama yetiyor. Zaten kitap hem aklıma hem ruhuma hitap ediyor ve içeriği kaçırdığım kısımlarda bile özü bir şekilde anlıyorum.

Eisenstein, burada birkaç cümleyle ya da paragrafla özet geçmeye cüret edemeyeceğim çok ama çok kıymetli bakış açısını, düşüncelerini, duygularını paylaşırken dünyaya ve sisteme dair muazzam tespitlerde bulunuyor. Ruhun maddeden, kalbin zihinden, soyutun somuttan kopuşunu çok başarılı ve isabetli bir şekilde göz önüne seriyor ve yazılmakta olan, aslında bir şekilde hep birlikte yazdığımız yeniden birleşme öyküsünü ustalıkla anlatıyor, daha doğrusu hatırlatıyor hepimize.

Bu adamı, yazılarını, kitaplarını bu kadar seviyor olma nedenlerimden biri de mutlaka ki onaylanma ihtiyacım. Yine Charles’ın da kitapta yer verdiği üzere, istisnalar varsa kaideyi bozmasınlar, hepimizin görülme, duyulma, anlaşılma ve bir ölçüde onaylanma ihtiyacı var; ve bu adam bu kitapları sanki bana yazmış gibi okuyorum. Hayata bakışıma o kadar paralel bir yerden düşünüyor, yazıyor ki “ohh” diyorum, “yalnız değilim; deli falan da değilim”. Üstelik benim akıl edebileceğimden ve bilebildiğimden daha zekâ ve bilgi dolu bir yerlerden sesleniyor ve hayata bakışımın manevi kısmı güçlenirken içeriği de genişliyor, bakış açım zenginleşiyor… Yazdıkları kalbime de zihnime de o kadar güzel dokunuyor ki okurken heyecanlanıp coşkulanıp acayip sesler çıkarıyorum (beni tanıyanlar için, kahvaltı esnasında çıkardığım seslere benziyor diyeyim, o kadar yani!).

Tüm bu kocaman girişi yazma gibi bir niyetim yoktu ama bir anda dökülüverdi bunlar. Hem bu kocaman giriş, belki birkaç kişiyi Charles‘ın kitaplarıyla, yazılarıyla, videolarıyla tanıştırır; inşallah amin.

*** *** ***

Esas yazacağım şey ise, yine kitaptan da bilgi, güç ve esin alarak söylüyorum, bireysel bazda yapabileceğimizi yapma, harekete geçme hikâyesine dair.

Küresel boyutta yaşadığımız kriz çok büyük ve gidişat çok parlak değil (en azından bulunduğumuz yerden görünen bu). Aslında hepsi de iç içe olan ve birbirini tetikleyen, iklim değişikliği ve diğer çevresel sorunların oluşturduğu ekoloji krizi, para, istihdam ve üretim-tüketim sistemlerimizin yarattığı ve hiçbir yere gidecek gibi görünmeyen ekonomik kriz, bireysel ve toplumsal yaşamlarımızda var olan psikolojik, sosyolojik, toplumsal krizler tüm çıkışları tutmuş durumda ve ne yapacağımızı bilemiyoruz.

Çare bulmaya çalışanların büyük çoğunluğu ise alışıldık kalıplarla düşünüyor ve sorunlara illaki bütünsel çözümler bulmaya çalışıyor ve elbette ki başaramıyorlar. Bunun iki ana nedeni var gibi: Birincisi -bu sefer de Albert Einstein‘a selam olsun- sorunları, onları yaratan bilinç seviyesi ile çözmeye çalıştığımız için; ikincisi ise bunlar çok büyük ve aslında tamamen birbirine bağlı, birbirini besleyen, yeniden ve yeniden üreten sorunlar oldukları için; çözmeye yeltendiğimizde, koskocaman sorun yumağının dokunabildiğimiz kısmı çok ufak kalıyor. Tüm zihniyetimizi, paradigmalarımızı kökten değiştirmeden büyük bir şeyleri harekete geçirmeye çalıştığımız takdirde çuvallamaya mahkûmuz gibi görünüyor.

Soru basit: Peki ne yapacağız? Cevap daha da basit: B-i-l-m-i-y-o-r-u-z!

Ve işte tam da umutsuz ve çıkmaz görünebilen bu durumdan, bakmasını bilene, her türlü hareket ve eylem olanağı fışkırıyor. Zira durum tam anlamıyla arapsaçına dönmüş durumda ve buna; kapsayıcı, herkese ve her şeye uygun çözümler aramak, biz bireyler, kurumlar -ve hatta devletler- için bile imkânsız görünüyor ve tam da bundan dolayı, bize düşen, elimizden geleni yapmaktan, bizi çağıran şeyler her ne ise onlarla başlamaktan başka bir şey değil. Bu da eylem demek, harekete geçmek demek! Hemen bugün, şimdi…

Bazen arkadaşlarımla konuşurken, bazen tanımadığım insanlarla yazışırken, bazen de bir grup önünde hikâyemi anlatırken sıkça karşılaştığım bir soru/eleştiri var. Herkes konuyu başka yerinden tutsa ve başka cümlelerle ifade etse de aşağı yukarı şöyle bir şeyler: İyi, tamam, yaptığın / yazdığın / önerdiğin çok güzel de bunun bütüne faydası ne olacak; hem sen yapabiliyorsun da Xyz de yapabilecek mi; gençler hiç bunlarla ilgili değiller maalesef gibi yorumlar, sorular… İlk duyuşta makul görünen, -hiç merak etmeyin- benim de kendime sıkça yönelttiğim bu bakış açısında pek de doğru olmayan şeyler var diye düşünüyorum:

Birincisi, kimin hangi eylemi, düşüncesi bütünü, bütünüyle etkileyebiliyor ki? Yani her şeyden önce, bu mümkün mü? Ne olduğunu arayıp durduğumuz o “her şeyi düzeltecek” çözüm(ler) gerçekten var mı? İkincisi, eğer ki yaptığım şey yalnızca bende çalışıyor, sadece beni “kurtarıyorsa”; yani bütünden geçtim, benden gayrı tek bir kişiye dokunmuyorsa bile, -doğaya ve bütüne zararlı olmamak kaydıyla- en azından bende çalışıyor olması, kendi çözümümü bulmuş olmam, yine de iyi bir şey değil mi? Bir yerde yangın varsa ve içinde on insan ölmek üzereyse ve sadece iki kişiyi kurtarma imkânınız varsa bu ikisini kurtarmayı mı seçersiniz, yoksa hepsini kurtaramayacağımıza göre bir anlamı yok diye mi düşünürsünüz? Üçüncüsü ise, her birimiz biricikken ve herkesin sorunları nasıl gördüğü ve bunlara verdiği cevaplar birbirinin aynı olamayacakken, üstelik yeniden altını çiziyorum ki konu her yere dallanıp budaklanmışken birilerinin çıkıp “Tamam, şunu şunu yapıyoruz ve kurtuluşa bu yoldan gidiyoruz” şeklinde diğerlerine birtakım çözüm yollarını dayatması, mümkün olmaması bir yana, doğru mu?*

Ben, bana düşeni yapmakla mükellefim; ötesi için, yani bütünün şifalanmasına dair niyetlerim, umutlarım canlı olabilir, bunun gerçekleşmesi için elimden geleni yapabilirim ve bence yapmalıyım da. Ancak yaptığım şeyi, sadece ve sadece bütüne dokunması şartı altında yapacak, aksi takdirde tatminsizliğe düşeceksem, kilitlenmemem ve pasifize olmamam pek mümkün görünmüyor.

Kanatları takarken belki bir miktar kanama olabilir
ve/fakat sonrasında uçuşa geçeceksek değmez mi?
Görsel: Bengi Gizem Turna

Ben, bana düşeni yapmakla mükellefim; bir allahın kulu yapmasa da ben pazara giderken kullanılmış poşetlerimi, bez çantalarımı, hatta peynir vs. için kaplarımı yanımda götürmeye devam edeceğim; büyük çoğunluk bireysel araçlarını yerli-yersiz kullanmaya, fabrikalar hiçbir gerçek fayda yaratmayan ürünleri üretmeye tam gaz devam etse ve kolektif olarak enerji tüketimi canavarlığını, yani sürdürülemezi sürdürmeye çalışıyor olsak da ben kullanmadığım zamanlarda bilgisayarımın fişini çekmeye devam edeceğim; milyarlarca insan birbiriyle hiç de hayırlı olmayan şekillerde iletişim kuruyor olsa da ben, elimden ve kalbimden geldiğince çevremdekilerle şefkat ve sevgi dolu bir iletişim içinde kalmaya gayret edecek; yılda 50, 100 ya da ne kadar oluyorsa o kadar insanı çemberle buluşturmaya devam edeceğim.

Nicel olarak hesap yapınca, eylemlerimin ne kadarcık şeye etki ettiğine bakmadan, yapabildiğimi küçümsemeden, boşvermeden…

Ben, bana düşeni yapmakla mükellefim. Atmış olduğum adımlarımın beni bireysel bazda tatmin ederek (uyuşturarak) daha kolektif adımlar atmamı engellememesine dikkat etmekte büyük fayda var; bunun dışında ise yapmam gereken öncelikli şey kendimi dönüştürmek, değişimin kendisi olmak. Görmek istediğim değişim olabildiğim, hayata dair özlediğim şeyleri önce kendi yaşamıma geçirebildiğim takdirde, en azından kendi adıma içim rahat olur, bu karmaşanın içinde bile huzurlu yaşamayı becerebilirim. Bu şekilde yaşamayı becerebildiğim takdirde, çevremdekilere ve hatta internet sağ olsun, uzaklardakilere bir nevi örnek olabilirim. Aldığım teşekkür ve takdirlerin büyük kısmı, insanların kendi ifadeleriyle; keyifli bir yaşamın, başka bir dünyanın mümkün olduğunu onlara gösteriyor olmamdan kaynaklanıyor-muş.

Ayrıca bir de morfogenetik alanlar teorisi var. Doğruluğundan yüzde yüz emin olmadığım ama bana iyi gelen, içimi açan bu teoriye göre, bir grup insan belirli bir konuda belirli bir şekilde davranmaya başladığında, belirli bir sayıdan sonra (bu sayıya kritik kütle deniyor) bu, kolektifi de etkileyecek ve bu davranışlara birebir şahit olmasalar bile, enerjisel bir şekilde o şekilde davranmaları mümkün olacaktır. Birçoğunuzun duyduğunu sandığım yüz maymun fenomeni, bunun bir örneğidir.

Morfogenetik alanlar teorisinin çalıştığını kesin olarak bilemesem de, hatta yanlış olduğunu bir şekilde kesin olarak bilsem bile, yine yukarıda yazdığım şekilde hareket etmenizi önerirdim. En azından ilk iki maddenin varlığı ve gerçekliği ortada. Yani kendimize ve bir şekilde dokunduğumuz kişilere fayda sağlama kısmı. Ehh, doğru bildiğini yapmak, doğru bildiğin olmak için bunlar yeter de artar bile; bence…

Velhasıl, herkes öncelikle kendine düşeni yapmakla, kapısının önünü süpürmekle mükellef ve kime neyin düştüğünü bilmek, kimin hangi süpürgeyi kullanacağını dışarıdan empoze etmek  ne mümkün ne de doğru. Kimi cam şişelerin geri dönüşümüne kafayı takacak ve bu konuda bir şeyler yapacak; kimi yoksul çocukların daha mutlu olması için onlarla çalışmalar yapacak, belki bir mahalle ya da köy tiyatrosu kuracak mesela; kimi azınlık haklarına kafayı taktığı için bu konuda araştıracak, yazacak, konuşacak, anlatacak; kimi kendini meditasyona ve öz farkındalığa adayacak; kimi de öğrenmiş olduğu şifa tekniklerini uygulayacak ve dokunabildiği kadar insanın şifalanmasına destek olacak. Kimisi bunların birkaçını aynı anda yaparken kimisi bambaşka güzellikler yaratmakla meşgul olacak.** 

Bunların hiçbiri diğerinden önemli değil, hiçbiri diğerinden öncelikli de değil. Bana kalırsa ne yapacağımıza, hangi alanlarda çalışacağımıza bakarken dikkat etmemizin hayırlı olacağı iki önemli nokta var: Birincisi, yaptığımız şey(ler)i, birtakım idealist sebeplerle, içimizin oraya akmamasına rağmen ve kendimizle mücadele hâlinde değil, gerçekten de buna çağrıldığımız, içimizden dolup taştığı için yapmaya, yani oluş hâlimizin eyleme dönmesine*** dikkat etmeliyiz; ki bu şekilde yaşamak ve eylemek, aynı zamanda sürdürülebilirliğin, tükenmemenin de anahtarı. İkincisi ise, eylemlerimizin söylemlerimizle uyumlu olması. Camın geri dönüşümüne kafayı taktıysak, önce bizim en ufak bir cam parçasını dönüşüm kumbarasına götürmemiz; azınlıklarla çalışıyorsak, önce kendimizin günlük hayatta kimseyi ötekileştirmediğinden emin olmamız, büyük sorunlarla çalışırken bireysel hayatımızdaki durumları görmezden gelmememiz; karbon salımına kafayı taktıysak, önce kendimiz uçağa binmeyi, özel koşullar haricinde kabul etmemeliyiz. “Önce büyük sorunları çözelim de …”, “Önce devrim yapalım da …” gibi yaklaşımların modasının çoktan geçtiğini düşünüyor, değişimin bizde başladığını kuvvetli bir şekilde hissediyorum. Zaten bu şekilde davranmadığımız, bu şekilde yaşamadığımız, görmek istediğimiz değişim olmadığımız zaman bir sahtelik oluyor, her şeyden ve herkesten önce kendimize karşı bir sahtelik bu; bir “olmama” hâli, bir şeylerin oturmaması durumu…

Ve nihayetinde elimizden geleni yapacak, bu hayatın hakkını vermeye çalışacak, tadını çıkaracak ve her şeyin çok daha keyifli, şenlikli, bütün için hayırlı olmasını umacağız. Ve olacak da…

*** *** ***

Dipnotlar

* Bireylerden başlayıp bütüne yayılacağını umduğum (d)evrim sürecine dair, bir yıl kadar önce şöyle bir yazı yazmıştım: icimdensohbetler.blogspot.com/2016/12/once-tek-tek-sonra-cok-cok.html

** Bu arada kimisi ise eski kalıplarla yaşamaya, bakış açısını değiştirmeyip “Böyle gelmiş, böyle gider”, “Biz mi kurtarıcaz dünyayı”, “Aman boşver” vs. demeye devam edecek. Onlara da şefkat!!

*** Olmak – yapmak ikiliğine dair ise, bir ay kadar önce yazmıştım: icimdensohbetler.blogspot.com/2017/12/diger-yol.html

*** *** ***

Okuyana not:

Okuduklarınız sizde bir yerlere dokunuyorsa, buradaki heyecanı ve emeği onurlandırmak ve yazana maddi bir karşılık armağanı vermek (para veya diğer) ya da okuduklarınıza dair geri bildirimlerinizi, fikirlerinizi, kendi tecrübenizi, olumlu ve olumsuz eleştirilerinizi paylaşmak isterseniz,

emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.


Maddi ve manevi her türlü bağa ve armağana aç ve açığım. :))

2 Yorum

  • Adsız

    Merhaba dipnottaki link bozuk olabilir mi? Sırf kendimizi biçimlendirmek en basit alışkanlıktan sıyrılıp öğrenmişliklerden arınmak ve hayatın bizi adeta sınadığı.daha yüksek perdelerde aynı direnci ya da teslimiyeti gösterebilmek dahi bir ömür gibi..önce bir.devrim yapalımdanın da diğer tüm eski idelolojilernde modası geçti gibi gerçekten

  • emre

    selam. dipnottaki bağlantıyı yanlış girmişim, şimdi düzelttim. uyardığın için teşekkürler.

    diğer katkılar için de… :))

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir