Mut
Ben çok mutluyum. Gerçekten. Hatta biraz fazla; geçenlerde ziyaretimize gelen Baran’ı motorla eve getirirken ona ifade ettiğim üzere, belki de sinir bozucu düzeyde… Ara ara canım sıkıldığı, epey düştüğüm zamanlar olmuyor değil ama genel anlamıyla gayet mutluyum. Ve evet; tüm olan bitene, ölümlere, zulümlere, tahakküme rağmen. Aslında “rağmen” mi, ondan da emin değilim; zıtlıklar dünyasında tam da diğer uçtaki sevimsizliği fark ettiğim ve elimdennefesimdenzihnimdenkalbimden geldiğince bunların tam tersini icra etmeye çalıştığım için mutluyum belki de. Ütopik ve her şeyin “muhteşem” olduğu bir dünyada çok sıkılırdık sanırım…
mutlu zeytin – 1 (fotoğraf: emre ertegün) |
mutlu zeytin – 2 (fotoğraf: emre ertegün) |
Zaten bir ara öyle bir cümle belirivermişti zihnimde: “Bir sabah uyanmışız ve bütün sorunlar çözülmüş!” Olacak iş değil ama olmuş işte. Ütopya’nın içine düşüvermişiz. Savaşlar sona ermiş, açlık bitmiş, tahakkümün her türlüsü tarih olmuş, gerekli özürler dilenmiş, yüzleşmeler yaşanmış, yaslar tutulmuş. Nasıl olmuş bilmiyoruz ama oluvermiş.
Al başına belayı! Tüm o barış yanlıları, aktivistler, sivil toplumcular, azınlıktaki ve ezilen siyasetçiler, sürgündekiler, çevre korumacılar, ekolojistler, kadın / LGBTTQ / çocuk hakları savunucuları ne yapacak şimdi? Neye vakfedecekler kendilerini? Neyi düzeltmeye çalışacaklar? Başka bir dünya zuhur ettiği takdirde, biz “başka bir dünya mümkün”cüler ne halt edeceğiz?
Bernard Suits’e göre* böyle bir dünyada yapılabilecek tek şey oyun oynamak olacak. Zira ütopyada her şey kusursuz, her şey muhteşem. Çözülecek sorun kalmayınca ortada ne politika kalacak ne sanat ne de bilim. Kusursuzluğun pençesine yakalanmış bir insanlık için hayatı yaşanır kılacak şey oyun oynamaktan başka bir şey olmayacak.
Zihin çok acayip bir şey. İçinde bir anda şimşekler çakıyor ve parçalar bağlanıveriyor birbirine. Az önce bu oldu. Tam bir üst paragrafta oyundan bahsederken “hah,” dedim, “bu işte!”. Yazının başına bağlanıyoruz; neden mutluyum biliyor musunuz? Oynuyorum çünkü! İki, yok yok üç anlamda da oynuyorum. 1 – Gerçekten de ciddi ciddi** oynuyorum, yani kelimenin düz anlamıyla oyun oynuyorum. Bulduğum her fırsatta ve her türlü oyunu… 2 – Gündelik hayatta oynuyorum. Her an’da fark edilecek, dikkat kesilecek, çoğu zaman gülümsenecek ve hatta gülünecek şeyler var. Bunları fark ediyorum, yani gündelik hayatla oynuyorum. Yemek yaparken, sohbet ederken, acayip tesadüfler her yanımı sararken, odun keserken… 3 – Hayattaki gerçek rolümü oynuyorum. Vermek üzere dünyaya gelmiş olduğum armağanları arama, bulma ve aynı zamanda paylaşma sürecinin tadını fena halde çıkarıyorum. Başka rollere sapmamaya çalışıyorum. Bence olmam gerekene doğru gidiyorum, adım adım.
Dünya bokun içinde debeleniyor ve nereden baksan daha kötüye gidiyor gibi görünse ve bu, büyük çaplı gerçeği yansıtsa da bu gidişat içinde ters akıntılar yakalayıp mutlu olmayı başarmak kesinlikle olası. Bu durum yayıldığı takdirde akıntının yönünü hep birlikte diğer yöne çevirmek de öyle. Bu dünyada ütopyayı yaşamak mümkün! Ama işte, kafamızı kuma gömmemek, etrafımızdaki güzel şeyleri görebilmek, mutlu olmak*** için çaba sarf etmek şartıyla…
Sahi nasılsın? Mutlu musun? Değilsen bir şeyleri değiştirsene artık!
* Ayrıntı Yayınları’nın yayımladığı Çekirge – Oyun, Yaşam ve Ütopya kitabını o kadar tavsiye ederim ki anlatamam! Üç kere okudum sanırım, daha da okurum.
** Oyun oynamanın ne kadar ciddi bir iş olduğunu belirtmek -ama şimdilik detaya girmemek- isterim.
*** Mutlu olmaya dair atıp tuttuğum bu yazı, mutlu olmaya bir güzelleme değil ama bunun gayet mümkün olduğuna dair bir hatırlatma. Burcu’nun bu konuda bir zamanlar söylediği bir şey hep aklımda kalmıştır ve iyi gelir bana; mealen: “Genel anlamda mutluyum ama bu, her şeyden memnun olduğum anlamına gelmiyor. Fakat memnuniyetsizliklerimin mutluluğumu bozmasına izin vermiyorum.” Bu arada mutsuz olma hakkına dair pek güzel bir kitap için Wilhelm Schmid abimize bağlanabiliriz.
—————————————–
Blog yazarının notu:
2012 Temmuz’undan bu yana, bilerek ve isteyerek çalışmıyorum. Yani klasik anlamda “çalışmak”tan bahsediyorum tabii. Zira hiç olmadığım kadar üretim halindeyim. Bu üretim sürecinde ortaya çıkan şeylerin çoğu bugünün piyasasında “para eden” şeyler değil ama bu, onların kıymetini azaltmıyor, içim ferah. Kendim ve diğerleri için daha güzel bir yaşam düşü, bu konuya kafa ve kalp yorma, yazıp çizme, bi’takım uygulamalar yapma ve buna kendini adama ne zaman para etmiş ki…
Diyeceğim o ki eğer yukarıdaki veya diğer bir yazım -veya belki de bir eylemim- bir yerlerine dokunduysa; seni mutlu ettiyse, düşündürdüyse, sana ilham verdiyse ve içinde benim için bir şeyler yapmak üzere harekete geçme isteği duymana yol açtıysa, bunun sonucunda da bana para veya başka bir armağan iletmek istersen: emreertegun@gmail.com adresinden bana ulaşır mısın?
2 Yorum
Aslı ALBAYRAK
Tuhaf bir şey oldu… Originn'de haftaya yapacağınız sohbetten buralara geldim, bir önceki yazıyı okuyup yazılara abone olurken hoop bu yazı düşüverdi taze taze… Facebookta'da 2011'deki yazınızı paylaşmıştım az önce. 24 Kasım'da bir organizasyonum var izin alıp size kaçmayı planlıyorum. Bir süredir sade bir hayat, minimalizm peşinde çabalıyorum, kafa zaten mandıra filozofu! 2 gün önce Yarın (Demain) belgeselini izledim, hafta sonu SYF'nin tüm gösterimleri ile birlikte yeniden izleyeceğim. Zaten karışık olan kafam iyice karıştı, daha bir umutlandım ama, daha mutluyum şimdi. Çünkü ben de "başka bir dünya mümkün"cüyüm! Neyse bu vesile ile "merhaba, memnun oldum" Görüşmek dileğiyle, sevgiler…
emre
Kafan karıştıysa ne mutlu! ((:
Umarım gelebilirsin. Sevgiler..